Akademi ödüllerinde en iyi film adaylarından bir diğeri olan Hugo bugünkü konuğum oldu blogda. Martin Scorsese'nin şaheseri diye lanse edilmiş bir film olarak görünse de, benim içime sinmeyen bir eser olmuş Hugo. İtiraf etmek gerekirse; filmde başrolü oynayan Hugo'nun, babasını oynayan ismin Jude Law olması filmin en güzel yanı. O da filmde toplam 10-15 dakika görünüyor ki filmi ne kadar beğendiğim hakkında buradan pay biçebiliriz. Ayrıntılara dönersek;
Bütün gün film izleyip en sona Hugo'yu bıraktığımdan mıdır, filmden bir şey anlamadığımdan mıdır, yoksa film bana hitap etmediğinden midir bilemiyorum ama, filmin büyükçe bir bölümünde uyuduğumu söylemek zorundayım. Film üçboyutlu olarak çekilmiş aslında. Belki de evde değil ama sinemada izlemiş olsaydım efektlerle falan beğenebilirdim. Akademi'dekiler ise benden tamamen farklı düşünmüş olacaklar ki, filmi 11 dalda aday gösterip, 5 dalda da ödülü vermişler. Filmin ödül aldığı dallardan yalnızca görüntü yönetmenliği ödülüyle hemfikirim ki, Midnight In Paris'ten sonra Paris'i gördüğümüz ikinci film oldu. Ve bu film de Midnight In Paris kadar başarılı fon olma konusunda. Aslında filmin Paris'te çekildiğini bilmesem o puslu koyu havasıyla müthiş bir Londra filmi diyebilirdim. Bu noktada Robert Richardson'un önünde saygıyla eğilmek lazım ki ödülü de alan isim oldu. Filmin müzikleri de ödül aldı. Filmi izlerken acaba müziklerde Hans Zimmer imzası mı var diye düşünmüştüm ki yanılmışım.
Oyunculuklara dönecek olursak Georges Melies karakterine can veren Ben Kingsley filmin başı çeken ismi. Filmin başrolünde oynayan veletlerin; Asa Butterfield'ın ve Chloe Grace Moretz'in de hakkını vermek lazım. Bir çocuk ilk kez sinemaya gittiğinde nasıl tepkiler verir bunu Isabelle'in gözlerinden izlemek büyük keyifti. Masal gibi bir film olmuş Hugo. Belki de bir yerden sonra uyutması da bu yüzdendir diye düşünmeden edemiyorum maalesef. Filmin hikayesi özetle şu şekilde; Hugo Cabret diye yetim bir çocuk var. Babasının bulduğu bozuk bi automaton var. Babası ve Hugo, babası ölmeden önce bu automaton'u tamir etmeye çalışıyorlar. Babası öldükten sonra da Hugo tek başına devam ediyor. Yetim kalmış Hugo Paris'te tren garında gizli gizli yaşıyor. Bir gün gardaki hediyelik eşya dükkanındaki aksi adam Hugo'yu hırsızlıkla suçlar ve not defterini alıyor. Not defterini geri almak isteyen Hugo da adamın evlatlığı olan Isabelle ile arkadaş oluyor ve olaylar gelişiyor. Tavsiye eder miyim? Benim izlediğim haliyle etmem açıkçası. Ama 3d haliyle başka olur mu bilemiyorum. İzleyen varsa fikrinin başımın üstünde yeri var. 2011 yılının gereksiz-uzatılan-filmler-kuşağı serisinin bir parçası da Hugo olmuş. Üzgünüm.
Spoileeer!
Bütün gün film izleyip en sona Hugo'yu bıraktığımdan mıdır, filmden bir şey anlamadığımdan mıdır, yoksa film bana hitap etmediğinden midir bilemiyorum ama, filmin büyükçe bir bölümünde uyuduğumu söylemek zorundayım. Film üçboyutlu olarak çekilmiş aslında. Belki de evde değil ama sinemada izlemiş olsaydım efektlerle falan beğenebilirdim. Akademi'dekiler ise benden tamamen farklı düşünmüş olacaklar ki, filmi 11 dalda aday gösterip, 5 dalda da ödülü vermişler. Filmin ödül aldığı dallardan yalnızca görüntü yönetmenliği ödülüyle hemfikirim ki, Midnight In Paris'ten sonra Paris'i gördüğümüz ikinci film oldu. Ve bu film de Midnight In Paris kadar başarılı fon olma konusunda. Aslında filmin Paris'te çekildiğini bilmesem o puslu koyu havasıyla müthiş bir Londra filmi diyebilirdim. Bu noktada Robert Richardson'un önünde saygıyla eğilmek lazım ki ödülü de alan isim oldu. Filmin müzikleri de ödül aldı. Filmi izlerken acaba müziklerde Hans Zimmer imzası mı var diye düşünmüştüm ki yanılmışım.
Oyunculuklara dönecek olursak Georges Melies karakterine can veren Ben Kingsley filmin başı çeken ismi. Filmin başrolünde oynayan veletlerin; Asa Butterfield'ın ve Chloe Grace Moretz'in de hakkını vermek lazım. Bir çocuk ilk kez sinemaya gittiğinde nasıl tepkiler verir bunu Isabelle'in gözlerinden izlemek büyük keyifti. Masal gibi bir film olmuş Hugo. Belki de bir yerden sonra uyutması da bu yüzdendir diye düşünmeden edemiyorum maalesef. Filmin hikayesi özetle şu şekilde; Hugo Cabret diye yetim bir çocuk var. Babasının bulduğu bozuk bi automaton var. Babası ve Hugo, babası ölmeden önce bu automaton'u tamir etmeye çalışıyorlar. Babası öldükten sonra da Hugo tek başına devam ediyor. Yetim kalmış Hugo Paris'te tren garında gizli gizli yaşıyor. Bir gün gardaki hediyelik eşya dükkanındaki aksi adam Hugo'yu hırsızlıkla suçlar ve not defterini alıyor. Not defterini geri almak isteyen Hugo da adamın evlatlığı olan Isabelle ile arkadaş oluyor ve olaylar gelişiyor. Tavsiye eder miyim? Benim izlediğim haliyle etmem açıkçası. Ama 3d haliyle başka olur mu bilemiyorum. İzleyen varsa fikrinin başımın üstünde yeri var. 2011 yılının gereksiz-uzatılan-filmler-kuşağı serisinin bir parçası da Hugo olmuş. Üzgünüm.
Spoileeer!
Hugo'nun rayda kalıp trenin üstüne üstüne geldiği sahnede nefesim kesildi ve korktum. Ama asıl korktuğum sahne automaton'u Georges'a götürürken düşürdüğü sahneydi ki, bütün film boyunca ilmek ilmek tamir ettiği robotun parçalandığını görmek "off film yine mi bitmiyor :(" ile "kıyamam senin emeğine :(" arası bir duygu yaşatırdı bana, net! Bi de "çok Türk Filmi izliyosun Serap, yapma" diyen olmayacaksa, Isabelle ile Hugo'nun kardeş çıkacağını düşündüm bi an. Neden? Georges'in Hugo'yu zorlama derecesi, Isabelle'in Jude Law'a olan benzerliği ve dedenin automaton'la olan bağı ve defterdeki çizimler bana bunu düşündürdü. Bu açıdan ters köşe olduğumu itiraf etmek zorundayım.
Imdb puanı: 7.9/10
Yapım: 2011 - ABD
Tür: 3 Boyutlu, Aile, Fantastik, Gizem
Süre: 126 dakika
Yönetmen: Martin Scorsese
Oyuncular: Jude Law, Ben Kingsley, Christopher Lee, Chloe Moretz, Sacha Baron Cohen, Asa Butterfield, Michael Pitt, Mathieu Amalric, Richard Griffiths, Ray Winstone, Helen McCrory, Frances de la Tour, Angus Barnett, Michael Stuhlbarg, Gulliver Mcgrath, Shaun Aylward, Mark Shrimpton, Lucy Scarfe, Max Wrottesley, Graham Curry, James Butler, Joshua Dunlop, Emil Lager, Hugo Malpeyre, Gino Picciano, Adam Manuel, Denis Khoroshko, James Thomas Scott, Nathaniel Antonio Lloyd, Catherine Balavage, David Smith, Edmund Kingsley, Eric Moreau, Robert Gill, Ben Addis,
Müzisyen : Howard Shore
Görüntü Y.: Robert Richardson Senaryo: John Logan, Brian Selznick
Senaryo (Kitap): Brian Selznick
Yapımcı: Johnny Depp, Martin Scorsese, Bruce Berman, Barbara De Fina, Graham King, Charles Newirth, Georgia Kacandes, Tim Headington, Emma Tillinger, Christi Dembrowski
Konu: Brain Selznick'in sihir temalı çocuk romanından uyarlanan olan film, Paris tren istasyonunun duvarları arasında yaşayan ve saatlerden sorumlu olan kimsesiz bir çocuğun, bir gün saati tamir etmeye teşebbüs etmesiyle yaşadığı gizemli macerayı konu ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazın bakalım 😎