9 Eylül'de, İzmir'in düşman işgalinden kurtuluşunun 100. yıl dönümü kutlamaları kapsamında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in katkılarıyla Tarkan bir konser verdi. Konserin açıklandığı günden, yapıldığı güne kadar vır vır her kafadan bir ses çıktı. Konser oldu bitti hala tatavası devam ediyor. Ben de dışarıdan bakmaya çalışan bir çift göz olarak işi son zamanlarda yaşadığımız kutuplaşma üzerinden anlatmak istedim. Bu yazı da blogdaki yeni bir serinin "beyin fırtınası"nın ilk ayağı olarak arzı endam edecek. Başlıyorum!
Birkaç senedir siyasal islam tayfası festivaller, konserler ve sanatsal aktiviteler konusunda toplumu baskı altına almaya ve "güya" inanılan değerleri zedelediğine kanaat getirip ertelemeye, engellemeye hatta başarabilseler toptan kaldırmaya çabalamaya başladılar. Şimdi bunun sebebi olarak yaklaşık iki senedir pandemi gösterildi. Sebep değil de bahane diyelim biz buna. Zira ne organizasyonlar gördük o pandemi yüzünden kapandığımız günlerde... Maçları mı ararsın, parti kongrelerini mi ararsın, sonra hınca hınç dolu toplu taşıma araçlarını hatırlamak bile istemiyorum. Tüm bu delinen yasakların arasında bir tek alkollü mekanlara, bir tek müzik sektörüne, bir tek eğlenceye izin verilmedi. Aslında birilerinin "bunlaaaar" diye başladığı cümlelerdeki gizli özneler evdeydi, kurallara riayet etti ve hem kendi sağlıklarını hem toplum sağlığını gözetmeye çalıştı. Bugünlerde festivaller "güya" güvenlik nedeniyle gerçekleştirilmiyormuş. Güldürmeyin beni. Galatasaray'ın herhangi bir iç saha maçında stat çevresinde en az 50 bin kişi oluyor. Büyük bir caddeden, bir bulvardan, bir gün içerisinde geçen kişi sayısı da bundan aşağı değildir. Eee? Neyin güvenlik telaşı bu? 50 bin kişi bir maçı izleyebilir ama birkaç şarkıcıyı peş peşe dinleyemez mi? Sakil bahanelerin arkasına sığınmaya gerek yok. Denilsin ki biz gençlerin omuz omuza verip bağıra çağıra şarkılar söyleyerek eğlenmesine tahammül edemiyoruz, etrafımızda mutsuz, nefret dolu, ayrışmış, kötü yüzlü insanlar görmek istiyoruz. Bu yüzden eğlenmeyeceksiniz, bir araya gelmeyeceksiniz, somurtup oturacaksınız, gerçekten daha samimi olacaktır.
Bugün şükürler olsun ki pandemi işi bitti sayılır. Hayatımız hiç dönmeyeceğini düşünüp korktuğumuz yerden yeniden eski haline döndü, en azından şu maskelerden ve kapalı alanlardan kurtulabildik. Fakat bazı yasaklar devam ettiği gibi, toplumun üzerinde kurulmaya başlanan o baskı ortamı da hiç kalkmışa benzemiyor. Bunun da en bariz örneğini yine eğlence sektörü hissediyor. Şehirlerdeki konserler iptal ediliyor, bazı sanatçılar sürekli kötülenip parmakla gösterilerek nefret objesi haline getiriliyor, toplu konserlerin ücretsiz yapıldığı festivaller yasaklanıp kaldırılıyor. Şüphesiz bunun en tuhaf örneklerinden birisi geçtiğimiz hafta yaşanan Zakkum konserinin iptaliydi. Birisi mikrofonu eline aldı ve dedi ki "adı cehennemde yetişen ağaç" diye konser mi iptal edilirmiş Allah'ın aşkına yahu? Yaşanan akıl tutulması bununla kaldı mı peki? Tabii ki hayır! Sözcü'de okuduğum bir röportajda Zakkum konserinin iptaline ilişkin sorulan bir soru üzerine yanıtlayan diyor ki "aslında Zeki Müren'in, Nuri Sesigüzel'in müziği olsa bize daha uygun olurdu." Zeki Müren! ZEKİ MÜREN! Sanat güneşi bugün hayatta olsa cinsel yönelimle ilgili yapılan hakaretler içeren bir linç kampanyasını başlatmayacaklarmış gibi böyle konuşmaları çok büyük riyakarlık.
Öte yandan kocaman bir Gülşen konusu var. Dört ay önce bir arkadaşına şaka yollu söylediği bir cümle yüzünden gözaltına alındı bu kadın. Haddini aşan bir şaka mı olmuş? Evet. Bence hiç gerek olmamasına rağmen özür dilemiş mi? Evet. Göz altına alınmasına neden olan kanun maddesine istinaden göz altı kararı verilebiliyor muymuş? Hayır! O halde bu göz altı kararı hukuki bir yaptırımdan ziyade bir göz dağı, bir korku politikası adımı ve sindirme hareketinden başka bir şey değil. Öncelikle bunda anlaşalım. Gülşen'in kıyafetleri, hareketleri, tavırları ve politik duruşu nedeniyle sıklıkla eleştirildiğini de düşünelim bunun üzerine. Ortaya çıkan olgunun beni yönlendirdiği şey şu; günümüzün Türk adalet sistemi, istediği kişiyi, istediği zaman, istediği nedenden dolayı dört duvar arasına kapatır, kim ne şekilde baş kaldırırsa kaldırsın geri dönüşü olmaz ve ancak birilerinin lütfetmesiyle bu yanlıştan dönülür. Bu Gülşen için de geçerli, benim için de geçerli, senin için de geçerli, bu ülkenin yarısından fazlası için de geçerli. Yalnızca belli bir kesim ne derse desin ne düşünürse düşünsün asla yargılanmayacak. Peki böyle düşünmek beni nereye sevk ediyor? Çok acı ama adaletin hukuk çerçevesinde işlemesi yerine birilerine hizmet ettiğine. Böylece güven duyulması gereken, canımızı ve kendimizi gözümüz kapalı emanet edebileceğimiz yegane kuruma duyulan güven de sıfıra iniyor. Gülşen özelinde kadınların giyimleriyle ilgili fikir beyan edebileceğini düşünenlere sesleniyorum. Herkesin giyimi, kuşamı, yaşamı yalnızca kendisini bağlar. Evet annesini, babasını, eşini yahut komşu teyzeleri değil, yalnızca kendisini. Görmek istemiyorsanız, rica ediyorum dört duvar diktirin sonra da o dört duvarın arasında oturun.
Son olarak Tarkan konseri... Konserle ilgili nefis bir istatistik düştü önüme dün akşam. Dünyada tüm zamanların en çok katılım sağlanan konserleri listesine Tarkan'ın cuma akşamı verdiği konser 5. sıradan girmiş. Tüm kalbimle kutluyor ve bunu bu ülkeden birisi başaracaksa bunu ancak ve ancak Tarkan'ın başarabilmiş olmasına çok seviniyorum. Konserin "gavur" olarak nitelendirilen, ki bence büyük haksızlıktır bu dışlanıp ötekileştirme çabası, İzmir'de veriliyor olması, 9 Eylül gibi özel bir günde verilmesi ve bir gövde gösterisi gibi ortaya çıkması konserin bu kadar eleştirilmesinin en büyük sebebi, önce burada anlaşalım. Tarkan'ın doğa katliamlarından tutun da en son Gülşen konusuna verdiği tepkilerle gösterdiği ve bütün sanatçılara örnek olması gereken sanatçı duruşu ile ülkenin aydınlık yüzlerinden birisi olduğunu düşünüyorum. Şüphesiz ki bu konseri "para için" verdirebileceğiniz son insandır Tarkan ve bu konserle vermek istediği mesaj da "aslında yapabiliriz" fikridir. Konseri duyduğum andan dün öğleden sonra tamamını youtube üzerinden izlediğim ana kadar da aynı şeyi düşündüm. Bir şeylerin değişmesini istiyorsak müziğin birleştirici gücünü kullanan Tarkan gibi kitleleri, yüzbinlerce insanı yan yana getirip tek bir ağızdan söylenen öp gibi aynı şeyi söyletebiliriz.
Bugün eğlenen insanlar, mutlu olan insanlar, bu leş gibi hayattan keyif almaya çalışan insanlar var oldukça biz yarın sığmayacağız evlere, bahçelere taşacağız, sokaklara, Tarkan konserindeki gibi meydanlara... Sesimiz birken bin olacak. Eleştirdiklerimizi değiştirebilmek için, daha huzurlu yarınlar için, çocuklara bırakacağımız güzel bir gelecek için, daha güçlü ekonomi için, daha iyi eğitim için, daha adaletli yarınlar için, daha sağlıklı bir yaşam için ses çıkarmaktan korkmamalıyız. Bir kıvılcımla başlar tüm yangınlar. Dilerim ki Tarkan'ın İzmir'de tutuşturduğu ateş gelecek için yolumuzu aydınlatır. Nice güzel yüz yıllar kutlamak dileğiyle... Okuyan gözlere sağlık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazın bakalım 😎