Andrew Scott, benim Sherlock'tan beri göz ucuyla takip ettiğim bir oyuncu. Netflix'e bir dizi çekmiş, duydum. Ufak bir araştırmanın ardından da Ripley ile göz göze geldik. Twitter'da falan çok övülüyor diye burun kıvırıyordum ama bu Andrew'un oynadığını görmeden evveldi tabii ki! Baktım, ne zamandır top ve kitap dışında görsel sanatlardan bir şey yazmamışım, "hah, ne güzel denk geldi" dedim ve işte buradayım! Başlayalım mı?
Son yazacağımı, spoiler falan vermeden baştan yazayım: bir görsel şölen olsa da izlesem diyorsanız, hele ki bunun siyah beyaz olmasıyla ilgili bir probleminiz yoksa, hemen açın izleyin bu mini diziyi. Sinematografik açıdan nefis bir iş. Dizi İtalya'da geçiyor. O sahilleri, tarihi mekanları, ilmek ilmek işlenmiş taşları bir de renksiz görün. Ağzımın suyu aktı izlerken. Atriani, Venedik, Roma, Palermo ve tabii ki Napoli'de geçen o sahnelerin mimarı, dizinin sanat yönetmeni Robert Elswit karşısında saygıyla eğiliyor ve gelecek sene bütün ödülleri almasını diliyorum. Zira herhangi bir işte bu kadar güzel görsele şahit olmamıza imkan yok bence. Önümüzdeki beş sene içindeki en ütopik planım geniş zamana yayılacak bir İtalya turu. Tam da Tom'un gezdiği rotayı takip etmem yok mu şimdi?!😄
Diziyi detaylandırmak gerekirse... Netflix için çekildiğinden bahsetmiştim. Sekiz bölüm, tek sezon bir mini dizi olarak hazırlanmış. Her bölüm 45-60 dakika arasında değişiyor. Aynı isimli polisiye, gerilim romanından uyarlama. Diziyi bitirdikten sonra fark ettim Jude Law ve Matt Damon'ın oynadığı bir de filmi çekilmiş ama film daha çok oyunculuklar üzerine kurulu. Diziyi ben bir önceki bölümde de belirttiğim gibi sinematografik olarak daha çok beğendim. Oyunculukların yanı sıra elbette. Andrew Scott başta olmak üzere tüm oyunculuklar gayet başarılı. Andrew'un o soğukkanlı halleri kanımı dondurdu izlerken, öte yandan Dedektif Ravini'yi canlandıran Maurizio Lombardi de izlemesi keyifli bir karakter ortaya çıkarmış. Dizinin konusu 1960'larda geçtiği için öyle teknolojik zırvalıklarla falan kirletilmemiş, dolayısıyla da zamanın ruhunda kaybolmak işten bile olmadı benim için.
Dizinin konusu şöyle; Tom Ripley, Amerika'da yaşarken Greenleaf isimli zengin bir bey tarafından çağırılıyor. Bu zengin beyin şımarık oğlu aileyi, işi gücü boş verip gitmiş İtalya'da nerede akşam orada sabah serserilik peşinde. Aile dön diyor, umurunda değil! İşte Tom'u bu çocuğu yani Richard'ı Amerika'ya geri getirsin diye gönderiyor baba Greenleaf yanına harcırahını da verip. Gel gelelim Ripley manipülatör, sahte evrak düzenleyici, zeki bir kimlik hırsızıdır. İstediği kişiyi taklit edebilme yeteneğine de sahiptir dolayısıyla. Richard'ın sevdiceği Marge'dan da etkilenmiş gibi görünse de bence esas etkilendiği Dickie'nin hayatıdır. Kötü adamın anlatıldığı işlere anti kahraman hikayeleri diyoruz ya, işte Ripley müthiş bir anti kahraman dizi örneği. Nefis İtalya arka planı da pastanın üzerindeki çilek. Sanatsal detaylara vakıf olmamakla birlikte, eminim ki benim atladığım şeyler de mevcuttur.
Diziye kendimce getirebileceğim tek eleştiri biraz yavaş ilerliyor olması. Yani evet, kitap olarak yazılmış, filmi yaklaşık 2 saatti falan da diziye yayınca ve 8 saate çıkarılınca diyalogsuz geçen sahneleri de epey öne çıkıyor. Tabii yine yeniden söylüyorum; Roma ve özellikle Napoli'de geçen bölümlerle bezenince konuşmadan geçen sahnelere aldırmıyor, bir fotoğraf sergisi izliyormuş gibi ağzınız açık şekilde ekrana kilitleniyorsunuz. Ne izlesem de sıkılmaya fırsatım olmasa, çabuk bitse ama görsel olarak da tatmin etse diye düşünüyorsanız, adamınız Ripley! Iskalamayın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazın bakalım 😎