Başlık Youtube'daki Babam ve Oğlum filminin yazının devamına ekleyeceğim videosundan arak. Yazanın eline sağlık, zira ruh halimi daha iyi yansıtacak bir kelime bulamıyorum günlerdir. Ben bu yazıyı 16 Eylül akşamı yazıyorum bloga, siz bu yazıyı aldığım kararları resmiyete döktüğümde okuyabileceksiniz. Öyleyse flashback yapıp yazıya başlayalım mı?
Ankara'ya Aralık 2012'de gelmiştim. Kalbimde kocaman bir aşk, içimde korku/heyecan karışımı bir his ve başarabilme azmi vardı. Geriye dönüp baktığımda gördüğüm; kalbimdeki aşkın yerini sağlam dostlukların sevgilerinin doldurduğunu, zamanla korkunun yerini ayaklarımın üzerinde durabilmenin verdiği hazzın aldığını ve bu hazdan doğan "başardım" hissiyatının haklı gururuydu. Yani aslında kaybettiğim tek şey çok sevdiğim adamdı ve kaybetmemek için "keşke şunu da yapsaydım" dediğim hiçbir şey yoktu. Sezen'in dediği gibi, o "gitmek istemişti ve gitmişti". Aralık 2012'den bu yana geçen 3,5 yıl sonunda artık Ankara'ya ayırdığım sürenin sonuna geldiğimi söylemek zorundayım.
Evet, ben Ankara'ya bir şeyleri ispat etmek için gitmemiştim. Gel gelelim "yapamaz, ne işi var, Konya'nın suyu mu çıktı" gibi fikirleri çürütüp aslında başardığımı ispat ettiğimi düşünüyorum. Zira evet memleketin 2. büyük şehrinde, başkentte, tek maaşla çatır çatır yeyip içerek yaşamayı, kendi ayaklarımın üzerinde durmayı başarmıştım. Ama şimdi gitmek söz konusu ve demin de dediğim gibi siz bu satırları okuyorsanız, bu iş resmiyet kazanmış demektir. Ve ben de artık bir veda arifesinin içerisindeyim. Kalbim bin bir parça...
Ankara'da, "Ankara ailem" dediğim insanlar var. Bu insanları arkamda bırakıp gitmek o kadar zor geliyor ki... Videoda Fikret Kuşkan'ın söylediği gibi "sahip olduklarımı yanımda götürebilmeyi dilerdim yada oradakileri buraya getirebilmeyi". Babam ve Oğlum'u her izlediğimde ağlarım. Bir babanın çocuğundan vazgeçmek zorunda kalması ve bunun da kendi babasıyla olan sorunlarını çözüyor olmasındaki ironi hep kalbimi acıtır (bu vesileyle önünde saygıyla eğiliyorum Çağan Irmak). Ama artık bu sahne yüzünden biraz daha acıyacak kalbim. Çünkü 3,5 sene dediğiniz zaman zarfı sadece dile kolay. O kadar çok yaşanmışlık ve o kadar çok anı var ki... Yanına gideceğim insanlar ailem olmasa yemin ederim ömrümün sonuna kadar ciğerparemin kanatları altında, Ankara ailemle yaşayabilirdim. Ama Kayahan'ın da dediği gibi; "her sevda bir veda".
Öyleyse Behlül tarzı olsun... Ankara, Serap kaçar. Sana gri diyenlere inat ben yokken de sana öğrettiğim gibi çok renkli ol olur mu?
dipnot: Gelmiştim diye başladığım yazıyı gitmiştim diye bitirmişim. Veda bile etmeden vazgeçmiş olmak... Tuhaf :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazın bakalım 😎