Şampiyonluk Fotoromanı #24

Biliyorsunuz, partileme işi oldu mu da biz! Şimdi Lise'nin önünden 17.00 civarı başlayıp Samiyen'de 23.00 civarı biten şampiyonluk kutlamamızın film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçireceğim. Bu Galatasaray'ın 24. şampiyonluğunun son yazısı olacak. Dilerim gelecek sene bu zamanlarda 5. yıldızın kek kalıbını sahanın ortasına koyduğumuz fotoğrafları paylaşırım. Teşekkürler Galatasaray, sen dünyanın en güzel şeyisin! Başlıyorum, içeride 50-60 fotoğraf var, eklemek istediklerinizi paslayın, ekleyelim.

Cumhuriyet'in Doğuşu | İlber Ortaylı

Çanakkale'de, 19 Mayıs'ta elime aldım ben bu kitabı. Feribotta Çanakkale'ye dönerken. Denizi seyrederek döndüm. Sonra iki gün daha yollardaydım okuyamadım. Ama eve dönünce seri şekilde okuttu kendini. Hocanın ders verir gibi değil de sohbet eder gibi tarih anlatmasına bayılıyorum. Hep derim, biraz daha tarih bilseydim, lisede tarihi daha çok sevseydim, şu an bambaşka bir Serap olabilirdim (ve paralel evrenler oluşur...) Zübeyde Hanım'ın Oğlu isimli ilk anekdotla başlayıp, Atatürk'ü anlamak isimli 37. anekdotla kitabı bitiriyor Hoca. Sonunda İkinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Türkiye isimli, aslında Cumhuriyet'in Doğuşundan ziyade, o "mutlu sonun" ardından ne olduğundan bahsediyor kendince. Son olarak kaynakça ve kelime dizini ile de bitiyor kitap. Geçen sene Cumhuriyet'in yüzüncü yılına özel olarak yazılmış ve basılmış bir kitap. Eğitim ve sağlık alanında çuvalladığımızdan, hadi kitaptaki "orta yollu" üslupla bağlayayım, cumhuriyetin ilk yıllarından geriye düştüğümüzden bahsediyor yer yer. Ve acı olan o kadar haklı ki. Bugün kardeşinin, evladının, yeğeninin sağlıklı şekilde eğitim aldığını düşünen var mı? Bütün sorunların kaynağı günümüz Türkiye'sinde bence tamamen bu. Hocanın dillere pelesenk olmuş "cahil" tabiriyle konuşmak hadsizlik mi olur bilemiyorum ama hissiyatım bu. Benim aldığım eğitimle benden sonrakilerin aldığı eğitim kesinlikle aynı kalitede değil maalesef. Tıpkı benden öncekilerin aldığı eğitimin benden iyi olması gibi... Neyse, konu özünden sapıyor toparlayayım. Kitabın bendeki baskısı Kronik Kitaptan, 304 sayfa ve 125 TL. Tarihi bir bilenden, hem de sıkılmadan okumak isterseniz deneyin.

Günlerden Galatasaray #Şampiyon!

Adetimdir, Galatasaray'ın şampiyonluğunun şöyle bir üstünden geçerim lig bittikten sonra. Kim ne atmış, hangi fotoğrafları seçmişim, maçları nasıl almışız vermişiz. Bir nevi sezon kritiği. Bu sene de geriden gelerek yaldır yaldır şampiyon olduk. İşte ilk maçtan 38. maça kadar Galatasaray'ın 2023-2024 yılı performansı karşınızda. Buyursunlar!

Günlerden Galatasaray #38

Konyaspor 1-3 Galatasaray (Mauro x2, Berkan)
Geçen hafta şu oyunun onda birini oynamış olsak kibrimize yenik düşmeyip, şu maçta statta olurdum kupa kaldırırdık birlikte. Kısmet böyleymiş ne yapalım? Galatasaray'ım ligin son maçında Konya deplasmanındaydı. Maçın genelinde üstün göründü ki beklenen de buydu zaten. Mauro'nun gol perdesini ilk yarım saatte nefis bir topuk golüyle açmasının akabinde bir gol daha buldu. Maçı bizim adımıza bağlayan ve şampiyonluk için forma giydiren gol ise Berkan'dan geldi. Suyun karşı yakasındaki yıldızları sayıp ardından sen de Berkan'ı çağırıyorsun, ne yapacak Berkan yedek oturmayı mı özlemiş diye bik bik edenlere nazire yapar gibi sezonun son golü Beko'ya kısmet oldu. Öyle de yakıştı ki! Konyaspor taraftarının sahaya attıkları tuvalet kağıtları nedeniyle oyun tekrar tekrar durmasına rağmen kopmamayı bildi takım. Durup durup geçen haftaki maçta giden seriye hayıflanıyorum. Geçen hafta da böyle konsantre olsaydık rekoru yükselterek bitirecektik ligi işte. 38 maç, 33 galibiyet, atılan 92 gol ve 102 puanla kırılması güç bir şampiyonluk geldi. Ligin gol kralı 25 golle Mauro olurken, ligin asist kralı 16 asistle Dries oldu. Nando 17 maçta gole kapadı kalesini. Üst üste 16 maçta kazandık, 23 maçta mağlup olmadık. Mutluluktan ağlamalı, keyifle gülmeli, nefis bir sezon daha geride kaldı. Sürçü lisan ettimse affola. Yarın 38 maçın tamamı, ertesi gün de şampiyonluk fotoromanı gelir. Şimdilik benden bu kadar. Yürüyedur Galatasaray, hedef 25, hedef gerçek 5. yıldız!

Işıklar Sönünce | Agatha Christie

İstiyorum ki Agatha Christie'ye ait bütün kitapları okuyayım ve elimde Livaneli ve Zweig ardından bir külliyat daha olsun. Ama seçimimin doğru olmadığından endişe duymaya başladım. Evet, polisiye, akıyor, keyifli falan ama beklediğim heyecan seviyesini ve edebi zevki her zaman alamıyorum yazık ki. Okuduğum son kitabı, Işıklar Sönünce, 9 hikayeden oluşan bir polisiye. Noel Macerası isimli hikayeyi daha önce
Noel Kekinin Gizemi kitabında okumuştum. Kalan 8 hikayeyi ise ilk kez okudum. En çok hoşuma giden ve en zekice bulduğum Aktris isimli hikayeydi. Uçurum isimli hikaye ise en gerildiğim hikayeydi ki polisiyede geçer akçedir bu detay, okuyanlar bilir, ama zeka, gerilimi biraz solladı benim için. Elimde bir kitabı daha kaldı, biraz beklesin bakalım. Yoğun bir okumadan sonra yine elim gider nasılsa. Kitabın bendeki baskısı Altın Kitaplardan, 175 sayfa ve 132 TL. 

Günlerden Galatasaray #37

Galatasaray 0-1 Fenerbahçe
Çok kötüydü takım dün. Oynayanlar da kötüydü, Hoca'nın performansı da kötüydü, yönetim performansı da kötüydü, tribün de kötüydü. Haftalardır kazanan, 20+ maçtır yenilmeyen takım her zamanki oyunundan çok uzaktaydı. Böyle başı kopuk tavuk gibi en son 13. olduğumuz sezonda oynamıştık. Halbuki bu takımın bu seneki alametifarikası istediği zaman vitesi yükseltip tık tık tık oynayıverip kazanmasıydı. Dün akşam bu eksikti. Herkes, ben dahil hepimiz, uçarız kaçarız şampiyonuz moduyla kibirlenince maç gitti. Bu oyunla kaybetmek bana sürpriz olmadığı için çoğunluğun aksine hayal kırıklığı ve/veya öfke hissetmedim. Yalnızca üzüldüm. Ve üzüldüğüm tek detay da açıkçası galibiyet serisinin kırılmasıydı. Yoksa dün twitter'a da yazdım, Karagümrük veya Alanya'ya da pekala yenilebilirdi bu takım. Fenerbahçe maçı mağlubiyeti ne bir eksik ne bir fazla bu kadar mühim olmalı herkesin gözünde. Rakip eksikken, içeride yenilmek çok kötü, kabul ediyorum ama köprüleri yakmanın manası yok. Bu takım kazandı 17 maç üst üste, bu takım geriden gelip 6 puan fark attı, bu takım bizi şampiyonluk moduna soktu. Haftaya son maç, Konya'yı mağlup edip şampiyon olacağız. Aksini düşünen, hani derler ya, otobüse binmesin. Bundan beş sene sonra hiçbirimiz fenere yenilmiştik diye hatırlamayacağız, üst üste ikinci şampiyonluğu hatırlayacağız, ona göre konuşup kafayı toparlamak ve haftaya oynanacak maça konsantre olmak lazım. Hedef 24, yürüyedurun! 
ps: Yazının devamında koreografi ile ilgili güzel şeyler konuşacağız.

Efendi ile Uşağı | Lev Nikolayeviç Tolstoy

Daha önce bir seri okumuştum. Tolstoy'un otobiyografik serisi olduğu yazılıp çizilen
Çocukluk, İlkgençlik ve Gençlik kitaplarından oluşuyordu. İşte Efendi ile Uşağı, o serinin devamı olarak geçiyor arka kapağında. Hala Tolstoy'dan mı bahsediyoruz bilmiyorum ama kitabımız iki parçadan oluşuyor. Bir Toprak Sahibinin Sabahı ve Efendi ile Uşağı isimlerinden oluşuyor bu bölümler. İlk bölümde bir feodal bey olan Nehlüdov'un halkla olan ilişkisini okuyoruz. Nehlüdov, genç, tecrübesiz, sözlük anlamıyla tam olarak naif bir çocuk. Okulu bırakıyor, kariyerinden vazgeçiyor, kendini halka adamaya ve kasabayı, topraklarını ıslah etmeye çabalıyor. Ama yüzyıllık alışkanlıklardan kolay geçilmiyor elbette. İkinci bölüm ise şüphesiz daha çarpıcıydı. Bu noktada Tolstoy'un hikayeciliği karşısında bir saygı duruşuna geçmemiz gerekiyor. Öyle bir kar tasviri yaptı ki, dün, mayısın ortasında sıcacık işyerimde elimde çayım varken üşüttü beni. Bu kadar canlı bir fırtına anlatımı nasıl yapılır hala üşüyorum aklıma geldikçe. Arka kapakta bu bölümle ilgili nefis bir ifade var, eklemeden geçemedim: "doğayla insanın mücadelesini arka plana yerleştirerek, açgözlülükle tevazuun, iyilikle kötülüğün insan ruhundaki bitmek bilmeyen savaşını sarsıcı bir hikayeyle gözler önüne serer." nasıl ama nefis değil mi? İki bölüm arasında kıyas yapmam gerekirse ikinci bölümü daha çok beğendiğimi itiraf etmeliyim ki zaten kitaba adını veren de ikinci bölümdü, birinciyi okudum geçtim gibi olacak ama yapacak bir şey yok. Tek nefeste bitecek bir klasik arıyorsanız, hiç düşünmeden edinin. Kitabın bendeki baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, 144 sayfa hem de an itibariyle indirimsiz fiyatı 48 TL. 

Günlerden Galatasaray #36


Karagümrükspor 2-3 Galatasaray (Barış Alper, Dries, Berkan)
Lüzumsuz seviyede gergin bir maçtı. Beni çok gerer zaten bu aynı anda maç yapma mevzuları. Şampiyonluk yarışıymış, küme düşme mücadelesiymiş ne yapalım yahu?! Kalp sekteleriyle izledim maçı. Bu işe bir ara versek iyi olacak. Galatasaray bu maçı kazanacaktı zaten de, rakibin berabere kalması halinde şampiyonluk ilan edilecekti, olmadı, kısmet haftayaymış. Karagümrük maçına dönecek olursam, rakip öne geçtiğinde bile gerginliğe rağmen maçın döneceğini bilmenin verdiği huzur içeriden bağırıyordu. Çok istiyor çünkü bu takım şampiyonluğu, çok çabaladı, çok emek verdi. Üst üste Barış ve Dries'in birer gol ve birer asistinden sonra 2-1'e geldi maç. Akabinde maç beraberliğe geldi. Maçın döneceğine inanç bir yana dursun, çok ters gelmeye başladı o son anlarda ve beraberliğe fit hale geldiğimi itiraf etmek zorundayım. "Tamam ne yapıyorsanız yapın, bitsin berabere" moduna geldim, evet. Ama sonra sislerin arasından Romeo geldi Hande Yener'in tabiriyle. Berkan'ın Kobe sevgisine vakıfız. Kobe'nin forma numarası 24, bu da cepte. Bu sene 24. şampiyonluğa kastırıyoruz ya, böyle bir hikayenin parçası olup kendisini hikayeye dahil etmesi işten bile olmadı Berkan için. Maçın son anlarında, ceza sahası dışından, ucuna ip bağlanmış bir top misali dümdüz bir vuruşla ağları buldu Berkan ve şampiyonluk gollerinden bir diğerini attı. Maçın galibiyet golünü atmasından ziyade bu golün Berkan ile gelmesi çok kıymetliydi benim açımdan. Çünkü çok çabalıyor. Git dediler gitti, gel dediler geldi, sıfır şikayetle hayatını idame ettiriyor. Gurur duyuyorum. Kaldı 2 maç. 99 puan oldu Galatasaray, rekorlar kırarak ilerliyor. Benim gönlümden geçen 105 puanlı, kırılması zor rekorlu bir şampiyonluk. İnşallah olacak. Hedef 24, yürüyedurun!

Görmek | Jose Saramago

Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim, okuması çok çok çok zor bir kitap! Uzun paragraflar, cümleler, bölünmeyen bölümler... Odaklanma probleminiz varsa zaten okumanıza imkan yok. Aynı satırda kilitlenip kalırsınız önden uyarayım. Şimdi dönelim kitaba. Körlük kitabını okuyalı tam 3 sene olmuş (daha geçen ay okumuş gibiyim). Körlük müthiş bir gerilim kitabıydı ve distopik bir eserdi. Görmek de Körlük kitabının devamı diye okudum bir kitap alışverişimde sepete eklemek için kitap bakarken. Aldıktan sonra sırasını bekledi ve başladım okumaya. Kitap bir ülkede yapılan seçimlerde %83 boş oy kullanılmasıyla başlıyor. Hükümet ve muhalefet yetkilileri bunun organize bir isyan olduğuna kanaat getirip işin elebaşını bulmak için cadı avına çıkarlar. İşte Körlük'e tam bu noktadan bağlanıyor. Körlük karakterleri, Görmek kitabında da arzı endam ediyor. Burada spoiler işine girmek istemiyorum o yüzden kesiyorum. Kitabın dizgisini ve "ne anlatıyor bu kitap" kafasında okunan ilk 100-150 sayfayı (kitabın yarısı) dışarıda bırakırsak aslında çok sağlam bir hikayesi var. Gücü elinde bulunduranların gerçeklerle dilediği gibi oynaması, alabileceği önlemleri tamamen kendilerine yontması, halka karşı sergilenen tiyatrolar falan bana bir yerlerden çok tanıdık geldi ama nereden diye düşünüp duruyorum. Saramago işte bunu yakaladığı için Nobel ödüllü bir yazar. Bunun için o satır başı yapmadığı uzun cümlelerine rağmen okutuyor kendisini. En azından bende böyle çalışıyor onu okumak... Kitabın bendeki baskısı Kırmızı Kedi Yayınlarından, 324 sayfa ve indirimsiz fiyatı an itibariyle 260 TL. Başta da dediğim gibi okuması güç, ama sabrederseniz gözleriniz fal taşı şeklinde okutuyor.

Günlerden Galatasaray #35

Galatasaray 6-1 Sivasspor (Hakim x2, Mauro x2, Dries x2)
Galatasaray, oynamak istediğinde kesinlikle durdurulamaz kıvama geliyor ve bunun için Okan Buruk ve Erden Timur'a tüm benliğimle teşekkür ediyorum. Benim gibi milyonlarca insanı böyle karşılıksız mutlu ettikleri için muhtemelen cennete gidecekler. Dün akşam Sivas'ın ölümüne defans yapıp bir gol kilitlemek üzere yaptıkları planı Dries'in oğlu Ciro bebeğim bile anlamıştır. Okan Buruk tabii ki bunu yemedi ve 5 defans oyuncusu ile çıkan rakibe tam 6 gol atmayı başardı. Maçın oyuncusu olarak tribünler Hakim'i seçip, maç sonu üçlüsüne kendisini bekleseler de benim favorim Dries oldu. Bugün 37. yaş gününü kutluyor Dries. İyi ki doğdu ve iyi ki bizimle! Onu çok seviyorum💖 Cumartesi ve pazar günü sürekli sakatlandı, sezonu kapattı, oynamayacak, kadroda yok haberleri düştü. Maç saati geldiğinde kendisini ilk on birde izledik. Sakatlığına rağmen çıktı, oynadı, iki gol attı, bir de asist yaptı. Maçın adamı olmak için başka ne gerekir bilmiyorum. Gelecek sene bizimle olacak mı bilmiyorum ama olmazsa çok üzüleceğimi düşünüyorum kendi adıma. Bir cümle de hakemlere söyleyeceğim. Altı gol atmış olmak, Mauro'nun ilk yarıda iki futbolcu tarafından düşürülmesi sonucu penaltı verilmemesini, ikinci yarıda yine Mauron'nun kaleciye temas etmemesine rağmen golünün sayılmamasını, Barış'ın yediği dirseklerin engellenememiş olmasını, gözünün önünde Lucas'ın ayağına basılmasına faul bile verilmemesini konuşmayı engellemeyecek. Size rağmen kazanmaya devam edeceğiz. Son söz, sonunda iyiler mutlaka kazanıyor. İyi kalpliler, iyi oynayanlar, iyi insanlar... Teşekkürler Galatasaray, sen en güzelsin! Hedef 24, yürüyedurun!

Doğu'dan Uzakta | Amin Maalouf

Aman Allahım! Bu kitapla öyle bir anda tanıştım ve öyle bir zaman diliminde okudum ki, hayatıma yansıması enler kulübüme girerek oluştu. 
Spoiler vermeyeceğim henüz okumayanlar için, ama askıda kalan son sahnesi olmasa 10/10 yazardım defterime bu kitabın puanını. Yine de şu şerhi düşmeliyim; kitap gerçekten şahane mi yoksa benim için dönemsel olarak çarpılma mıydı emin olamamakla birlikte en son söylediğimi baştan söyleyeyim; nefis bir kitap. Güçlü bir hikaye üzerine oturtulmuş, arafta kalmışlığın kitabı bu. Kitabın bunca başarılı olmasının sebebi bence Maalouf'un kendi hikayesini kitabımızın baş karakteri Adam üzerinden anlattığını düşünüyorum. Lübnan'da doğmuş Hristiyan bir Arap, iç savaştan önce Fransa'ya gidip yaşamaya başlıyor, bir şekilde doğduğu topraklara geliyor ve hayat döngüsünü en başa getiriyor tekrar. Hazır başlamışken konuyu da özetleyeyim. Adam, Paris'te yaşamını sürdürürken bir gece çok eski bir arkadaşından ölüm döşeğinde olduğuna dair bir telefon alır ve o arkadaşına veda etmek için doğduğu ülkeye, Orta Doğu'ya bir seyahat planlar. Bu seyahat yalnızca arkadaşına ve doğduğu topraklara değil, geçmişine de olacaktır. Evet, biraz kitap arkası yazısı gibi oldu ama bence güzel özetledim. Dostlar, hayatın ayırdığı dostlar, yıllarca görüşemeyen ama görüştükleri an hiç ayrılmamışçasına goygoya devam! Kalbime dokunmasın da ne yapsın bu kitap, şahane olmasın da ne olsun?! Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 457 sayfa ve indirimsiz fiyatı 280 TL. Beklenti yükseltmeli işlere girmeyeceğim ama bence edinin ve okuyun.