Günlerden Galatasaray #4

Ekranla bi 5-6 dakika bakıştık. Bu maça dair ne yazabileceğim üzerine düşündük. Bir şey bulamadık açıkçası. Ki zordur benim söyleyecek bir şey bulamamam ve böyle durumlarda da bir gülücükle devam ederim. Şu an gülümsemek bile gelmiyor içimden. Gerçekten böyle bir takımın, fotoğrafta görüyorsunuz kusursuza yakın kurulmuş bir takım olduğunu düşünüyorum, oynadığı 4 tane 90 dakikalık maçta yalnızca 2 gol bulabilmiş olmasını ben kendime açıklayamıyorum. Şanssızlık mı, kısmetsizlik mi, beceriksizlik mi nereye koysam olmuyor. Defansif anlamda işler yolunda bence. 4 maçta 2 gol bulduk evet ama tek gol yedik ve alarm halinde de değiliz. Marcao'nun gidişinden sonra Abdülkerim ile Victor'un uyumu, yeni başlamış olsalar da tatmin edici görünüyor. Bunun en büyük sebeplerinden birisini de Sacha olarak görüyorum kendi adıma. Bir bekten ne beklenmesi gerekiyorsa karşılıyor. Takımdan ayrılmasının gündeme gelmesi üzücü açıkçası. Takımın parlayan yıldızı yine Mertens oldu. İlk geldiği günden beri içim ısınmıştı zaten bu adama ama sahada basmadık yer bırakmıyor oluşu, bir defansta bir ofansta kendini paralayarak savaşması çok hoşuma gidiyor. Sacha sahanın en iyisiyse benim gözümde Dries da ikinci sırada yer alıyor. Bir de skor elde etse hemen uçuşmaya başlayacağım şahsen. Neyse, bu hafta da böyle geçsin bakalım. Gol kısırlığı elbet bir gün kırılacak, bu takım bir şekilde elbet goller bularak galip gelecek. O gün geldiğinde şampiyonluk şarkıları söylemeye başlayacağız. Sabredelim. Yılmadan oynamaya devam edelim şimdilik yeter. Zaten ikinci yarılarda açılıyor bu takım artık fıtratına işlendi, yapacak bir şey yok. DEVAM!

Tepenin Laneti | John Verdon

İçimde heyecana, gerginliğe, kaosa karşı bastırılamaz bir meyil olduğunu fark ediyorum bir süredir. Bunu en çok tetikleyen şeylerden birisi ise polisiyeye olan merakım. Film, dizi, kitap hiç fark etmiyor. Polisiye bir eser gördüğümde yapışıp kalıyorum. Verdon'ın, David Gurney ismini verdiği, yeni kitaplarında emekli olarak karşımıza çıkan, polis karakterin serisine ait okuduğum 7. kitap oldu. Her kitapta olduğu gibi keşke film olarak da izlesem diye düşünmeden edemiyorum. Potansiyeli yüksek, çarpıcı ve gerginliğin bir an bile düşmeyeceği bir iş olacağından neredeyse eminim. Kitap, Gurney'in bir dönem birlikte çalıştığı Mark'ın işlenen vahşice bir cinayetin soruşturmasına göz atmasını istemesiyle başlıyor. Hemen hemen her polisiyede olduğu gibi işler asla tahmin edilen şekilde gitmiyor elbette. Kitaptaki cinayetleri çözmeyi kovalarken ne vaktin ne de kitabın nasıl akıp gittiğini anlamıyorsunuz bile. Teo'nun Zamparanın Ölümü şarkısında bir mısra vardır; "her filmden kitaptan bir rol seçerdi" diye. İşte o bensem eğer, Tepenin Laneti'nde en sevdiğim karakter Hardwick oldu. Gurney'in eski ortağı, tam bir zeki, serseri, ukala ve hafif de ağzı bozuk. Adeta kendimden bahsediyorum :) Neyse, kitabın bendeki baskısı Koridor Yayınlarından, 465 sayfa ve 60 TL. Bu türe ilginiz varsa, seriye hakimseniz öneririm. Ha seri demişken, bu bir seri evet. Çünkü aynı karakterin farklı cinayetleri çözüşünü takip ediyoruz. Öte yandan birbirini takip eden bir seri olmadığından şu sırayla okuyun diye bir iddiam yok tabii ki. 

Kaplanın Sırtıda | Zülfü Livaneli

Bir Livaneli kitabı daha ve ben yine çarpılmış gibiyim. Bu adamın dilinde, kaleminde, anlatımında, üslubunda bir şey var adın koyamıyorum. Yazınını üzerine doladığı konu ne olursa olsun beni içine çekiveriyor. Okurken kayboluyorum. Aslında tarih konusuna pek meraklı değilimdir, özellikle de "acaba hala bizim olsaydı nasıl olurdu" diye düşündüğüm Selanik'in, Balkanlar'ın kaybedildiği, o görkemli imparatorluğun çöktüğü, yönetimin halka sırt çevirip direnmeden, savaşmadan, denemeden bile yalnızca kendilerini kurtarmak için yüzyıllarca yönettikleri her şeyden vazgeçtiği o malum döneme, 20. yüzyılın başlarına, asla! Ama Livaneli Abdülhamit'in sürgünü ile ilgili bir kitap yazmış cümlesini okuduğum andan itibaren kitabı okumak için deli bir heyecan duydum ve yüksek beklentimin kesinlikle altında kalmayan bir kitapla karşı karşıya kaldım. Kitap Sultan Abdülhamit'in tahttan indirilmesini müteakip Selanik'te bir konakta sürgün hayatının anlatımıyla başlıyor. Ailesi dışında muhatap olduğu tek kişi Atıf isimli bir doktor ve kitabı aslında Atıf'ın anlatımı ile okuyoruz. Tamamı gerçek karakterler ve Livaneli'nin tabiriyle "tarihin izin verdiği ölçüde bir kurgu" şeklinde kaleme alınmış. Yer yer kitabın geçtiği dönemde Mustafa Kemal'e atıflar yapılıyor ki itiraf etmem gerekirse en çok Gazi'nin adının geçtiği yerleri sevmiş olabilirim. Kitapta en duygulandığım yerlerse elbette Selanik'in düştüğü bölümlerdi. Nasıl göz göre göre teslim edilmiş, sonucu bilmeme, bu konuda belki de yüzlerce okuma yapmama rağmen hala farklı olmasını hayal ediyorum kendimce. Kitabın sonunda bir de Spotify linki verilmiş. Kitaba ilişkin Sırrı Süreyya Önder ile Livaneli'nin yaklaşık 50 dakikalık yaptıkları bir de sohbet var ki kitabı bitirir bitirmez keyifle dinledim, size de böyle yapmanızı öneririm naçizane. Livaneli söz konusuysa çok objektif bakamıyor olabilirim ama kitap güzel. Iskalamamanızı öneriyorum. Bendeki baskı İnkılap Yayınlarından, 324 sayfa ve 85 TL. Fiyatın farkındayım, indirim kovalayın ve alın. Böyle kitaplar her zaman denk gelmez. Son olarak kitabın sonunda İlber Ortaylı, Taner Timur ve Ali Yağcıoğlu gibi kallavi isimlerin kitap hakkında övgüleri var ki 4 sene üzerine çalışılmış bir kitap olarak hiç de altı boş bir iş olmadığını yalnızca arka kapaktan bile anlayabilirsiniz. Bence okuyun.

Günlerden Galatasaray #3

Oooo deplasman takımı, alırım bir dal... 270 dakika oynayıp 2 gol atıp 6 puanı almak hem iyi hem kötü geliyor bana. Özellikle ilk yarı ile ikinci yarı arasındaki farkın gece ile gündüz kadar farklı olması çok enteresan. Halbuki tek değişiklik Emre ile Dries oldu, biliyorsunuz. Bu kadar etkilemesi takımı tek bir değişikliğin beni şaşırtıyor. Olumsuz anlamda elbette. Yani golü atmak, galip gelmek elbette güzel. Öte yandan maç içinde bile istikrarsız olursa bu takım, bitmek bilmeyen bir sezon daha izleriz gibi. Zira Bafe her maçta şapkadan bir tavşan çıkaramayabilir. Enseyi karartmamak lazım yine de. İkinci yarıdaki baskılı oyunu tüm maça yayabilirsek, bu ateşe kar dayanmıyor görüldüğü üzere. Dünya Kupası arasına kadar toplayabildiğimiz kadar puan toplayıp form tutarsa bu takım, turnuva dönüşü zaten olacaklar malum. İkinci yarılarda cayır cayır kazanarak yürüyor bu takım şampiyonluğa, umuyorum bu sezon da öyle olur. Üç maç sonunda beni takımda en çok şaşırtan şey Yunus'un performansı. Sanki pasif kalıyor, istediklerini yapamıyor veya oyuna kendini veremiyor gibi hissediyorum. Belki de beklentim çok yüksek olunca beklentimin altında kalıyor da olabilir, yani sorun onda değil bendedir. Galatasaray, Ümraniye deplasmanından Bafe'nin golüyle 1-0 galip ayrıldı. Ve maçın hakkı elbette yukarıdaki fotoğraftı, ama ben aşağıdakini de arşivlemek istedim :) Yürüyedurun!



Batı'nın Deli Gömleği | Attila İlhan

Attila İlhan'ı bir şair olarak okumayı çok seviyordum zaten ama bir köşe yazarı olarak hiç okumamıştım. Listeme nereden çevrimiçi oldu hiç hatırlamıyorum ama iki siyasi kitabıyla dahil oluvermiş ben fark etmeden. Kitaplığa girmiş, sonra da kucağıma düştü. 1976-1979 yılları arasında yazdığı köşe yazılarından bir derlemeyi içeriyor kitap. Sıklıkla dönemin hükümetlerini, o dönemki adıyla ortak pazar fikrini, Amerika'nın Türkiye üzerinde kurmaya çalıştığı tahakkümü, Almanya'nın dost görünen hallerini, Dünya Bankası'nın zararlı yönlendirmelerini ve tabii ki yoğun şekilde de emperyalizmi eleştirmiş bu yıllarda. Ayrıca dönemin Arjantin'ine ve askeri cunta tarafından yönetilen Yunanistan'ına da sıklıkla göz kırpıp Türkiye ile kıyaslamış. Aslında eleştirdiği şeyleri okurken hep şunu düşündüm; kitabın yazıldığı yıl 79. Biz şu an 22'deyiz. 45 sene mi olmuş? 45 senede gerçekten bir arpa boyu yol alamamışız. Hala enflasyon ile boğuşuyor bu ülke, hala Amerikan tahakkümüne direnmeye çalışıyor (direnmek mi?), hala petrol fiyatları çok yüksek, hala paranın devalüe edilme riski mevcut, hala iktidar ve muhalefet yer değiştirse de ülkede pek bir şeylerin değişmeyeceğini düşündüren olaylar yaşıyoruz. Sanıyorum bu ülkede yaşamanın cilvesi de bu. Sürekli kendini tekrar eden bir döngü içinde, fakat bu döngüyü kırabilecek gücü yok. Neyse, kitap çok keyifli ama tam heyecanlı yerde bitiyor. Yakın geçmişin en önemli yıllarından birisi olan 1980'e gelince yani. Asıl 80 sonrasını okumak isterdim İlhan'ın kaleminden. Tertemiz oturturdu herkese diyeceği lafı kesin... Yattığı yer nur olsun. Kitabın bendeki baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, 506 sayfa ve 60 TL. 

46 Yok Olan | 2016

Çok uzun süredir izlemeyi isteyip bir türlü denk getiremediğim bir diziydi 46. Erdal Beşikçioğlu oynuyordu ve benim merak etmem için bu kafi bir detaydı. BluTv'de yayınlandı, televizyona çıkacak denk gelir mi diye kovalayıp dururken yeniden bir Netflix gecesinde kendisiyle tanışarak izlemeye başladım. Hafta sonu bitirdikten sonra da adetim olduğu üzere buralara koşarak konuşmaya geldim. Haydi başlayalım.

How To Get Away With Murder | 2014 - 2020

Taze biten en favori dizim için bir, iki, üç dakikalık bir saygı duruşu yetmez, beş dakika lazım en az. Buradan başlayayım. Arada Netflix'te denk gelip ilk bölümüne bile tahammül edemediğim onca iş olabilirken, Cinayetten Nasıl Kurtulunur (kurtulunmak?) isimli bu şahane işi haftalardır dirhem dirhem izleyerek dün gece itibariyle bitirdim. İsterim ki kimse mahrum kalmasın. İsterim ki gözü buraya takılan birisi daha bu diziyi izleyerek benim gibi gülümseyebilsin. Hak ettiği değeri görsün. Gelin anlatayım.

Günlerden Galatasaray #2

Olmadı, Giresun'a sezonun ilk iç saha maçında 1-0 mağlup olduk. Çok hırslı, çok istekli, çok galip gelme, çok bayram havasındaydık. Belki de bir parça şımarık... Eh, futbol da böyle romantizm kokan hareketleri kaldırmıyor pek. Aksiyon istiyor, akıl istiyor, gole yürüyebilmek istiyor. Yapamadık. Yani ilk maçtan çok enseyi karartmaya gerek yok, evet dün epey kızdım, üzüldüm hatta. Öte yandan yanlışları görmek için ve o "biz olduk" havasından da çıkabilmek için sanıyorum böyle bir soğuk duş hepimize lazımdı. Sepete elma toplar gibi transfer yapan yönetime de, havaalanında stattan daha coşkulu olan taraftara da, uçuyoruz kaçıyoruz müthiş olacağız diye düşünen takıma da, bu takım 54215 gol atar diyen bana da... Hatta özellikle bana. Üzerine yatıp uyuyunca daha net görüyor insan hatasını. Müthiş işler yapacak bu takım, buna olan inancım hala baki. Lakin biraz zamanı daha var. Oturacaklar, birbirilerini tanıyacaklar, birbirleri için savaşacaklar, birbirlerine haset gütmeyecekler ve bom! O hayallerimizi süsleyen nefis takım sahada olacak. Benim içinse dün gece bir soğuk su çarpması, bir nazar kırılması ve sezon sonu şampiyonluk kutlamaları zamanı geldiğinde hatırlanacak kekremsi bir anı olarak kalacak. Ve elbette Dries'ın ilk maçı olması. Sarı saçları ve tüm neşesiyle kalan 30 küsur maçta arzı endam edecek ve çok canlar yakacak. Tarihe not düşülsün, sonra hatırlar gülümseriz. Son sözüm; Abdülkerim'e kızılmasın. Eğer takım gole yürüyebilmiş olsaydı Abdülkerim'in hatası maçın 2-1, 3-1, 4-1 bitmesine neden olurdu ve nazar boncuğu derdik, biliyorsunuz. Bireysel hata her oyunda var. Bence bu, kabul edilir bir hata. Yeter ki kafalar bu gecede kalmasın. Yürüyedurun!

Günlerden Galatasaray #1

Bu seriyi yeniden yazmayı çok özledim. Birkaç sezon yapıp son dönemde mutsuz bitişlerin ardından uzak kalmıştım. Ama bu sezonki takım, beni heyecanlandırıyor ve bu kutlamaları da hak ediyor. Öyleyse başlayalım. Nuri Şahin'in Antalya'sını geçen sene de çok beğeniyordum. Bu maçta da defansif olarak güzel direndiler. Serilerini sürdürmelerini dilerdim, zira gerçekten iyi takım. Fakat daha çok dilediğim açıkçası kendi takımımın galibiyetle yola çıkmasıydı. Çünkü yeni kuruldu, alışma evresini sıkıntısız atlatması gerekiyor ve bilirsiniz, böyle durumlarda nasıl başlarsan öyle gider mottosu, ilk elin günahı olmaz mottosundan daha mühimdir. Maçın yıldızın yukarıdaki fotoğrafta görüyorsunuz. Kusursuz bir başlangıç yaptı sezona, dilimizi ısırdık mı? Güzel. Nando penaltı kurtardığı an maçın döneceğinin hissiyatı gelmiş olsa da galibiyet için bir devre daha beklememiz gerekiyormuş. Ne derler bilirsiniz; geç oldu güç olmadı. Maçın diğer yıldızı Yunus. Çok güzel bir kariyerin ilk adımlarını seyretmeye devam ediyorum kendi adıma. Güzel günler onu bekliyor. Son olarak Fredrik. Melo'dan bu yana beklediğimiz orta saha profili olabilir. On dakikayla değerlendirmek istemiyorum ama gösterdiği performans tatmin ediciydi. Antalya'yı Bafe'nin golüyle 1-0 geçtik. Üzgünüm Nuri, kalan maçlarının tamamını kazanmanı diliyorum. Elbette bu devre için :) Sıradaki?

Alias Grace | 2017

Takip edenler anımsayacaktır geçtiğimiz günlerde Margaret Atwood'un Nam-ı Diğer Grace kitabını okumuştum. Kitapla ilgili notlarımı güncellerken bir de dizisi olduğunu hem de dizinin Netflix'te yayınlandığını keşfettim. Kitabın akabinde diziyi de izlemek için zaman ayırdım her gün birer bölüm olmak suretiyle ağır ağır tadını çıkararak diziyi bitirdim. Bir kere dizi mini dizi 6 bölüm. Bölümler aşağı yukarı 40 dakika kadar sürüyor. IMDB puanı ben baktığımda 7.7/10 durumunda. Başrolde duru ve müthiş güzelliği ile Sarah Gadon var ama benim için dizinin x faktörü açık ara Zachary Levi oldu. Jeremiah rolü üzerine o kadar yakışmış ve o sakalları ile ekranda öyle bir arzı endam etmiş ki, yan rollerden biri olmasının yanı sıra tek kelime ile bayıldım! Dizinin konusunu kitaptan bahsettiğim sayfada zaten gördüğünüz için tekrara düşmemeye çalışacağım. 
Kitabı okumadan diziyi izlesek ne olur diye soracak olursanız işte oradan yürürüz. Zira bu diziyi izlemek için kitabını okumanız şart değil çünkü kitap nefis yansıtılmış ekrana. Uzun süredir okuduğum bir kitabı aynı zamanda zihnimde canlandırırken çekilen film/dizinin bu kadar örtüştüğünü düşünmemiştim. Dizi izler gibi değildim de kitabı izler gibiydim adeta. Bu hissi yalnızca kitap okurken acaba filmi nasıl olurdu diye düşünen benim gibi saykolar anlayacağı için teferruat veremiyorum. Diziyle ilgili tek ofsayt diyalogların arasında boğulduğunuz anlar olabilir, takılmayın. Gerekirse dinlenerek izleyin, hepsinin bir anlamı olacak, bana güvenebilirsiniz. Grace'in farklı hikayesi bir kez daha anlattı ki gerçek hayat aslında en güzel sanattır. En güzel hikayeleri barındırır, en doğru mesajları verir. Yeter ki görmeyi bilelim. İzleyin.

ps: Tabii ki sizi bu güzellikten mahrum etmedim.

Metot | 2021

Bundan tam 7 sene önceymiş. Hayatımın en keyifli yıllarından birisi olan ve her şeyin yerli yerinde olduğu, birçoğumuzun son huzurlu senesi olan 2015 yılının ekim ayı. Tiyatroya gitmeye karar verilmiş ve bizi ağırlayacak oyun Grönholm Metodu olmuş. O gün hissettiklerimi de
şuraya yazmışım elbette aksiyon kontenjanından. Peki 7 sene önceki oyun ile bugünkü başlığın ilgisi nedir? Hemen bağlıyorum. Metot, Gain'de yayınlanan 4 bölümlük bir mini dizi ve konusu da Grönholm Metodu adlı tiyatro eserinden uyarlama. Bölümler 30 - 45 dakika arasında değişiyor. Gerilim unsuru ise hiç düşmüyor. IMDB puanı ben baktığımda 8.1/10'du ki epey güzel bir puanç Dizide Serkan Keskin, Şebnem Hassanisoughi, Mustafa Kırantepe ve Sarp Aydınoğlu oynuyor. Bir şirketin satış müdürü kadrosu için yapılan mülakat dizinin asıl konusunu oluşturuyor. Alt metinde ise riyakarlığından tutun da çıkarı olduğunda her kabın şeklini almasına kadar genişleyen bir skalada sıralayabileceğimiz birçok insan defosundan bahsediliyor. Yargılıyor olmak istemem zira sanırım insanı insan yapan biraz da bu defolar. Bu defolarla nasıl başa çıktığımız yahut çıkamadığımız. Vereceğiniz molalarla 2-3 saat arasında bitecek bir iş. Kesinlikle keyifliydi fakat aynı hikayeyi tiyatro sahnesinde, oyuncuların gözlerinin içine bakıp nefeslerinin kulağıma doluşuyla izlemek gibi yüksek bir çıtaya sahip olunca benim için biraz yavan kaldı. Uzuuuun süredir tiyatroya da gitmediğimi hatırladım diziyi izlerken. Bir buçuk saatten uzun süre nefes bile almadan izlemiştik bu oyunu. Sıkılmak şöyle dursun, bugün düşünüyorum da perde arası bile vermeden izleyip büyülenmiş şekilde çıkmıştık salondan. Eski güzel günler... Neyse, dizinin konusu nefis. Oyun hala sergileniyorsa elbette gidip tiyatroda görün. Fakat artık gösterimde değilse dizi de işinizi görür.

Bir Zanaatla Beklenmedik Karşılaşma | Stefan Zweig

Zweig kitaplarının bir bitirme anı gelecek ama ben o ana kadar büyük ihtimalle her kitabından daha çok keyif almaya devam edeceğim. Bir Zanaatla Beklenmedik Karşılaşma'da kitapla aynı adı taşıyan bir hikaye, bir de Prater'de İlkbahar isimli iki hikaye bulunuyor. İlk hikayedeki zanaatkar bir yankesici. Zanaatı da cepçilik özetle. O sırada sokak keyfi yapan birisi bu adamın yankesici olduğun fark edip büyülenmiş şekilde onu izlemeye başlıyor. Hikayenin kurgusu da bu andan itibaren başlıyor. Diğer hikaye olan Prater'de İlkbahar'da ise, sosyeteden bir kadının bir davete katılamamasıyla halktan biriymiş gibi giyinip sokağa çıkması ve orada birine aşık olmasın anlatıyor. Takdir edersiniz ki içimdeki uslanmaz romantik (netflix film janrları), ikinci hikayeyi daha çok sevdi. Zaten içinden bahar geçen bir hikayeyi sevmememe imkan yok diyerek de soyadıma selamı çakarım. Kitabın bendeki baskısı İşbankası Kültür Yayınlarından, 64 sayfa ve 12 TL. Zweig sevseniz de sevmeseniz de, uslanmaz bir romantik de olsanız aksi de, bu nefis kitaba bir şans vermenizi tavsiye ederim. İlk hikayede ne kadar gerilip heyecanlanıyorsanız ikincide de o kadar gevşeyip tebessüme boğuluyorsunuz. Bunu da ancak Zweig başarır!

Adı: Aylin | Ayşe Kulin

Hepimiz ağustosa hoşgeldik. Tatlı yaz devam etsin, havalar sıcak kalmaya devam etsin, keyfimiz sağlığımız yerinde olsun. Aylin Devrimel isimli bir kadının hayatını anlatıyor Ayşe Kulin. Aylin ile çocukluk arkadaşı. Aylin bir gün Amerika'daki evinin önünde kendi arabasının altında evdeki yardımcısı tarafından ölü bulunuyor. Çocukluk arkadaşına, bu ışıklı ve müthiş renkleri olan kadına bir saygı duruşunda bulunuyor Kulin, Adı: Aylin ile. Aylin Devrimel gerçekten şahsına münhasır bir kadınmış. 40'ından sonra doktor olmaya karar verip 50'sinden sonra Amerikan ordusunun içinde yarbay rütbesi ile göreve başlayan bir kadından bahsediyorum. Kitap bana alt metinden sürekli şunu dürttü; konfor alanı diye bir şey yoktur Serap, sadece cesaret edebildiklerin ve edemediklerin vardır. İnsanların doktor olduğu yaşta doktorluk eğitimine başlayan, bununla da kalmayıp vatandaşı olmadığı bir ülkenin ordusunda verdiği ışık terapisi tedavileriyle subay olan bir kadının varlığı bu dünyadan geçtiyse, yeterince azmi gösterdiğimiz takdirde her şeyi deneyebiliriz. Yeter ki isteyelim. Kitap Kulin tarafından yazılmış birçok biyografi kitabında olduğu gibi birkaç kuşak öncesinden başlayıp Osmanlı'dan paşalara falan uzanıyor ve ana karakterin eğitimi, ilk gençliği, yaşadığı ilişkiler ve iş ilişkileriyle sürüyor. Kitabın yayınlanma tarihi 90'ların sonunda ama ben ancak okuyabildim. Ne derler bilirsiniz; her şeyin bir vakti var. Okuduğumuz her şey bir şekilde hayatımızı etkileyecekse eğer ben de Aylin kadar gözü kara ve iddialı olabilmeyi diliyorum ileride. Kitabın bendeki baskısı Everest Yayınlarından, 398 sayfa ve 85 TL.