Fark ettim ki Galatasaray'dan başka bir şey çıkmıyor blogun vitrinine son zamanlarda. Biraz döküleyim dedim. Neler yapıyorum, nasılım... Gifteki cümleyi "i have very serious emotional problems" olarak değiştirirsek ta daaa karşınızda Serap! Şimdi kendimle ilgili konuşmaya çalışınca laf döndü dolaştı gönlümdeki acıya bağlandı. Hadi başlayalım.
Hayatta en nefret ettiğim günler özel günler artık. Doğum günleri, bayramlar, sevgililer günü... Hayatta herkesin geldiği, geleceği bir nokta var. O noktadan sonra kum saatiniz ters dönüyor ve geriye doğru hızla akmaya başlıyor hayat. Yalnızlaşıyorsunuz gayet lüzumsuz şekilde.
Ben de bugünlerde yalnız hissediyorum kendimi. Yalnız olduğumdan değil. Zira etrafımda ailem, dostum dediğim insanlar, iş arkadaşlarım, saatlerce konuşabileceğim insanlar var. Ama hayatı paylaşma duygusu çok farklıymış. Kaybedince anlıyor insan. Hayatı paylaşacağın insan olmayınca yalnızlaşıyormuşsun, etrafındaki insanlar gidince değil. Bu kayıp yeni bir kayıp değil, kabul. Bu yalnızlığın sebebi kaybetmek değil çünkü. Kabullenmek. İnkar, kızgınlık, pazarlık, depresyon ve kabullenme evreleri olarak bildiğimiz Kübler-Ross modelinin son ayağındayım.
Başta kaybettiğimi inkar ettim, diller döktüm, adımlar attım olmadı. Kısa bir süre geçti saydım, sövdüm, nefret ettim, kızdım, kavga ettim, defalarca kez yukarıdaki gifin sahnesini izledim olmadı. Bir süre daha geçti şu olsa bu olur şöyle yapsam böyle değişirdi diye pazarlık ettim hem yukarıdakiyle hem karşımdakiyle. Olmadı. Çok da uzun olmayan bir süre sonra da üzüldüm. Çok üzüldüm. Çok ağladım. Gönlümün kırgınlığını popüler tabirle "depresyon" diye anlatmak çok sığ geldi. Zira hissettiğim şey salt mutsuzluk değil kalp kırıklığı, hayal kırıklığıydı. Bugün, tam şu an hissettiğim şey ise kabullenme. Sevgililer gününe 24 saat kala, yapabileceğim hiçbir şeyin şu anki durumu değiştirebileceğini yada yapmadığım hiçbir şeyin şu anki duruma etkisi olduğunu düşünmüyorum. Sezen Aksu'nun da dediği gibi "gitmek istedi, gitti" ötesi yok, olmayacak.
Hayata dair büyük beklentilerim yok artık. Arada bir sigara içiyorum, bazen ağlıyorum, bazen de sebepsiz yere gülüyorum. Bol bol izliyorum, okuyorum, yiyorum, içiyorum. Kendimi hayatın akışına teslim etmiş durumdayım. Neyim varsa ortada. Durgun bi dere gibiyim. İçimdeki çakıl taşları da yosunlar da yüzeyimden görünüyor. Saklamıyorum, saklanmıyorum, saklanamıyorum, poker face sahibi olmadığım için de içimde ne varsa dışıma o vuruyor, iyisi de kötüsü de... Vursun. Şebnem Ferah'ın müthiş şarkısında da dediği gibi "ben leyla olmuşum kimin umrunda, mecnun çoktan gitmişken"
p.s.: Fight Club'ı çok da sevmezken beni Marla Singer yapan adam, bana yeniden şarkılar söyletmedin tam aksine söylediğim şarkıların sesini kestin. Canın sağolsun. Gelen senden gelsin :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazın bakalım 😎