En son yazacağımı en baştan yazayım. İnsanlar olarak ne kadar güçlü hayal güçlerimiz olsa da, nasıl şahane kalemler olsak da, neler yazabilirsek yazalım, hala en sağlam hikayeler Tanrı'dan çıkıyor. Şu kitapta yazanlar kurgu da olsa gerçek kaynaklı olmasa, bir insanın zihninden peyda olsa, yok artık der ve fantastik/ütopik türe sokar geçeriz. Ama bu kitapta yazanlar gerçek, gerçekten yaşanmış, üzerinden geçen yaklaşık 80 yıla rağmen halen izleri görülebilecek kadar büyük bir vahşet içermiş. Kitapla ilgili kısa bir özet geçeyim; Nazi Almanya'sında Yahudilerin toplandığı bir kamp. Genç bir kız yasaklara rağmen eldeki kırık dökük birkaç kitaptan sorumlu oluyor ve bu görevi hayatının anlamı olarak görmeye başlıyor. Yemek sınırlı, yatacak yer problemi var, hijyen zaten hak getire, neredeyse içecek su bulamıyorlar ama o birkaç kitap, hayatına mana getiriyor Dita'nın. Kitabın bendeki baskısında 395. sayfada bir bölüm var bunula ilgili. Hayatın sürmeye devam edebilmesi için vücudun tek ihtiyacının yemek, içmek, barınmak olmadığı; kültüre de ihtiyaç duyulduğu ve bunun da insanı somon, zebra veya misk öküzünden ayırt etmeye yaradığından bahsediliyor. Kitabın birçok sayfası gibi bu bölümü de çarpılarak okudum. Ve elbette birçok sayfayı da gözlerim dolu dolu... Tüm kalbimle söyleyebilirim ki Auschwitz Kütüphanecisi, bu sene okuduğum en iyi kitaptı. Ki çok sevdiğim Livaneli'nin yeni kitabı olan Kaplanın Sırtında da bu sene tezgahından geçti, o şerhi de düşeyim. Kitabın bendeki baskısı Pegasus Yayınlarından, 408 sayfa ve 150 TL. İndirim falan kovalayıp alın ve okuyun. Bu kalbe dokunan hikayeden hiç kimse mahrum kalmasın dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazın bakalım 😎