Zweig'ın bu biyografi işini ne kadar iyi kotardığını daha önce Kendileriyle Savaşanlar ve Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar kitaplarında anlatmaya çalışmıştım. Aslında bu kitaplara biyografi demek de ne kadar doğru kestiremiyorum şimdi. Çünkü şurada doğdu, burada büyüdü, şunları yazdı gibi anlatmıyor Zweig yazdığı insanları. Onların hayatlarından ziyade düşündükleriyle ilgileniyor. Mesela bu kitapta Balzac, Dickens ve Dostoyevski'den bahsediyor ya, mesela Balzac'ı Napolyon gibi dünyaya hakim olma düşüncesiyle anlatıyor, Dickens'ın neşeli bir romantik olmasından dem vuruyor, Dostoyevski'nin ise diğer iki yazarın tam tersine didaktik bir tarafı olduğunu söylüyor. Dostoyevski'den çok etkilendiği aşikar. Çünkü kitabın yarısında Balzac ve Dickens varsa diğer yarısı -belki de fazlası- Dostoyevski var. Kitabın başında Zweig tarafından yazılan önsözde beni düşünmeye sevk eden bir bölüm mevcut. Birebir sözler olmasa da şöyle diyor Zweig; biri Fransız biri İngiliz biri Rus üç büyük yazarı konuşuyoruz evet, fakat aynı derecede bir Alman'dan bahsedebiliyor muyuz? Kitap 1919 yılında kaleme alınmış. Aradan geçen 100 sene sonra şöyle bir kitaplığıma baktım, kallavi bir Alman yazar bulamadım. Felsefede, müzikte, bilimde müthiş isimler çıkarmış Almanların edebi alanda çok da iddialı olmamalarının sebebi duygudan muaf insanlar olması mı acaba... Ve böyle düşünmek beni ırkçı yapar mı acaba... Bir kitap, kafada böyle soru işaretleri belirttiyse, iyidir. Her Zweig kitabı gibi elbette tavsiye ediyorum. Kitabın bendeki baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, 228 sayfa ve 14 TL.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazın bakalım 😎