Geçen sene bu zamanlar, Kuş Uçuşu'nun ilk sezonunu çarpılarak izlemiş ve buralara da düşürmüştüm, hatırlarsınız. İkinci sezon da 14'ünde yayına verildi ve 3 günün içinde temize havale ettim şahsen. Çok iyi dizi. Öyle bir şekilde bitti ki 3. sezonunu da seneye bu vakitler konuşuruz herhalde. Böyle Sherlock gibi tek sezon tek sene gidiyor bakalım keyifli şekilde. Oooo Sherlock ile kıyasladığıma göre epey sevmişim. Biraz daha devam etmek için burada böleyim.
Öncelikle Birce Akalay için bir dakikalık saygı duruşu... Bu kadar güçlü bir karakteri böyle sağlam şekilde karşımıza çıkaracak piyasadaki birkaç kadından birisi ve ona çok yakışıyor güçlü kadın rolleri. Sezon boyunca üstüne gelmeyen tek bir karakter ve olay kalmamasına rağmen Lale Kıran'ın kendisi olarak kalması ve her şeyi yutması müthiş bir karizma örneği değil mi? Şu kadının onda biri kadar sakin kalabilseydim şu an çok farklı bir insan olabilirdim diye düşündürdü bana. Dizinin diğer baş rolü Miray Daner'e en az ilk sezondaki kadar ifrit oldum. Lale ne kadar "keşke o kadın olsam" kadınıysa, Aslı da "ne olunmazın" en güzel örneğini koymuş ortaya. Dünya bu veletlere kalacak ya, ben ona üzülüyorum. Her şeyi elde ederim, parmağımı bile oynatmadan taşları dizerim arasından yürürsünüz, ben varım ve var olmaya da size inat devam edeceğim tavrı müthiş derecede irite ediyor beni. Tamam bebeğim, sıran gelecek ama biraz sakin kalıp çalışarak mı elde etsen almak istediklerini mesela? Neticede -spoiler vermeden toparlayayım- gelip gelebileceğin yer de belli yani bu kafayla. Y kuşağı iyidir ya, Z kuşağının geçtiği yollardan onlar da geçti ama çirkinleşmeden ve belirli bir kalite ortaya koyarak. Neticede de devirmeye çalıştığınız tahtlar, yıkmaya çalıştığınız krallıklar, yani Roma bir günde inşa edilmedi. "Boomer" falan demeden önce bir saniye düşünseniz ve eleştirmek yerine anlamaya çalışsanız belki de daha başarılı olursunuz, nasıl fikir?
Lale'nin eşi Selim'e hayat veren Burak Yamantürk de dizinin ikinci favorisi benim gözümde. Eşi için çabalayan, deneyen, ama olmadığında da olmadı diyebilecek bir karakter yazık ki yalnızca filmlerde çıkıyor karşımıza. Bunu erkekler anlamında söylemiyorum, iki cins için de geçerli dediğim. İbrahim Çelikkol'un Kenan karakterine verdiği soluk, Birce ile daha önceden de oynamış olmanın verdiği birliktelikle hiç sırıtmıyor. Yalnızca bu sezon biraz daha geri planda kalmış sanki. Lale'nin gölgesinde bir karakter Kenan. Gözlerini kısa kısa ortalarda kasılarak dolaşması bir yana ilk bölümdeki seks sahnelerinde boynuna kadar kızarmış olması tebessüm ettirdi, yalan yok. Gül'ü oynayan Defne Kayalar'ın "bu kadın gerçekte de bu kadar kötü müdür" oyunculuğu alkışı hak ediyor. İrem Sak'ın Müge karakteri ise çekememezliğin, ezikliğin ve geride kalmanın insana neler yaptırabileceğinin kanlı canlı örneği adeta! E be hanım kızım kendin bir şeyler başaramıyorsan başaranlara gölge etme bari yahu! Ne hazımsızmışsın! Aslı büyüyünce Müge olur, ne bir eksik ne bir fazla. Hele böyle yalandan yaltaklanmaları yok muydu? Mide bulandıran cinsten. Böyle kadınlar var biliyorsunuz, sana aşkım canım cicim derler, sırtınızı döner dönmez de sinsiliğe başlarlar. Ve bu sinsiliği bilmenize rağmen ağzının ortasına bir tane çakamazsınız maalesef. Son olarak Nejat'ın yine belgesel tadındaki seslendirmeleri... Bir insan sadece sesiyle bile karizma katar mı içinde bulunduğu işe? Vallahi katıyor!
İkinci sezonu çekilen işler genelde ilk sezonun tadını aratır, mesela Şahsiyet'te şu an onu hissediyorum. Ama Kuş Uçuşu'nun ikinci sezonu ilk sezonun da önüne geçmiş gerginlik dozajı ve heyecan açısından. Son olarak dizinin 2. sezon -yamulmuyorsam- 5. bölümden nefis bir replikle kapatayım, ki izlerken beni çarptı ve geriye sarıp aynı sahneyi tekrar izledim. Motto olarak seçilmesi gereken tarzda bir cümle zira; "başarılar da benim başarısızlıklar da, hayat böyle bir şey, çekirdeklerini ayıklayamazsın, hepsini yaşayacaksın" Teşekkürler Meriç Acemi, sadece bu cümle için bile iyi ki yazmışsın bu diziyi! İkinci sezonun fragmanı ile bağlıyorum. İzleyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazın bakalım 😎