Gain, Tuba Büyüküstün ve Halit Ergenç'in başrollerinde olduğu mini bir dizi çekeceğini söylediğinde büyük heyecan yaratmıştı küçük kalbimde. Neticede dün sükun içinde kalabileceğimi düşündüğüm bir an, kendimi tüm dünyadan soyutlayarak diziyi izlemeye başladım. Mini dizi olmasının verdiği yetkiye dayanarak da hemen izleyip bitirdim. Uğrunda bir şeyler yazılıp çizilecek şeyler oldu mu, bırakamıyorum. Öyleyse biraz dedikodu...
Dizinin dijital platformlarımızdan Gain'de yayınlandığından giriş paragrafımda bahsetmiştim zaten. Biraz detaylandırmamız gerekirse dört bölümden oluştuğunu, bölümlerin yaklaşık yarımşar saatten hayatımızda yer aldığını ekleyeyim. İki saatlik şahane bir film olacakken dört bölümlük şahane bir dizi olmuş. Halit Ergenç ve Tuba Büyüküstün, eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, Ferzan Özpetek'in İstanbul Kırmızısı'ndan (ne kadroydu be! adeta bana özel yapılmış bir castı vardı) sonra ilk kez bir araya geliyor. Ama uyumlarında hiçbir çiğlik yok. Sanki yıllardır izliyoruz gibi yadırgama olmadan izlettiler bana diziyi. Bunu da ikisinin oyunculuk konusundaki başarısına bağlamak mümkün. Dizinin konusu ise şöyle; Hakan (Halit Ergenç), ana akım medyadan, muhtemelen birinin kuyruğuna basıp, şutlanmış bir politika yazarıdır. Kendisine magazin röportajları işi verilerek tabir yerindeyse itin g*tüne sokulmak istenmiştir. Manolya (Tuba Büyüküstün), romantik komedilerde sıkça karşımıza çıkan bir oyuncudur. Lay lay lom, hiçbir şeyi kafasına takmaz görünen, güzelliği ile baş döndüren ama yalnızlığı kendine zırh olarak giymiş bir kadındır. Hakan'a, Manolya ile röportaj işi verilmiştir çalıştığı yer tarafından. Önce bir mekanda sonra da Manolya'nın evinde röportaj yapılmaya başlanır, ama röportaj yapılabilir mi? İşte spoiler verilecek noktaya geldiğimiz için buradan sonrasını bir zahmet Gain'den izlemenize bırakıyorum.
Manolya'nın evine geldikten sonra Hakan ve Manolya, günümüz dünyasına güneş gibi doğan konuşmalar yaparlar. Aşka, gerçekliğe, yaşama, ölüme, özetle hayata dair her şeye dair bir sohbete girerler. Bu sohbetler zaman zaman flörtleşme ve yakınlaşmaya dönüşür. Ama "sen şöyle bir kadınsın" ve "sen de şöyle bir adamsın" başlıklı diyaloglarda boş atılan tek bir cümle olmadı benim gözümde. Bilhassa Manolya'nın ikinci bölümde erkeklere dair yaptığı genelleme içerikli bir tiradı vardı ki, diziyi durdurup twitter'da paylaşma ihtiyacı hasıl oldu bünyemde. İkili ilişkilerle ilgili değil yalnızca, gençlik/yaşlılık, güzellik/zeka, evlilik/ilişki/cinsellik gibi birbirini hiç tanımayan iki insanın hiçbir tabu olmadan her şeylerini konuşabilmeleri çok gerçekti mesela. Bazen, seni çok iyi tanıyanlara değil de tanımayanlara karşı daha dürüstsündür, daha açıksındır ya, işte öyle bir şey... Tek mekan, tek plan, iki oyuncu, sadece diyalog üzerinden yürüyen dolu dolu iki saat. Bir saniyesinden bile pişman etmeyen, bir saniye bile kaçırmadan izleten bir eser olmuş. Ekin Atalar'ın senaryosuna şapka çıkarılır. Zira hayatı böyle gözlemleyebilmek ve aslında birçoğumuzun fikirlerini bir araya getirip metine döküp izlenebilir hale getirebilmek takdire şayan. Aslında Röportaj isimli bir filmden esinlenildiği çok bariz ama diyaloglar günümüz dünyasına ilişkin olduğu için tamamen uyarlama diyemeyiz. Bu yüzden senaryonun kuvvetli olduğunu söylemeliyim. Zeynep Günay'ın yönetmenliği de keza öyle. Manolya'nın evinden izlediğimiz ikiliyi yanımızda sohbet ediyorlarmış gibi gördük dizi boyunca.
Düşündürdü, gülümsetti, kilitledi, çarptı, anımsattı... Bu yüzden ıskalanmadan izlenmeli bence. Neticede hayatta bazen de Sezen Aksu'nun dediği gibi; Belki de Aşk Lazım Değildir... Fragmanla bitiriyorum. İzleyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazın bakalım 😎