Tomris Uyar nedense kendi annesinin hikayesini yazmış gibi hissettim ben bu kitabı okurken. Aslında kitap hikayelerden oluşuyor. 8 farklı hikaye var, ama birbirinden kopuk değil, sanki iç içe geçmiş gibi. Kitabın odağı, eğitimli ama hayatın içinde çeşitli şekillerde baskılanmış birkaç kadının kısa kısa hikayelerini okuyoruz. Aralarda bazı açıklamaların bulunduğu ekstra pasajlar var. Bu kadınların hikayelerinde yer yer tanıdık ögeler görüp, bazen üzülüp, bazen gülümsüyoruz. Hiçbirini tanımıyor olmakla bile hepsini içselleştirmiş gibiyim sanki. Bir yerden tanıdık geliyor. Karanlık bir sokakta yürümekten ürkmek şeklinde oluyor bu tanıdıklık bazen, "komşudan gelen tabak boş gönderilmez" şeklinde oluyor bazen de... Hikayeler giriş gelişme sonuç olmak üzere 3 kalıp bölümden oluşmuyor. Normalde bu bitmemişlik fikri beni yıpratır, ama bu hikayelerin bitmemiş olması veya başlamamış olması beni rahatsız etmiyor. Aksine kafamda bir şeylerin gölgeli kalmasından keyif alıyorum. Ve yalnızlık fikri... Günün sonunda Tomris Uyar ekolünden kimi okursanız, onu veya İkinci Yeni Akımındaki Abilerimizi, herkesin bir noktada yalnızlıkla buluşacağını, aslında yalnızlığın Zuhal Olcay'ın dediği gibi "yaşamak zorunda olduğumuz beraberliğimiz" olduğunu kabullenmekle bitiyor kitap. Nahifti, güzeldi, incecik bir şifon gibi akıp gitti üzerimden. Hatırası ise kalbimde. İyi ki varsın Tomris Hatun. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 108 sayfa ve 40 TL.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazın bakalım 😎