Serdar Kuzuloğlu'nun podcast'ini dinlerken duymuştum ilk. Sonra da sanırım Özgür Mumcu ve Eray Özer'in podcast'inde geçti bu kitap. Hayır, kitap podcast'lere özel değil elbette. Okumaya karar verdiğimde ismi bile beni cezbetmeye yetmişti çünkü başka türde şeyler okumak, yeni pencereler açmak bu sıralar okuma serüvenimin en belirgin sebepleri arasında yer alıyor. Jules Payot bir pedagog ve bu kitabı neredeyse 200 sene önce yazmış. Fakat zamanın ötesinde bir kitap olduğu için bugün okuyan beni de içine çekebiliyor. Gel gelelim kitabı okuması gereken kişi ben değilmişim, okurken fark ettim. Bu kitabı üniversite öğrencileri okumalı. Çocuğu üniversiteye giden ebeveynler okumalı. Lise ve üniversitede öğretici görevdeki insanlar okumalı. Çünkü kitabın irade terbiyesi vermeyi hedeflediği kitle, 34 yaşında, hayatının bir bölümünü kurmuş ve ilerlemiş bir kadından ziyade, eğitiminin son bölümüne başlamış, lisenin disiplininden çıkıp "üniversiteli" kafasına girince ipinden kurtulmuş eşek gibi hayata atılmak için yanıp tutuşan gençlerden oluşuyor. Öyle ki hayatımın o döneminde bu kitabı okumuş olsaydım, ki disiplinli oluşuyla ünlü bir insan değilimdir, belki de daha farklı bir hayat yaşıyor olabilirmişim diye hissettirdi. Kitap 200 sene önce yazılmış dedim ya, bugüne bakınca yalnızca fonun değiştiğini çocukların hala aynı dertlerinin olduğunu, kitaptaki 1800'lü yıllardaki Parisli gençlerle 2020'li yıllarda Türkiye'de yaşayan gençlerin aynı yollardan geçtiğini görmek dünyanın aslında ne kadar basit olduğunu düşündürdü bana. Hayat kendini tekrar edip duruyor, biz de birer fare gibi o çemberin içinde dönüp duruyoruz. Kitabın bendeki baskısı Ediz Yayınevi'nden, 200 sayfa ve 25 TL.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazın bakalım 😎