Günlerden Galatasaray #7

Takımın üstünde bi beceriksizlik var Allah etmeye. Kaleye kadar gidip sonucu bulamamak çok sinir bozucu. Özellikle Garry'nin "gol atacağım" inadı yüzünden hiç olan kaç pozisyon var sayamadım. Garry'nin üzerine oynanan oyunu da eklemek lazım bu noktada. Ceza sahası içinde/dışında sahanın muhtelif yerlerinde öyle çok faul yapıldı fakat o fauller o kadar sayılmadı ki şaşkınım gerçekten. Hakemlere teknolojinin de işlemediğini görmüş olduk böylece. İnsanların kötü niyetli olunca böyle oluyor sanırım. Neyse. Konuşulması gereken asıl mevzu Hocamın yaptığı rotasyonların tutup tutmadığı. Takım galip geldiği sürece kimse itiraz edemeyecektir, öte yandan bu oyunla Şampiyonlar Ligine gidersen sulu götürür susuz getirirler adamı. Hiçbir rakibi küçümsemeyelim tamam, öte yandan Galatasaray bu maçları da gerilmeden tık tık tık oynayıp geçsin, geçmeli artık. Motivasyon açısından mühim, oyuncuların kendilerine güvenmesi açısından mühim, iç sahadaki yenilmezlik serisi açısından mühim, ligin üst sıralarında kalmak açısından mühim... Daha kaç neden sayılır kim bilir... Biraz daha derli toplu ve ileriye dönük oynamak lazım. Maçın tek golü Maicon'dan geldi. Serdar ve Ömer'i beğendim. Özellikle Ömer, Yuto'nun rotasyonu ve arada dinlendirilmesi açısından önemli bizim için geniş zamanda. Şimdi önümüzde Porto maçı var. Dilerim güzel bir sonuçla döneriz Portekiz'den. YÜRÜYEDURUN!

Agatha'nın Anahtarı | Ahmet Ümit

Okumadığım Ahmet Ümit kitaplarından biriydi Agatha'nın Anahtarı. Sanıyorum ilk kez 99'da basılmış, bu yazıyı okuyan birçok kişiyle hemen hemen yaşıt olan bir eser. Ahmet Ümit'in ilk kitaplarından biridir sanıyorum. Çünkü kitapta inceden bir acemilik hissediliyor. Kitap Ahmet Ümit'in daha önce okuduğum Şeytan Ayrıntıda Gizlidir kitabını andırıyor epey. Ondaki gibi kısa kısa hikayeler var. Bugünkü kitaplarda başkomiser olarak okuduğumuz Nevzat, kitabın yazıldığı dönemlerde komiser ve Ali de yeni göreve başlayan bir polis memuru olarak karşımıza çıkıyor. Seri kitaplardaki karakterlerin zaman içindeki gelişimini bir yeni bir eski kitap okuyunca daha net görmek mümkün. Kitaptaki hikayelerden birinde mesela sevgilisini öldüren bir kadınla ilgili Ali diyor ki "bir kadın tarafından bu kadar sevilmeyi isterdim". Bu cümleyi okurken Zeynep'i düşünüp istemsiz şekilde tebessüm ettim. Kitaptaki hikayeler birbirinden bağımsız. Neticede cinayet masasının çözdüğü birçok farklı türde cinayet var. Gerçekten kader mahkumu olanlar, gerçekten cani olanlar, gerçekten sevdiği insanı öldürenler... Ne ararsan var denecek cinsten. Durup düşününce biraz da haber takip ediyorsanız hikayelerin aslında sadece hikaye olmadığını fark ediyorsunuz. Özetle keyif alınan bir Ahmet Ümit kitabı daha attım koleksiyonuma. Kitabın bendeki baskısı Everest Yayınlarından, 148 sayfa ve 16 TL.

Üstü Kalsın | Cemal Süreya

Müthiş bir adam Cemal Süreya. Yazdığı her şiirde, satırda, kelimede, harfte bir başka anlam buluyorum okurken. Sözleriyle beni bu kadar çarpan ikinci bir yazar daha var mı bilmiyorum. Sevda Sözleri kitabında seçme şiirleri vardı onu okumuştum. Üstü Kalsın da Sevda Sözleri gibi seçme şiirlerinden oluşan bir kitap. Önceki kitapta gördüğüm şiirleri anımsama fırsatı buldum Üstü Kalsın'da. Ayrıca ilk kez gördüğüm şiirleri de vardı. Okuduğum uzun romanların, hikayelerin, denemelerin arasına şiir kitapları serpiştirmeyi seviyorum. Cemal Süreya olunca ise daha çok... Kitaplarda şiirlerin sıralamasını kim yapıyorsa bu işi iyi biliyor. Gittikçe yükselen bir duygulanma ile okudum zira. Özellikle son iki şiirinde geçen; 
"bir kez daha diyeyim: Özenle katlanmış bir mendil gibisin. Sil beni n'olur kırk yıllık pasım gitsin."
ve;
"Pencereden bakmayı öğreteceğim sana. Sesin balkonda asılı çamaşırcasına havalansın dursun sokakta değil balkonda..."
mısraları ile kalbimi eritti. Dilerim daha çok şiirini okur hatta hafızama alır sıklıkla düşünür ve belki de başka başka anlamlar çıkarırım. Cemal Süreya, yattığın yer nur olsun, sevdiğini senin kadar güzel anlatan çok azdır herhalde... Kitabın bendeki baskısı Yapıkredi Yayınlarından, 120 sayfa ve yalnızca 6 TL. Okuyun lütfen.
 
 
 

Günlerden Galatasaray #6

Şampiyonlar Ligi dönüşü konsantrasyon eksikliği mevzusunu Hoca dillendirmişti zaten. Bunun farkında olup bile bile şu oyunu ortaya çıkarmak çok enteresan. İşler istediğimiz gibi gitti aslında Akhisar'ın attığı gol ofsayt olduğu için iptal edildi arkasından penaltı verildi falan... O penaltıyı gole çevirse Garry, kilit açılacak tık tık tık golleri sıralayıp geçeceğiz. Ama takımda duran top krizi başladı yine. Duran top kullanabilecek kişileri düşünüyorum aklıma Selçuk dışında kimse gelmiyor. İkinci mevzu da şu deplasman fobisi diye Tudor döneminden beri uydurulan tabir. Allahın aşkına futbolun içerisi deplasmanı mı olurmuş? Deplasman maçlarında top oynayan adamlara daha az/fazla para mı veriyorlar? Hayır. O zaman çıkıp çatır çatır oynayacak herkes. Sadece Yuto'nun çabasıyla bir şey olmayacak bunun farkına varılması lazım. 6 haftada 2 mağlubiyet için yangın çıkarmak doğru değil ama teşhis ne kadar erken olursa o kadar kolay çıkarız bu kendi kendimize yarattığımız çukurdan. Akhisar'ın kalecisi Fatih gecenin adamıydı tüm kalbimle kutlarım. Akhisar'a 3-0 yenildik biz dün akşam ve bu olay dün akşamda kaldı. Cuma akşamı Erzurum maçını kazanıp devam edeceğimizi diliyorum. YÜRÜYEDURUN!

Karmaşık Duygular | Stefan Zweig

Bir süredir elimde gezdirdim kitabı. Aslında sıkıldığım veya akmadığı için değil okuyamadığım için gezdi benimle. Gezdi diyorum çünkü kurban bayramıydı, iznimdi derken fırsat yaratamadım kitap okumaya ki bu benim için büyük bir kayıp oldu gerçekten. Kitapta 7 adet hikaye var. Bunlar; Ormanın Üzerindeki Yıldız, Erika Ewald'ın Aşkı, Unutulmuş Düşler, Alacakaranlık Hikayesi, Zıt İkizler, Bir Yüreğin Çöküşü ve kitaba da adını veren Karmaşık Duygular. İlk hikayeden itibaren kademe kademe yükselen bir güzelleşme var. Muhtemelen farklı zamanlarda yazılmış hikayelerin bana en çok dokunanı Karmaşık Duygular oldu. Zweig'in yalnızca insani duyguları ve profilleri değil aynı zamanda doğa ve çevreyi de betimlemedeki üstün başarısını her seferinde dillendirmeden geçemiyorum çünkü beni büyülüyor. Kitaptaki her hikayenin atmosferine bu kadar kolay şekilde çekilebiliyor olmak ve aslında kurgu olan bu kahramanları ete kemiğe bürünmüşçesine karşımda görüyorum adeta. Bilhassa son 3 hikayede epey keyif aldım. Zweig'i seviyorum zaten ve beni avucunun içi kadar iyi bilen birinin de dediği gibi eğer seviyorsam ilkokul günlüklerini bulsam onu bile alır okurum. Bence siz de okuyun. İşbankası Kültür Yayınlarından çıkan kitap 264 sayfa ve 15 TL.

The Champioooooonns! #1

Aslında bu sezon Şampiyonlar Ligi serisi yapmayı düşünmüyordum. Ama dün akşam Şampiyonlar Ligi Müziği statta çalmaya başladığı anda hissettiğim duygu ve tüm vücudumda oluşan heyecan titremesi neticesinde susamayacağıma karar verdim. Gönlüm ister ki, her maç bir öncekinden daha başarılı olsun gözümün nuru Galatasaray. Spoiler alert: 3 sezon ardından ilk Şampiyonlar Ligi maçının, 3 puanının 3 golle gelen galibiyetin hatırına biraz fotogaleri gibi olacak. Başlıyorum öyleyse.

Günlerden Galatasaray #5

Ligin lideri namağlup unvanı ile Kasımpaşa'ydı 4. haftanın sonunda. 5. haftanın açılış maçı ise ligin en çok gol atan ve en çok puan toplayan iki takımı arasında oynandı (baykuşları geç). Maçın ilk yarısında iki takımın da birbirini tarttığını söyleyebiliriz. Ama devre arasında Hocam'ın tabiriyle "yaşanan bir süreç" neticesinde Eren, Garry x2 ve Henry'nin golleriyle 4-1 kazandık maçı. Galibiyet, ligin liderine karşı galibiyet, dört golle gelen G4L4T4S4R4Y galibiyeti çok güzel evet. Fakat bu maçın çok güzel olmasının asıl sebebi Hocam'ın tercihleriydi. Hani bazı maçlarda yaptığı tercihlerle mağlubiyeti teknik direktör getirir de "maç sana yazar hoca" deriz ya yorumlarken, işte bu maç da Hocam'a yazar, ama tersten. İnsanların car car yabancı sınırı kaldırılsın diye konuştuğu ve başka hiçbir dertlerinin olmadığı ortamda Hocam durur mu yapıştırır cevabı 6 tane yerli ve bunlardan biri defansın göbeğinde hem de 2000 doğumlu... İşte birileri çenesiyle iş yaparken efsane, imparator, hoca böyle olunuyor. Görsünler de feyiz alsınlar. Türk futbolunun geleceği emin ellerde kimsenin endişesi olmasın. Bu arada ilk yarıdaki oyun, forvet eksiği falan gibi mevzuları merkeze alıp "Terim Balı" falan diye bik bik eden kuşlara aldırmayın. Eksiklerini böyle kapatacaklar napsınlar... Hoşgeldin liderlik. Şimdi sıra esas sınavda. Şampiyonlar Liginde de YÜRÜYEDURUN!

Karanlıkta denize girmek

Ölmeden önce yapılacaklar listemden bir madde daha sildim geçtiğimiz hafta yaptığım tatilde. Bizim tatil ekibi biraz kalabalık. 3 aile totalde 14-15 kişi falanız çoluk çocuk. Plan şöyle, sabah çıkılacak, mekana gidilecek, gidilince oradan ev tutulacak, eve eşyalar atılacak ve denize gidilecek. Evdeki hesap çarşıya uydu mu tabii ki uymadı. Biz çıktık evden, mekana gittik, tüm evler dolu olunca akşama kadar fıldır fıldır ev aradık. Çocuklar deniz deniz yan çizmeye başladı bu arada. Yan çizen çocuklardan birisi benim ki 31 yaşında bir ihtiyar bir çocuktur güzel ruhum. 

Bu ev bulamama durumu bize yaradı. 6-7 gibi bizi artık sahile attılar siz kalın burada biz ev bakalım diye, indik sahile giydik mayoları girdik denize. Bunlar evi buluncaya kadar tabii saat ilerledi hava karardı. Biz sudan çıktık mı tabii ki hayır! Napalım üşüyelim mi?! Neyse böylece karanlıkta denize girmek hayalim de tamamlanmış oldu. Aynı maddenin yağmurlu havada denize girme bendini de kovalamaya devam edeceğim. İnşallah ömrümün modern kölelik dönemini atlattıktan sonra o klişe hayal olan sahil kasabasında emekliliği yaşamak kısmet olur. Yazcılık kazanacak. 

Bi'milyoncu | Onay Durgun

İşler Güçler ve Kardeş Payı'nın yazarlarındandı Onay Durgun. Selçuk, Murat yahut Emrah gibi başka işler de yaparak çok ön planda olmadı hiçbir zaman. Sessiz sedasız ortak işlerde görev yaptı, çekildi köşesine. Bu yılın başında ise Bi'milyoncu kitabını sürdü piyasaya, bildiğim kadarıyla kendisinin ilk kitabı. Kitabın ön sözü Selçuk Aydemir imzası taşıyor. Kitap Adnan isimli bir muhasebecinin, çalıştığı şirketin hesabından kaybolan 1 milyon liranın kendisine yaşattığı olaylardan bahsediyor. Kitabın adını gördüğümde aklıma gelen ilk şey kitaptaki hikayenin artık her mahallede çiğ köfteciler gibi türeyen bi milyoncular ile ilgili olduğuydu. Öte yandan kitabın arkasını çevirip arka kapağını okuyunca, birebir cümle şöyle; ".... ve kitap bir Bi'milyoncu'da geçmez." aslında Onay Durgun'un yapmayı bildiği işin, eğlendirmenin ve ters köşenin daha kitabın adından başladığını keşfettim. Tatile giderken yanıma almıştım ve bir bölümünü giderken bir bölümünü sahilde bir bölümünü de dönerken okuyarak bitirdim. Kahkahalarla güldürmese de epey gözlerimi devirmeme sebep oldu Adnan isimli yaşam formu. Bu ekolün işlerini seviyorsanız muhtemelen bu kitabı da seversiniz. Kitap Tefrika Yayınları tarafından basılmış, 160 sayfa ve 18 TL.

Günlerden Galatasaray #4

Geçen hafta 6 gol atıp kazanırken skorla gaza gelme diye kendime söyledim sürekli. Elimde değildi elbette. Trabzon maçının bu kadar keskin bir skorla biteceğini düşünmüyordum. Bu deplasmana 1 puan yazardım sanırım en fazla. Dört gol yemiş olmak çok acı ama bunun sezon başında olması geri dönüşünün olduğu anlamına geliyor ve çok da takılmamak lazım. Maça dair söylenecek çok fazla şey yok sanırım. Takımda şu çok iyi diyebileceğim tek bir kişi yok yazık ki... Öte yandan çok kötü diyebileceğim iki kişi var. Öncelikle Belhanda; bu takımda kalbimin ısınmadığı bir futbolcunun başarılı olamadığına çok şahit oldum. Bir şekilde toparlanır diye bir senedir bekliyoruz. Ben yıldım artık. Böyle bir maçta, takım yenikken ama geri dönebilecekken, takımı yolda bırakıp kırmızı kart gören bir insana tahammül etmek istemiyorum. Hocam en iyisini bilir ve düzeltecektir bu durumu. Diğer isim ise Maicon. Yediğimiz dört golün dördünde de hatası var. Aklı dağınık, kafası burada değil gibi. Gerçek bir savaşçı olduğu her halinden belli olan bir adamın daha çok sorumluluk alıp oyunun içine girmesi ve giydiği 3 numaranın hakkını vermesi gerekiyor artık. Şimdi milli takım arası var. İnanıyorum ki dönüşte daha arzulu bir takım izleyeceğiz. Yürüyedurun aslanlarım!