#GünlerdenGalatasaray - Bodrumspor

Bodrumspor 0-1 Galatasaray (Michy)
Galatasaray dün akşam Bodrum deplasmanına gitti. Hafif rüzgar problemi olmakla birlikte İstanbul'da oynayacağı bir maça göre çok daha derli toplu bir havada oynama fırsatı buldu, yaşasın Galatasaray balı! Aslında bal dışında iki diğer Galatasaray özelliği daha sahadaydı dün akşam. İlki milli ara sonrasında oynanan ninni şeklindeki oyundu. Bu sezon izlediğim muhtemelen en sıkıcı maçtı. Gol kabızlığı tüm maçta etkiliydi. Biraz daha güçlü bir rakibe karşı gol atamayabilir, hatta maçı kaybedebilirdik, not düşülsün. İkinci özellik ise kötü oyunla bağlantılı. Galatasaray şampiyon olduğu sezonlarda bunun gibi maçlar geçirir ve kötü oyuna rağmen 3 puanı hanesine yazdırır. Bu da Pollyanna perspektifinden baktığımızda gayet güzel görünüyor. Maçın tek golü Dries'in asistinde Michy'den geldi. Sonradan oyuna girip çevirdiği üçüncü maç olmuş. Severiz nöbetçi golcü. Hep övecek değilim ya bir tane de eleştirim var genel oyun haricinde. Yunus'u Galatasaray'ın her kademesinde izledim. Adana'ya, İngiltere'ye gitti takip ettim. Geri döndüğünde anası babası kadar sevindim. Fakat bu maç özelinde son kararı bir türlü veremedi. Topu kazanıyor, şahane. Sürmeye başlıyor, süper. Ama çalım, çalım, çalım... artık bayıyor bir noktadan sonra. Kaleye yanaşınca daha çok şut denemeli. Galatasaray ligde oynadığı 12 maçın 11'ini kazanıp birinde berabere kalarak 34 puanla rekor bir başlangıç yaptı. Yılandan korkmam nazardan korktuğum kadar. Öyleyse ne diyoruz? MAŞALLAH! Hedef 25, yürüyedurun!

#GünlerdenGalatasaray Samsunspor

Galatasaray 3-2 Samsunspor (Victor Osi x2, Michy)
BAY geçilen haftanın akabinde bir de milli takım arası olacakmış bu maçtan sonra. Galatasaray böyle on günde bir maç yaparsa nasıl doyacağız? sorusunun cevabını hali hazırda ben bulamıyorum, bulan haber etsin. Cevap bulamadığım bir diğer soru ise bu maçta Galatasaray aleyhine çalınan iki penaltının hangi akla hizmet çalındığı oldu. İlk penaltıda Galatasaray ceza sahasında olmasak faulü Davinson lehine verecek hakem, ikinci penaltı yine ceza sahamızda olmasa faul olarak çalmazdı bile. Yine de başaramadılar. Galatasaray en önemli topçusunun yokluğunda, müthiş bir maçın yorgunluğuna rağmen, ligin en çok puan toplayan ikinci takımı konumunda olan Samsun'u 3 golle geçti. Victor'un varlığının ne kadar kıymetli olduğunu bugün bir kez daha gördüm kendi adıma. Attığı goller, kaçırdıkları, yeni gelmesine rağmen sıfır adaptasyon sorunu yaşaması çok kıymetli. Maçın adamıdır bugün benim gözümde. Attığımız gollerin yanı sıra bir de Abdulkerim ile Davinson'un birer röveşata kaçırdığı, hem de aynı dakikada, pozisyon var ki "ağğğ" nidasıyla izledim. Maçın bir diğer önemi hafta içi oynanan Spurs maçında sakatlanan Mauro'ya yapılan iade-i itibardı. Mauro için sezonu kapattı diyorlar, inanmıyorum kendi adıma. Şubat sonu, mart başı gibi dönmüş olur +/-2 hafta oynar. Atılan üç golden sonra da Mauro'nun şarkısı Aşkın Olayım'ın çalması, Mauro'nun adının anons edilmesi ve maç sonunda da üçlüye gelmesi Galatasaray'ın aile olduğunun dosta düşmana ilanıydı gözümde. Gurur duydum. Hedef 25, yürüyedurun!

ps: dün 10 Kasım'dı malum. Bu koreografiyi eklemeden geçemedim. Mustafa Kemal Paşamın ruhu şad olsun!

#GünlerdenGalatasaray - Beşiktaş

Galatasaray 2-1 Beşiktaş (Davinson, Victor Osi)
Öncelikle Cumhuriyetimizin 101. yaşını tüm kalbimle kutluyorum. Mustafa Kemal Paşam başta olmak üzere bu yolda şehit düşen tüm silah arkadaşlarını saygıyla anıyorum. 
Önümüzdeki hafta bay geçeceğimizi düşününce puan kaybı olmadan bu maçı atlatmak mühimdi. Galip gelmek derbi karnesini geliştirmek ve psikolojik olarak ileri geçmek için ayrıca mühimdi. Maçın başından itibaren üstün oynayan taraf olduk. Ligde rakibimiz yok şımarıklığına girmek istemiyorum, kibrin daha önce ayağımıza dolandığına şahit olduk zira. Hatırlayın, yine bir Beşiktaş maçıydı... Bilinci kaybetmeden sevinip geçmek lazım. Galatasaray'da maçın ismi çok net Gabriel oldu dün akşam. Öyle ince paslar atıyor ki ayağında koordinat ayarlayıcı bir düzenek olduğunu düşünüyorum. Gözüyle bakıyor, baktığı yere gidiyor top. Maşallah diyelim. Maçın henüz başında Davi'nin attığı golle öne geçmenin akabinde devreye 2 farklı gidelim diye de çok çabalandı ama çalışmadı maalesef. Yine de ikinci yarıda yine Gabi'nin nefis asistinde Victor'un bulduğu golle maçın bizim adımıza skoru tayin edilmiş oldu. Beşiktaş maçın bitimine yakın yine haftanın golünü yedirdi, nazarlıktır, severiz. Bir kutlamada Dries için. Galatasaray'da yüzüncü maçına çıktı dün akşam. Geldiği günkü civciv sarısı saçları ve Lucas'ın omzuna başını yaslayıp sarılması hala gözümün önünde. İyi ki yollar kesişmiş. Lige bir hafta ara, haftaya UEFA maçı var. Hedef 25, yürüyedurun!

Feminen | Carl Gustav Jung

Bacak kırılmasıydı, alçıydı, ameliyattı, hastane süreçleriydi derken yılın elimde en çok sürünen kitabı olma başarısını gösterdi Feminen. Aslında kendini vererek okuduğunda kesinlikle sıkıcı değil, aksine keyifle akan bir kitaptı. Fakat bu süreçte odaklanma konusunda yaşadığım uzun süreli kesintiler nedeniyle okumaya pek de adapte olabildiğim söylenemez. Kitapta Jung, kadınlar ve kadınlık üzerine bazı kısa denemeler kaleme almış. Aslında bu kitap için bir derleme dersem sanıyorum yanılmış olmam. Zira kısa maddeler halinde görüşlerini aktarıyor filozof. Kitap üç kısımdan oluşuyor. Giriş kısmında kitapta sıklıkla karşımıza çıkan "anima" ve "animus" tabirlerinin de açıklandığı bir bölüm var. Kadının ve kadınlığın çocukluktan anneliğe kadar olan sürecinin gelişiminden dem vuruluyor bu bölümde. Bir erkeğin yalnızca felsefe yaparak konuya bu kadar vakıf olmasını mutlu bir şaşkınlıkla okuduğumu itiraf etmem gerekiyor. İkinci kısımda annelik, çocuklarla annenin arasındaki ilişkinin cinsiyete göre gösterdiği değişkenlikler ve bazı komplekslerden bahsediliyor. Son kısımda ise literatüre kazandığı gölge ve zıt eşler arketiplerinin açıklamaları yer alıyor. Biraz felsefe okumanız yoksa ağır gelebilir, neden bahsettiğini kavrayana kadar kitaptan soğuyabilirsiniz. Ben artık okumalarıma felsefe de katmaya başladım ki bu tarz kitapları edindiğimde boş gözlerle bakmayayım, ufkum genişlesin. Aynı kitabın bir de erilliği anlatan Maskülen'i var. Onu da ilerleyen haftalarda artık... Kitabın bendeki baskısı Pinhan Yayınlarından, 194 sayfa ve indirimsiz fiyatı 275 TL. 

#GünlerdenGalatasaray - Antalyaspor

Antalyaspor 0-3 Galatasaray (Mauro x2, Victor Osi)
Üst üste en çok deplasman galibiyeti olan takımın taraftarlarına selamlar. Diğerleri çıkabilir ya da kalıp acılarını artırabilirler. Zira bu devirde Galatasaraylı değilsen epey kötü geçiyordur futbol işleri... Dün Antalya deplasmanındaydık da laf rekordan açıldı pardon. Şiir gibi top oynadı takım. Evlat kontenjanından maçın adamı olarak Yunus'u seçtim. Fanatik gözlerim körleşmiş olabilir. Zira kişisel blog olduğundan Kanuni gibi "ben öyle uygun gördüm" demeyi bir borç bilirim. Maçın kilidini açan golün pasını verdi. Şimdi asistin asisti gibi uydurma bir istatistik kastım gibi görünüyor, ama sol açık olarak da, kendi mevkisinin dışında da, gayet güzel performans çizdiği için takdir ediyorum aslında. Razıyım. İkinci sıraya da taze 7 numaramız Roland'ı yazarım. Maça dönüyorum, genelini zaten Antalya'nın yarı alanında oynadık. İlk yarıdan üçü bulup maçı rölantiye almak varken Mauro'nun golüyle 1-0 önde kapadık. İkinci yarıda Mauro yeniden golü bulmakta zorlanmadı. Victor'un bir golü ofsayt goygoyuna sayılmadı falan ama uzatmalarda attığı gol....... İzlemediyseniz yahut doyamadıysanız amme hizmetimiz için tıklayın. Sezonun en jeneriklik gollerinden birisi olabilir. Yakışır. Yüz milyonluk adam neticede. Nazar olmasın bu konuyu kapatalım. Sezon sonunda bu çocuğu nasıl alabilirizin derdine düştük bile. En yakın rakibe 7 puan farkla Antalyaspor maçını uğurluyoruz. Milli ara dönüşü üç puan, üç gol, biri röveşata... Öper başıma koyarım. Ki koyuyorum, şapşal bir sırıtış var suratımda an itibariyle. Hedef 25, yürüyedurun!

#GünlerdenGalatasaray - Alanyaspor

Galatasaray 1-0 Alanyaspor (Yunus)
Maçı yine ha verdik, ha vereceğiz diye izledim, yalan yok. Hatta vermememize şaşırıyor ve tek sebebini de Serdar Dursun'a bağlıyorum. Kendisi yaşayan en büyük Galatasaraylı olduğu için her sezon oynadığı takımda kale önünde karşı karşıya bir pozisyonu hiç edip galip gelmemizi sağlıyor sağ olsun. Zemin kötü, oynanan futbol ışıldamıyor pek, bireysel itelemelerle bir şeyler oluyor. Ama ite kaka Galatasaray milli araya lider attı kendini. Takıma okları yöneltmişken biraz detaya ineyim. Mauro'nun geçen sezon sakatken daha iyi olduğunu düşünüyorum. Bu sezon güya kamp yedi, %70'le falan oynamıyor, ama maçlarda hayalet gibi. Takımın oyun tercihi mi yoksa sorun onda mı kestiremiyorum. Dries'i çok seviyorum gerçekten. Ama vücudu artık yapmak istediklerini karşılamıyor maalesef. Ufaktan Yusuf'u sahaya atmak çok makul olacak bence. Hoca doğrusunu bilir, kadroya karışmam ama dışarıdan böyle görünüyor. Nando ile Hocanın üzerinde gereksiz bir gerginlik var son olarak. Tamam takımın hakları savunulsun da yaldır yaldır hakeme saydırmak bize bir şey kazandırmaz, aksine gereksiz kartlar görülmesine neden olunur ki Young Boys maçında gördükleri kırmızı kartların halen acısını çekiyoruz, izliyorsunuz UEFA maçlarında. Bu gerginliğin azaltılması işi de yönetimde aslında ama yönetimle futbol takımının arasında bir bağlayıcı unsur yok Erden'i şutladıklarından beri. Bu da yönetime yazar maalesef. Biraz dertleşme gibi oldu, farkındayım. Özetle Yunus'umun Gabriel'in nefis pasını güzel bir aşırtma vuruşla gole çevirmesiyle 3 puanı cebe attık. 8 maç 7 galibiyet 1 beraberlik. Öper başıma koyarım. Yürüyedurun, hedef 25!

#GünlerdenGalatasaray - Kasımpaşa

Galatasaray 3-3 Kasımpaşa (Victor x2, Mauro)
İlk puan kaybı geldi ligde. Böyle maç maç gidip almak keyifliydi ama bir noktada da o nazarın kırılması için (nazara çok inanıyoruz, biliyorsunuz) bir şekilde puan kaybının olması şarttı. Ful çekmek yerine namağlup şampiyonluk kastıracağız bu sene de, yapacak bir şey yok. İşte deminki cümlede okuduğunuz tavrım, iş bitmeden partilemeye başlayan ve garanti gözüyle bakan insan tavrıydı. Galatasaray, dün akşam tam da bunu yaşadı maalesef. Rotasyon, evet. Bir arada oynamamış takımın denenmesi, evet. Bir türlü düzeltilemeyen zeminin varlığı. Hakemin saçma sapan bir penaltıyla oyunun akışını etkilemesi. Üçü atıp dördü, beşi kovalamamak... Böyle sıralar gideriz dünkü giden 2 puanı. Ama bir dahaki maça bu hataları tekrar da etmeyiz. Bazen kayıplar insanı silkeler, Kasımpaşa maçı bence bu maçlardan biri olacaktır. Bir kere sıraladığım nedenlerin ötesinde teknik heyetin şunu sorgulaması gerekiyor; maçın ilk yarısında yaldır yaldır akan bir takım var, maçın ikinci yarısında ise taban tabana zıt bir takım var. Bu neden? Nasıl düzelir? Maçın golleri Victor ve Mauro'dan geldi. Normalde şu son golü yemesek, büyük keyifle goygoy yapacaktım. Victor'un kiralık gelmesine rağmen böyle sevip bağlanması ve özellikle Mauro'ya gösterdiği biat beni duygulandırıyor. Attığı gollerin sürekli birilerine yazılmasına atıfla "finally" yazılı formayı kenarda tutması tatlı bir enstantaneydi. Eğleneceğiz, başaracağız, güzel günlerin fragmanını izledik dün akşam. Bir dahaki maça bu hatalar da olmaz, üç değil beş atarız maç dönmez. Lig her türlü bizim, Avrupa'yı bırakmamak lazım. Hedef 25, yürüyedurun!

#GünlerdenGalatasaray - Fenerbahçe

Fenerbahçe 1-3 Galatasaray (Lucas, Dries, Gabriel)
Tüm hafta Fenerle berabere kalacağız diye ortalarda gezip tam maç saatinde operasyona girmem şoku! Evet maçı izleyemedim. Beklentim çok yüksek değildi açıkçası. Gergin, bol kartlı, golsüz beraberlikli bir maç bekliyordum. Ama Galatasaray'ımız durmamış üç tane atmış. Ben izleyemedim ya, son on yılın en keyifli derbilerinden birisi olmuş. Arkadaşlarım arasında "sen bi dahaki derbiyi izlemesen mi" triplerine girmeye başladılar bile. Neyse bu da böyle olsun. Maçın golleri Lucas'ın oooo şeklindeki golü, Dries'in akıl dolu golü ve Gabi'nin gezdire gezdire attığı gol neticesinde 3 olmuş çıkarması güç olmuş ben ameliyathanede cebelleşirken. Sonra uydur kaydır bi penaltı vermişler Fener'e, hadi gönülleri olsun. Neyse, izlemediğim maçın goygoyunu çevirecek değilim. Çok uzatmamak lazım, neticede bir lig maçıdır, üç puandır, altıda altının bir parçasıdır, liderlik perçinlemesidir, severiz. Yine de son bir kez, goygoydan da çok uzak kalmamak adına, "gitmeeee sana muhtaçlar" askjfalksjfş. Hedef 25, yürüyedurun!

#GünlerdenGalatasaray - Gaziantepspor

Galatasaray 3-1 Gaziantepspor (Barış Alper, Yunus, Michy)
Ooo 3 golle gelen 3 puan mı? Alırız bi dal! Avrupa maçından önce bu maç ertelendiğinde ligin yeni başlamasından, takımın form tutmaya ihtiyacı olduğundan ertelemenin falan gerekmediğinden dem vurmuştum. Neticede Şampiyonlar Liginden elendik, UEFA'dan devam edeceğiz, bu maçın ertelenmesi pek bir işe yaramasa da kazanmak keyifliydi. Gönül isterdi ki dün akşam Aston Villa ile Şampiyonlar Liginde oynayalım, olmadı. Bazen olmaz. Dönelim maça... Galatasaray'ın bu sezon ligde oynadığı 5. maç Gaziantepspor maçı. Geçen maçta tek eksik Yunus'un artık skora ulaşması demiştim, dua zamanımmış herhalde, bu maçta skora gitti evlatcanım! Evlatcan demişken Efe'nin de ince ince takıma entegre olması çok hoşuma gidiyor. Okan Hoca, bazı maçlarda kendisini denedikçe daha da ısınacağına inancım tam. Maçın adamı olarak tribünler Davinson'u seçti, severiz, sıkıntı yok. Ben Berkan'ı da beğendim. Hoca'nın çift forvetle ve beşli orta saha ile oynatmayı planladığı oyunda ileri geri bek olarak kendisini değerlendireceğini ve bugün de bunu denediği için İlyas'ı oynatmadığını düşündüm. Yediğimiz jeneriklik gol de her sezon bir tane denk gelmese işimiz rast gitmiyor. Nazarlıktır. Maça dair söylemek istediğim son şey Selçuk'un bu stada ne kadar yakıştığı ve onca yıla, artık topçu değil hoca olmasına, rakip olmasına rağmen orada hiç sırıtmadığı olacak. Maç önünde neredeyse herkesle, özellikle Nando ile, sarılışına bayılırım mesela! 5 yiyerek başladığımız 5. yıldız sezonunun 5. maçında 5. galibiyet... Hedef 25, yürüyedurun! 

#GünlerdenGalatasaray - Rizespor

Galatasaray 5-0 Rizespor (Davinson, Victor, Gabriel, Dries, Barış Alper)
Milli takım aralarından sonra zorlanır Galatasaray, kitapta yeri var. Adaptasyon sıkıntısı nedense bu takımın genlerinde olan bir durum maalesef. Ama yeni çocuklar, Hoca'nın formda olması, biraz da Rize'nin çok iyi olmaması bu haftayı kusursuz atlatmamıza neden oldu. Maç sonunda Victor'un ilk maçı olmasına rağmen tribüne çıkacak, bayrak sallayacak ve daha önemlisi forma rekabetinde olduğu adamları cayır cayır övecek kadar sahiplenmiş olması çok güzel detaylardı. Maçın adamı attığı bir gol ve yaptığı iki asistle Gabriel oldu bence. Yalnızca skor katkısı değil, Lucas ile olan uyumları da çok şıktı. İki gözümün çiçeği Dries de gol attı. Şu maçın bence tek eksiği Yunus'un skor katkısı verememesiydi, zamanla o da olacaktır. Daha bu takıma Mauro eklenecek. Kanatsız manatsız çiçek gibi takım dizdik yine. Rize maçı konuşturuyor olabilir şerhini düşüyorum ama ben memnunum. Hele yönetimdeki safraları da attığımızı düşünürsek kötünün iyisi iyidir mottosundan yürüyoruz. Hafta içi ertelenen maçı da alırsak liderlikten devam. Bu sene işi şansa bırakmamak lazım. Evet, her sezona aman bu sezon en önemlisi diye çıkıyoruz yola ama bu sezon hakikaten en önemlilerinden birisi. Hedef 25, yürüyedurun!

Büyük Defter - Kanıt - Üçüncü Yalan | Ágota Kristóf

Bu kitapla ilgili söylenebilecek ilk kanı ne kadar yalın olduğu şüphesiz. Sanatsal kaygılar gütmeden, dümdüz derdini anlatıp geçmiş Kristof. Bu sadeliğin de kitabın hikayesiyle bir bağlantısı var bu arada. Kitap bir üçleme. Büyük Defter hikayesiyle başlıyor. Bilmediğimiz bir yerde bilmediğimiz bir savaşta annesi tarafından anneannelerine bırakılan iki oğlan çocuğunun yeni hayatlarına adapte olma çabalarını okuyoruz. Sonra üçlemenin ikinci kitabı Kanıt başlıyor ve birdenbire bambaşka bir üslupla devam ediyor kitap. Artık çocuklar birer birey oluyor, arka kapakta yazdığı için spoiler sayılmaz, yolları ayrılıyor ve iki hikaye okuyoruz. Son bölüm olan Üçüncü Yalan'da ise bambaşka bir kitap okuyormuşuz hissine kapılabilirsiniz, normal, bende de öyle oldu. "Okuduklarınızın hepsini unutun, baştan başlıyoruz" demiş sanki yazar. Oysa üçüncü bölümün anlatımına alışınca, üç kitap arasındaki bağlantıyı kuruyor ve sık sık "aaa" nidaları atıyorsunuz, içeriden veya dışarıdan. Değişik bir fikir, farklı bir üslup, daha önce deneyimlemediğim bir anlatış. Sanki sonu sürprizli biten filmler gibi. Bir sonraki satırda, hatta sayfada ne okuyacağını tahayyül edemiyorsun. Savaş döneminde geçen diğer edebi veya sanatsal eserler gibi kan, ter ve gözyaşı olmadan da o korkunçluğu hissettirmeyi başarmış. Ferhan Şensoy'un da dediği gibi "savaş yüksek oktanlı ve gayet boktan bir şeydir"... Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 372 sayfa ve indirimsiz satış fiyatı 220 TL. Denenir, ıskalamayın.

Hayat | 2023

Neredeyse on ay hiç bıkmadan bu filmi izlemeyi bekledim. Konya'ya vizyona tabii ki gelmedi, malum ortamlara düşer diye çok arandım, yok, yok, yoktu! Neyse ki Türkiye'nin yabancı film dalından oscar adayı olarak gösterildi de yeniden vizyona girince koştur koştur gidip izledim. Bir 21.00 seansında, en sevdiğim şekilde, tek başıma. Demirkubuz mu konuşturuyor bilmiyorum ama tek başına film izlemenin dayanılmaz hafifliğinin, insanın kendi kendine yetebiliyor olmasının kalbinden bildiriyorum, hayat böyle çok güzel! Gelelim filme...

#GünlerdenGalatasaray - Adana Demirspor

Adana Demirspor 1-5 Galatasaray (Kerem, Barış, Dries, Abdülkerim, KK)
Hafta içi Şampiyonlar Ligi'nden elenmiş olmak yeterince travmatikti hepimiz için. Şüphesiz elenmenin ardından bu maça odaklanmak psikolojik olarak epey zordu. Ama beklediğimden daha kolay geçti açıkçası. Bunun da en önemli sebebi tekrar tekrar dillendirdiğim gibi golü erken bulmak. Galatasaray'ın en iyi yaptığı iş bu bence. Golü erken bulup da kaybettiği maç sayısı bir elin parmağını geçmiyordur herhalde. Öte yandan gol ne kadar geç gelirse takım o kadar, tabir yerindeyse, mala bağlıyor. Bu maç özelinde açılışı Kerem yaptı. Sonra Dries'in nefis golünü izledik. Barış'ın golü ve Dries'in rakibe çarptırarak attığı golün neticesinde de ilk yarıyı 4-0 gibi tertemiz bir skorla önde kapattık. İkinci yarıda da Abdülkerim'in bir duran topta attığı gol ile maçın neticesi Galatasaray adına belirlenmiş oldu. Maçın tek ofsaytı Mauro'nun ilk yarıda sakatlanıp çıkmasıydı ki, ben bu yazıyı yazdığım ana kadar henüz kötü bir haber almadık. Dilerim milli arada toparlar ve ilk maçta çivi gibi sahada olur. Milli takım arasından önce böyle bir skora ihtiyaç vardı. Bir şekilde UEFA'da yapılacak 8 maçtan maksimum verim alıp ilerlemek lazım. Şampiyon olmak iyi güzel de şampiyonluğu amaç haline getirirsek, Galatasaray'ın değerlerinden uzaklaşmış oluruz. Hedef 25, yürüyedurun!

Ve Perde İndi | Agatha Christie

Elimdeki son Christie kitabını da bitirmiş bulunuyorum. Artık polisiye dünyası, en azından Ahmet Ümit'in yeni kitabına kadar, benimle biraz mesafeli duracak. Aslında Tess Gerritsen kitaplarına dalmak istiyorum ama artık ilk alışverişte bakacağız duruma. Christie'nin Hercule Poirot serisinin son kitabı Ve Perde İndi. Son dememin bir sebebi var çünkü Poirot ile vedalaşıyoruz bu kitapta. Yoldaşı Hastings ile son bir cinayeti çözüyorlar Styles isimli pansiyonda. Styles isimli bu pansiyon aynı zamanda Poirot karakterinin Agatha Christie kitaplarında ilk ortaya çıktığı mekanmış. Bu kitapla da son mekanı oluyor aynı zamanda. Christie sanırım hayatının son yıllarında kaleme aldığı bu eserde hayat döngüsüne bir göz kırpmış ve her şeyin döngüsünü tamamlayarak başladığı yerde bittiğinin ipucunu vererek selamı çakmış. Ya da ben fazla ince düşünüyorum bilemedim. Hikayeye dönersem, kitabın en başında katil bu dediğim kişi katil çıkmadı ve son kitapta beni ters köşeye yatırmayı başardı yazar. Aslında son 5 sayfaya kadar da epey emindim katili bulduğuma, demek ki odaklanamamışım fik fik gezerken. Kitabın bendeki baskısı Altın Kitaplardan, 176 sayfa ve 166 TL olarak indirimsiz şekilde satışta an itibariyle. Daha bu seride okuyacağım 60 kadar kitap daha olduğunu düşünürsek, Christie adını sıkça göreceğiz buralarda demektir. 

4 Gün 3 Gece | Ayşe Kulin

 Güzide şehrimiz İstanbul'dan selamlar, sevgiler! Cuma akșamı trende bu kitabı almıştım yanıma yol arkadaşı olsun diye tam yol arkadaşı oldu ve yolda bitti. Ayşe Kulin okurken zaten öyle uzun uzun okumalar yaptığının farkına varmıyorsun, tek nefeste okunan müthiş hikayeler kaleme alıyor. Bu kitabında 27 Mayıs darbesi dönemine giriyoruz. Sevda isimli ana karakterimiz dönemin hükümetinin milletvekillerinden biriyle evli ve eşi diplomatik temaslar için yurtdışına gidiyor. Dönemde yapılan yürüyüşlerden birinde dayak yiyen Yusuf isimli bir genç Sevda’nın yaşadığı binanın asansörüne sığınıyor. Eve o hengâmeden çıkıp gelen Sevda gayrı ihtiyari kendisini eve alıyor. Kitabın adı da buradan geliyor işte. Birlikte sokağa çıkma yasağı nedeniyle 4 gün 3 gece geçiriyor ikili. Aralarında 20-25 yaş fark olmasına rağmen yakınlaşıyorlar ve olay kurgusu bu şekilde ilerliyor kitabın. Biyografilerde, özellikle tarihte saklı kalmış önemli kadın karakterlerin hayatlarını anlatmakta gayet başarılı bulduğum Kulin, böyle tarihi merkeze alan kurgulanmış karakterlerin hikayelerini de gayet başarılı kotarıyor ki beni de okuma serüvenimde tatmin ediyor. Özellikle İnalcık Hoca’dan sonra güvenli bir liman aradığım dönemde ilaç gibi geldi itiraf etmek gerekirse. Kitabın bendeki baskısı Everest Yayınlarından, 160 sayfa ve indirimsiz fiyatı 170 TL. 

Osmanlı İmparatorluğu 1 | Halil İnalcık

Tarih okuması yapmayı düşündüğüm andan itibaren bu işin zirvesinden okumanın daha doğru olacağına kanaat getirdim. Gel gelelim en zirveyi tercih etmişim o da biraz sert oldu benim açımdan. İnalcık Hoca’nın dilinin ağır olduğunu okuyan birkaç arkadaşım söylemişti zaten de burnunun dikine giden bir insan olarak elbette kimseyi dinlemeyip kendim deneyimlemek istedim. Haklılarmış. Kitabın dilinin ağır gelmesinin yanısıra çok istediğim gibi de çıkmadı. Ben tarih okuması yapmak isterken Osmanlı’nın işleyişi, ki kitabın alt başlığı da Toplum ve Ekonomi olduğundan beklentim o şekilde yönlenmişti, padişahların topluma ve ekonomiye etkisi falan anlatılır sanmıştım. Beklentim en özet halinde; Osmanlı Devleti 101 şeklinde anlatılan hap, akılda kalıcı bilgilerdi. Eh koca tarih profesörü sana ders mi verecek Serapcığım diyenler kazandı. Vermedi, evet. İçinde Arapça metinler, Fransızca metinler vardı tercümesiz şekilde… Kitap bir tarih öğrencisi için, Osmanlı’da vergi sistemi ile ilgili makale yazacaklar için biçilmiş kaftan. Gel gelelim benim gibi okuduğu tarihi unutan biri için bir parça sertti. İşin kötüsü ben bu kitabı ikili seri şeklinde almıştım yani bir de ikinci kitabı var okunacak. Neyse zamanla diyelim artık. Kitabın bendeki baskısı Kronik Yayınlarından, 423 sayfa ve ikili set olarak 645 TL. Edinmeden önce bir kez daha düşünün benim gibi sazanlık yapmayın.

#GünlerdenGalatasaray - Konyaspor

Konyaspor 1-2 Galatasaray (Kerem A., Barış)
Galatasaray, sezonun ikinci maçından da galibiyetle ayrılmayı başardı. Baştan şu hakem mevzusunu konuşayım da sonra neşemize bakalım. Mauro'nun attığı golden önce Lucas'ın pozisyonuna faul verebilmek için ya maçın hakemi kadar tecrübesiz ve iş bilmez ya da VAR hakemi kadar kötü niyetli olmak lazım. Güzel olansa Galatasaray'ın bunlara iki senedir pabuç bırakmayıp çatır çatır şampiyon olmaya devam etmesi. Bu sene de farklı bitmez umuyorum. Maça dönecek olursak... Konyaspor'un geçen haftaki güzel oyunundan sonra zor geçebilir diye düşünülüyordu genel olarak. Ben statta olamasam da izlediğim kadarıyla beklendiği gibi oldu, dilerim Konyaspor geçen senenin çok çok ilerisinde bitirir sezonu. Galatasaray adına sahanın en iyisi yalnız forvet rolünü değil on numara rolünü de inceden üstlenmeye başlayan Mauro'ydu bence. Kerem'in golüne yaptığı asist de performansının üzerine koyduğu krema gibiydi. Gol demişken, Kerem'in golünün hazırlanışı, Barış'ın da gol vuruşu çok güzeldi. Takım Konya Havalimanına indiğinde taraftarın iki oyuncu için hazırladığı pankart da öngörü konusunda çağ açıp kapattı adeta. Galatasaray'ın maçının ertelenmesini de çok doğru bulmuyorum şahsen. Sen kimsin sorusuna elbette açığım ama bu takımın, Avrupa'da maç yapacak tüm takımların bu tempoların yakalanması gerekiyor. Üç günde bir maç yapmaya alışmayacaksak grup aşamasında, inşallah ileriki turlarda zorlanacaktır şüphesiz. Biz hedeften şaşmayacağız elbette. İnşallah daha iyi oynayarak hem de. Hedef 25, yürüyedurun!

Erzurum Yolculuğu | Aleksandr S. Puşkin

Rusların şairiymiş Puşkin. Sonucunda Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasına neden olan Edirne Antlaşmasının imzalandığı Rus-Osmanlı savaşı döneminde sivil olarak Rusya'dan çıkıp at üstünde Rus ordusuna katılmak için günlerce yol kat etmiş. İşte bu kitap, o yolculuğun günlüklerinden basılmış bir yol hikayesi. Kitapta Kafkaslardaki tüm halklara şöyle bir dokunup geçiyor. Gürcüler şöyleydi, Türkler böyleydi, Ermeniler şunları yaptı gibisinden. Bir tek Çerkezlere biraz sert davranmış sanki. Hoş, bölgede yaşayan Türklerden de çok tatlı bahsetmiyor ama... Doğu Avrupalı nemrutluğuyla mı konuştu bilemiyorum. Yine de yaptığı bu yolculukta bizim cenahtan çok hoşlanmadığı aşikardı yazdıklarından. Kısa bir kitap Erzurum Yolculuğu tek günde bitti. Başka yayınevlerinden çıkan baskılarında Ataol Behramoğlu çevirisi varmış, fark eder mi bilmiyorum ama denerseniz oraya yürüyün. Ben bu detayı bilmeden, muhtemelen bir kampanyaya tav olup yapıştırdım geçtim. Siz yapmayın. Kitabın bendeki baskısı Kapra Yayınlarından, 61 sayfa ve indirimsiz fiyatı 20 TL. Demek ki bu yüzden almışım😅 20 TL'ye kitap bulup okumuyorsanız, kitaplar çok pahalı ondan okuyamıyoruz diye sızlanmazsınız diye düşünüyorum. 

#GünlerdenGalatasaray - Hatayspor

Galatasaray 2-1 Hatayspor (Mauro, Bats)
İki sezon üst üste şampiyon olan, Türk'ün simgesi, sporun beşiği Galatasaray'ımız (asla objektivite yok, yürü Serap!) sezona görkemli bir açılış yaptı demek isterdim. Ama olgun Galatasaraylılar bilir ki, bu takım ilk on hafta gayet dağınık oynar, top yaptıkça kendi kimyasını bulur ve sonuca ilerler. Yine öyle oldu. İlk resmi maçta Beşiktaş'tan 5 yedi, ikinci resmi maçta çok da iyi olmayan bir oyun ile kazandı. Maçın adamı olarak açık ara Lucas'ı yazarım. Çünkü geçen sezon hiç bitmemiş gibi devam ediyor kusursuz oyununa. Hatta bu sezon sanki onu yalnızca defansif olarak değil de ofansif olarak da sıklıkla göreceğiz gibi geldi bana ilk maçtan verdiği sinyallerle. Oyunun orta sahadan başlaması noktasında çok kıymetli bir tavır alıyor ve Galatasaray'ın çok işine yarayacak. Sahanın Galatasaray adına bir diğer önemli oyuncusu da Davinson'du. Ama yiğidin hakkını da vermek lazım, Hatayspor kalecisi Erce duvar oldu kalenin önünde. Pozisyonları süzüşü ve ona göre aldığı aksiyonları çok değerli buluyor ve Erce'yi bir kaleci olarak çok beğeniyorum. Nando'dan sonra kaleyi gözüm kapalı emanet ederim. Daha vakti var zırvalarına falan girmeden demir tavında dövülür deyip almak lazım seri şekilde. Maçın golleri penaltıdan Mauro ile geldi ki geriye düştüğümüz maçta beraberliği sağladı bu gol. Sonra da yine son dakikalara yakın bir zamanda Michy'nin attığı gol ile maçın skorunu görmüş olduk. İlk elin günahı olmaz, oyunu çok da büyütmemek lazım. Hedef 25, yürüyedurun!

Ölümcül Kimlikler | Amin Maalouf

Bu sefer bir Ortadoğu - Avrupalı adam hikayesi okumuyoruz. Bu sefer o adamın hikayeleştirdiği hayatından ziyade, o adamın kimlik bunalımından çıkmış bazı kimlik fikirlerine ilişkin denemeler okuyoruz. Kitapta dört bölüm var bu doğrultuda; Kimliğim, Aidiyetlerim; Modernlik Öteki'nden Gelince; Gezegensel Kabileler Zamanı ve Panteri Evcilleştirmek. Ayrıca tüm fikirlerini kısaca özetlediği bir de Sonsöz bölümü var. Kitap kimlik tabanındaki çatışmaları ortak bir kesir çizgisi üzerinde toplayıp pay haline getirmiş. Hem de bunu her zamanki akıcı diliyle yazmış. Bu noktada çevirmen Aysel Bora'nın hakkını vermek gerekiyor. Zira Fransızcadan çevrilmiş olduğunu öngördüğüm kitap, bana hiç de yabancı gelmedi. Dilin, dinin ve tüm toplumsal "bölücülerin" aslında insanları ayıran sınırlar olduğunu ve sırf aynı dili konuşuyor veya aynı dine itikat ediyoruz diye insanlarla aynı olmayabileceğimizi ince ince işleyerek anlatmış kitapta. Kitapta yer yer Türklerden, çokça da Müslümanlıktan bahsettiği için durup düşündürüyor. Sorgulamak iyidir, kendini sorgulatan kitapları okumak daha iyidir düsturundan yürüyerek, kitaptan hoşlandığımı, en az hikayeleri kadar hoşlandığımı itiraf etmek durumundayım bu noktada. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 136 sayfa ve indirimsiz fiyatı an itibariyle 95 TL. 

Psikoloji ve Felsefe | Carl Gustav Jung

Carl Gustav Jung, Basel'de tıp eğitimi görürken bir öğrenci kulübüne katılır. Kulüp Zofingia adıyla anılır. Bu kulüpte eğitim alan gençler, en iyi olduklarını düşündükleri konuda arkadaşlarına dersler verirler. Jung da psikoloji ve felsefeye yönelik dersler veriyor. Beş farklı konuda verdiği dersleri kitap haline getirmişler Jung'un doğum gününün yüzüncü seneyi devriyesinin anısına. Herhangi bir psikoloji ve/veya felsefe eğitimi almadığım için bana yer yer ağır geldi okumak. Fakat azmettim, tamamladım, yalan yok keyif de aldım. Biraz kulak dolgunluğu biraz göz aşinalığı kazanmak bile kârdır gözüyle bakıyorum böyle sıfır ilgim olan konulara ilişkin okumalar yaptığımda. Özellikle spiritüalizm konusunda konuştukları ve kitaba aktarılanlar benim epey ilgimi çekti. Hipnotizma eksenindeki olaylara çok inandığımı söyleyemeyeceğim. Gel gelelim Jung yazınca da düşündürüyor, olabilir mi böyle bir şey diye... Netice olarak psikoloji konusundaki okumalarıma ekledim, güzel de oldu. Kitabın bendeki baskısı Pinhan Yayınlarından, 144 sayfa ve indirimsiz fiyatı 175 TL.

Dünya ve Garb | Arnold J. Toynbee

Merak içindeyim bu kitap radarıma nereden girdi de kitaplığıma düştü diye. Bir süredir kitap alışveriş sepetimde bekliyordu ama bir türlü temin edilememişti. Stok görür görmez aldım, dün itibariyle de bitti. Eleştirerek başlıyorum, çevirisi biraz vasat kitabın. Yani güya çeviri yapılmış ama her sayfada en az iki kere google araması yaptırdı bana bazı sözcükler. Kitabı Osmanlıca çevirecekseniz başına Osmanlıca yazın insanlar beklentiye girmesin. Kaldı ki bunu eski kelimeleri sıklıkla kullanan ve ekine köküne kafayı takmış biri olarak ben söylüyorum! Gelelim kitabın aslına. Kitapta altı bölüm var. Garp yani Batılıların dünyanın geri kalanıyla kurdukları siyasi ve tarihi ilişkileri irdelemiş yazar bu altı bölümde. Rusya bölümü var, İslam Alemi bölümü var, Uzakdoğu ve Hindistan bölümleri var. Bu bölümlerde yer yer batı eleştirisi de yapıyor yazar. Hem de bir İngiliz'den beklenmeyecek seviyede kallavi eleştiriler... Mesela kendimizi ve cemaatimizi, kabilemizi, "seçilmiş" olarak görmemeliyiz diyor ki bence gayet sert bir özeleştiriydi. Bir parça ağır dili yüzünden önermekten imtina ederim. Gerçek bir ilgi  ve/veya merak gerekiyor okuyup bitirebilmek için. Kitabın bendeki baskısı Yeni Zaman Yayınlarından, 93 sayfa ve indirimsiz fiyatı 190 TL.

De Ki İşte | Oruç Aruoba

Dili sert, daha önce hiç tanışmadık, felsefe ağır mı gelir endişeleri ile Oruç Aruoba'yı bu yaşıma kadar hiç okumamıştım. Son kitap alışverişimde artık vaktidir dedim ve kitaplığa eklemeyi başardım. Gerçekten her şeyin bir vakti varmış ki, hiç ağır hissetmeden, yorulmadan, aksine keyifle okudum. Kitap bir deneme kitabı. Anlama, Ölüm, Yaşam ve Felsefe isimli dört ana başlığın altında denemeler yapmış yazar. Öyle aforizmalar var ki suratına tokat yemiş gibi sarsıyor insanı. Gerçekliği karşısında canın fiziksel olarak yanmış gibi hissediyorsun. Yalan yok, başta okurken biraz zorlandım. Anlamaya çabaladım. Fakat noktalama işaretlerini doğru takip ederseniz, biraz dingin bir kafayla okursanız akıp gidiyor. Okuduklarınızı anlama çabanız zihin egzersizi gibi zaten. 
Şöyle bir uyarı yapayım yalnız: Eğer kitap okurken alt çizen biriyseniz, bu kitabı önermem. Zira kaleminiz bitebilir, kolunuz yorulabilir, biraz yıpranabilirsiniz dur kalk yaparken. Her sayfasında öyle bir cümle çıkıyor ki karşınıza çarpılmadan duramıyorsunuz. Beni en çok çarpan kısım Ölüm bölümünde yazanlar oldu. Madde madde ilerlerken, insan kendini ölüme hazırlanmış hissediyor. Bende böyle çalıştı en azından. Kitabın bendeki baskısı Metis Yayınlarından, 160 sayfa ve 130 TL.

Türk Mitoloji Ajandası | M.Olgay Söyler

Buket Uzuner'in
Defne Kaman serisini okuduğumdan beri mitoloji okuması yapmayı istiyordum. Biraz basitten başlamak istediğim için de belli başlı terimlerden bahseden bu ajandayı aldım. Yılı haftalara bölmüş ve her haftaya bir terim seçip açıklamış. Türk Mitolojisine giriş yaptım diyebilirim bu ajandayla. Ayrıca ajanda olmasından mütevellit haftalık planlama ve takvim sayfaları da mevcut. Hem de zamansız ajanda olduğu için tarih de yazmıyor. Yani bu sene de kullanılabilir, seneye de, beş sene sonra da. Kitabın sıraladığım olumlu özelliklerinin üstüne çıkan en güzel tarafı ise Ayşegül Babalı Ekşioğlu tarafından hazırlanan illüstrasyonlar. Okuduğum sayfalara ve terim anlamlarına harcadığım vaktin neredeyse tamamını terimle ilgili hazırlanan resmi incelemekle geçirdim. Renkli, cıvıl cıvıl bir derleme olmuş. Büyük keyifle okudum. Ve itiraf etmeliyim ki kitaplığımdaki en güzel, en cici şey bu ajanda oldu. Terimleri de sıkmadan giriş seviyesinde anlatmış ki hiç sıkmadı. Bendeki baskı Timaş Tarih'ten çıkma, 240 sayfa ve indirimsiz fiyatı 275 TL. İndirim kovalayıp alın bundan, çok güzel😄

Pal Sokağı Çocukları | Fereng

İlkokulu mu bitirmiştim, liseye mi başlamıştım, zamanı aklımda yok. Ben bu kitapların birçoğunu okumuştum. Ama canım şimdi hepsini, büyümüş Serap olarak, yeniden okumak istiyorum. Sanırım yapmam dediğin şeyleri yapıp, girmem dediğin yollara girince, kim olduğunu anımsamaya çalışınca sıfırdan başlamak ihtiyacı hissediyor bünye. Bu yeniden okuma işini Şeker Portakalı serisini okuyarak başlatmıştım aslında. Şimdi de Pal Sokağı Çocuklarını, Nemecsek ve Boka'nın hikayesini yeniden okudum. 
Yüzyıllık kitap Macaristan'da Buda'da geçiyor. Aynı mahallenin çocukları, iki çete, paylaşılamayan bir arsa... Ve hazin bir son. Artık okumayan kalmamıştır diye hazin son diye bahsettim ama, bu kitabı da okumuşsunuzdur yahu! Masumiyet, dostluk, uğruna savaşılacak şeyler, çocukların dünyalarının ne kadar dar, ama aslında ne kadar da büyük olduğunu ve minicik şeylerle mutlu olup, paylaşmanın önemini ne kadar kolay kavradıklarını okurken sürekli tebessüm ettirdi bana. Ta ki sona kadar. Son 10-15 sayfayı gözlerim dolu dolu okuduğum doğrudur. Bence yalnızca çocukların değil, yetişkinlerin de okuması gereken tam bir klasik! Kitabın bendeki baskısı Kapra Yayınlarından, 200 sayfa ve bu yayınevinden edinirseniz yalnızca 30 TL!