Hayat Güzeldir gibi klasik bi filmi izlemeye başlıyorsanız, dünya ile bağlarınızı koparıp tamamen filmi adeta saygı duruşu yapar gibi izlemelisiniz. Hakettiği değeri vermekten ziyade, filmin içine girebilmek için bu çok gerekli. Film beni ilk etapta İtalyan yapımı olduğu için -İtalya zaafımdan ötürü- etkilese de, izledikçe bir babanın ne kadar fedakar olup çocuğu için neler yapabildiğini görüyorsunuz. O seneki ödüllerde en iyi erkek oyuncu oscarını filmin başrol oyuncusu Roberto Benigni'ye vermeleri asla şaşırtıcı değil. Asıl şaşırtıcı olan ise, en iyi film ödülünü almamış olması. Gerçi o sene en iyi film ödülünü Aşık Shakespeare almış ödülü. Bi ara onu da izlemek lazım. Bakalım aldığı 7 ödülü hak etmiş mi.. Hayat Güzeldir, en iyi erkek oyuncu dışında, en iyi müzik ve en iyi yabancı film ödüllerini de götürmüş. Filmin müzikleri de çok iddialı gerçekten. 2. Dünya Savaşı dönemini iyi yansıttığını düşünüyorum ben.
Filmin çerçevesinden biraz içine girmek istiyorum bu noktada. Roberto Benigni, Guido adlı bi Yahudi kitapçıdır. Amcasının otelinde, garsonken tanıştığı Dora'ya aşık olur. Evlenirler. Bu evlilikten de Giosue isimli sevimli bi erkek çocukları dünyaya gelir. Buraya kadar hayat güzel, hatta güllük gülistanlık, evet. Fakat 2. Dünya Savaşı patlak verince aile Almanya'ya götürülür ve Almanlar için çalışmaya başlarlar. Bu dönemde Dora ve Guido birbirlerinden ayrı kalmak zorunda kalırlar. Zira erkekler ve kadınların ayrı koğuşlarda yaşadığı ve ayrı işlerde çalıştırıldığı bir fabrikaya getirilirler. Aynı fabrikaya getirilen çocuklar da Almanlar tarafından öldürülürler. Fakat Guido, bu keşmekeşi, oğlu Giosue'ya bizi burada oyun oynamaya getirdiler. Bin puanı toplarsak bize tank verecekler şeklinde anlatarak, Nazilerin yaptıklarını oğluna hissettirmemek için çabalar. Guido'nun bu fedakarlığından önce ise Dora'nın ölüme gitmek pahasına da olsa, oğlu ve eşinin olduğu trene binmek istemesini izleriz filmde. Bugün yaşadığımız dünyada böyle fedakarlıklar olmaması, ilişkilerin çoğunun çıkar üzerine kurulu olması sanırım bu filmi baş yapıt yapıyor. Tabii baba olma olgusunun güzelliğini de unutmamak lazım.
Benim filmde favori sahnem, Guido'nun hoparlörlerden Dora'ya biz iyiyiz merak, etme seni çok seviyorum minvalindeki konuşmasıydı. Tabi Nazilerin kamp kurallarını açıklamaya geldikleri sahnede evet oyun kurallarını sıralıyorum diyerek, oğlunun korkmasını engellediği sahne de görülmeye değerdir. Fotoğraftaki sahne ise ağlamama sebep oldu.. Kendi ekmeğini yememiş, oğluna saklamış Guido.. Bu filmi izledikten sonra bi kez daha farkına varıyor insan anne-baba olmanın zorluklarına.. Filmi arşivime aldım bile. Hala benim gibi izlememiş olan varsa izlesin. Filmin genel bilgileri ve fragmanıyla yazıyı bitiririm.
IMDB Puanı: 8.4/10
Yapım: 1997 ~ İtalya
Tür: Aile, Dram, Komedi, Macera, Romantik, Savaş
Oyuncular: Roberto Benigni, Giorgio Cantarini, Nicoletta Braschi, Giustino Durano, Horst Buchholz
Yönetmen: Roberto Benigni
Senaryo: Roberto Benigni, Vincenzo Cerami
Yapımcı: Gianluigi Braschi, Agnès Mentre, John M. Davis, Mario Cotone, John Rogers
Görüntü Yönetmeni: Tonino Delli Colli
Görüntü Yönetmeni: Nicola Piovani
Süre: 1 saat 58 dk
Gösterim Tarihi: 26 Şubat 1999 (Türkiye)
Konu: 1930'ların İtalya'sında Guido adındaki tasasız, kaygısız bir Yahudi kitapçı yakın bir şehirdeki güzel kadına kur yapıp onunla evlenerek bir peri masalı başlatır. Guido ve karısının bir oğulları olur ve İtalya'yı Alman güçleri istila edene kadar birlikte mutluluk içinde yaşarlar. Ailesini bir arada tutabilmek ve oğlunun Yahudi toplama kamplarının dehşetinden elinden geldiğince uzak tutmak çabası ile Guida bu yıkımı bir oyun gibi gösterir. Bu oyunun kazanma ödülü ise bir tanktır...
The Invention of Lying(yalanın icadı) izlemediğinizi düşünerek bu filmi kaçırmamanızı tavsiye ediyorum...
YanıtlaSilEvet izlemedim. En kısa zamanda izleme listeme alırım.
YanıtlaSil