Masum

Ne diziydi ama! Bozkır'ın ardından ikinci BluTv dizisi olarak Masum'u seçtim. Yine tek sezonluk dizi ve 8 bölümü var Masumun. 8 bölümden sonra bir de "Masum Belgeseli" adıyla verilen, diziyle ilgili bilgiler veren, yazar, yönetmen ve oyuncularla röportaj yapılan 1 saatlik bir bölüm daha var. Gizem, dram biraz polisiye türünde diyebiliriz. Jenerik fonunda Selda Bağcan sesini aşmak epey zor oluyor. Diziyi izledikten sonra anlıyorsunuz seçilen eserin verdiği mesajı: katip arzuhalim yaz yare böyle! Hadi başlayalım.

Günlerden Galatasaray #6

Çok kötü bir maç izledik. Takım oynamıyor. Gitmiyor yani. Hani bacağa kramp girer de sürüklersin adım atamazsın ya, Galatasaray'ı dün akşam izlerken bu hissiyat vardı vücudumun tamamında. Tribünlerde hiçbir hırs yoktu illa şampiyonluk potasına girecek takım öyle bağıracaklar. Sahada oynayan takım yoktu ne yapmak istedikleri belli değildi. Ryan, Soso, istekli olmasına rağmen Belhanda biraz beklemeli artık. Mika'yı görmek istiyorum ben. Sahanın en iyisi olan Lemina'yı daha uzun izlemek istiyorum. Florin'in ikinci forvet olarak sahada olmasını istiyorum. Yuto'nun tribüne çıkacak oyuncu olmasını istiyorum. Kenar yönetiminin takıma olumlu hiçbir katkısı yok yazık ki. Oyuncular kenara baktıklarında gördükleri bir otorite olmadığından gevşek gevşek geziyorlar. Neyse ki hocanın cezası bitti artık biraz futbol izleriz inşallah. Çok bile konuştuk bu maçı hadi artık kapanış istiklal marşı! 

Suits



Kendimi biliyorum. Egosu yüksek ama hak ederek yüksek karakterler olduğunda çarpılıp kalıyorum. Vaktinde House'a, Sherlock'a, Barney Stinson'a nasıl hayran olduysam Harvey Specter için de aynı şeyleri hissettim 9 sezon boyunca. Diziyi seri şekilde izleyip bitirmemin en büyük sebebi de bu egosu yüksek, kendine önce Batman sonra da Superman diyen karakter oldu. 9 sezon, 134 bölüm, hiç bitmeyen bir heyecan, birbirlerine arka çıkan ve sürekli genişleyen bir aile... Suits izlediğim en güzel diziler arasında yerini çoktan aldı bile... Hadi biraz konuşalım.

The Current War ~ Elektrik Savaşları | 2019

Uzun zaman oldu sinemaya gitmeyeli. Bazı zevklerimizin artık zevk/ihtiyaç kategorisinden "lüks" kategorisine geçiyor olması beni çok kızdırıyor. Bugün ortalama bir filme İstanbul'da gitmeye niyetlenirsen, 2 kişi için konuşuyorum, 50-60 TL arası, Ankara'da 45-50 TL arası, yaşadığım şehir olan Konya'da ise 40-45 TL'den aşağı çıkılmıyor. Araç yoksa toplu taşıma bu maliyete 10 TL daha ekliyor ki bu da bizi en başa yani "sinemada film izleme" olayının zevkten lükse dönüşmesi olayına getiriyor tekrar. İzlememek de bir tercih fakat her şeyden vazgeçmek de biraz hayatı boşa akıtıp israf etmek gibi geliyor bana. Evet, girişte epey goygoy yaptığımıza göre artık konumuza yani filme dönebiliriz.

Sırça Köşk | Sabahattin Ali

Sabahattin Ali... Yazdığı kitapların yasaklı olduğu bir dönem var. Sırça Köşk de yasaklanan kitaplarından, daha doğrusu öykülerinden bir tanesi. Çünkü kitap tek kelimeyle özetlemek gerekirse bir "direniş" kitabı. 1945-1947 yılları arasında yazılmış 13 hikaye ve 4 masal var kitabın bendeki baskısında. İçlerinde en güzeli, EN GÜZELİ, kitaba da adını veren Sırça Köşk isimli masaldı bence.  Bir  de kitabın en sonuna koymuşlar ki tebessüm ederek bitiriyorsunuz okurken. Gerçekten bu kadar güzel bir iş nasıl yasaklanır, sırf "baskıya boyun eğmeyin" dedi diye bir kitaba nasıl okumayın yaftası yapıştırılır benim aklım almıyor. Keşke sansürü sanata değil de beyinlere uygulayabilsek... Neyse hedeften sapıyorum. Sırça Köşk dışında Böbrek, Katil Osman ve Dekolman yine nefis hikayelerdi. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 141 sayfa ve 8 TL. Evet, sadece 8! Lütfen okuyun!

Bozkır

BluTv'ye dadandım bu ara. İlk izlediğim dizileri de Bozkır oldu. Polisiye-gerilim türünde 1 sezonluk ve 10 bölümlük bir dizi Bozkır. Diziyi izlerken akıl ister istemez Bir Zamanlar Anadolu filmine gidiyor Nuri Bilge Ceylan'ın. Çekim yapılan yerler ve görüntülerde kullanılan efektler sanıyorum böyle düşündürdü. Bu yüzden diziyle ilgili kötü düşünmeme imkan yoktu. Diziyle ilgili yorumlarım gayet olumlu. Hadi detaya geçelim...

Günlerden Galatasaray #5

Malatya deplasmanından 1-1'lik sonuç ve 1 puan ile döndük. Sonuçtan bağımsız takım kötü başlamasına rağmen Seri'nin golünden sonra güzel toparladı aslında ve deplasmanda oynaması gereken oyunu da oynamaya başladı. Derken Andone ve Babel'in üst üste kaçırdıkları gollerden sonra takımın da geriye çekilmesi başladı. Kenar yönetiminin de beklenen değişiklikleri yapmaması ve neticede de golün yenmiş olması sonucu belirledi yazık ki. Bir de Galatasaray bunu sıklıkla yapıyor bu sezon, önceki yazılarda da yazmışımdır muhtemelen, golü attıktan sonra 1-0'a yatıyor, yapmasın bunu takım. Ha hakemin de ince ince doğramasını atlamayalım sakın. İyice sindirdiler, kimse itiraz da edemiyor artık. Atılan dirseklere kart yok, oyuncular faul yapıyor müdahale edilemiyor, bizimkiler ilk faulünde kart görüyor falan... Belli oldu, bu sezonu bitirtmeyecekler. Yıl sonuna kadar aklımızın futbol oynamakta ve özellikle bol gol atmakta olması lazım. Emre şu maçta niye oynamadı mesela yahut Radamel neden 90. dakikada girdi bunu konuşalım. Kadromuzun maşallahı var derinlik ve kalite konusunda. İzin vermemek lazım böyle kayıplara. Bu seferlik de böyle olsun. Haftaya derbi var. Rakibin başkanı haftalardır ağız ishali olmuş gibi her yere pisliyor. Pislediklerini ağzına doldurup göndermemiz şart. Nolur aslan gibi savaş Galatasaray! Savaş ki hedefe kitlenmeye devam edelim.

Dalkavuklar Gecesi Z Vitamini | Hüseyin Nihal Atsız

Kitabı alırken bir distopya eleştirisi diye niyetlenip almıştım. Kitabın bir dönem yasaklı olduğunu, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki tek partili döneme büyük eleştiriler getirdiğini, bu eleştirilerin çoğunluğunun idarecilerin yaşam tarzından dolayı olduğunu gördüm. İnsanı dehşete düşürecek kadar ileri giden bir tarzı var kitabın. İlk bölüm olan Dalkavuklar Gecesinde Mustafa Kemal'in etrafındakilerin yalakalıktan başka bir faydalarının olmadığını elbette sert ve eleştirel bir üslup ile yazmış Atsız. İkinci bölüm olan Z Vitamini ise İsmet İnönü'nün bir hap ile yıllarca yaşadığını günümüzde halen "Milli Şef" olduğunu kurgulayan bir hikaye. Elbette etraf yine dalkavuklar ile sarılı... Kitabın arkasında Ötüken'in düştüğü bir not var. Romanın böyle bir dönemde bu büyük isimlere yönelttiği fikirleri yazabilmenin bir yiğitlik olduğundan bahsediliyor notta. Yiğitlik mi tartışılır fakat bunları yazmanın cesaret istediği kesin. Bana çok hitap etmedi seveni illa ki vardır. Kitabın bendeki baskısı Ötüken Neşriyattan, 136 sayfa ve 14 TL.  

Futbol! Bir Aşk... | Halit Kıvanç

Halit Kıvanç ile ilgili tek cümlelik bir biyografi yazacak olsaydım kuracağım cümle belli: "Futbola adanmış bir hayat". Yaklaşık 50 sene boyunca gerek milli takımın gerekse gönlünü verdiği Fenerbahçe'nin peşinde gezmiş durmuş. Dünya Kupaları, sayısız maç anlatımları, efsanelerle röportajlar... Kariyerinin hakkını vermiş ömrü boyunca. Mesela bugün 94 yaşında olan Halit Kıvanç'ın, 17 yaşındaki Pele ile uluslararası anlamda ilk röportaj yapan gazeteci olduğunu biliyor muydunuz? İşte ben bu kitaptan öğrendim. Galatasaray'a dair anılarını daha dikkatli ve mutlulukla okudum. Özellikle Metin Oktay ve Turgay Şeren'li anekdotlarda gözlerim dolu dolu oldu. Sanırım futbolun asıl güzelliği işin pazarının bu kadar büyümediği zamanlarda vardı. Taraftarların bütün maçlara yarı yarıya girebildiği, deplasmana gidildiğinde kafes gibi bir kuytuda maç izlenmediği, futbolculara jübile maçları yapılıp o maçlarda ezeli rakibin formasının bile giyilebildiği zamanlarda... Şimdi nostalji övecek değilim ama taraftarlık aslında gönül bağıyla kurduğumuz romantik bir sevgi ve günümüzde her şey gibi romantizm de cayır cayır tüketilirken taraftarlık da o zamanlardaki kadar gönül işi değilmiş gibi geliyor bana maalesef. Neyse, kitap keyifli, zaten kısa kısa anılar yazıldığından bir çırpıda okuyup bitiriyorsunuz bakmayın kalın olduğuna. Kitap NTV yayınlarından, 408 sayfa ve 25 TL. Futbol seviyorsanız bunu da seversiniz bence.

Breaking Bad

Yıllarca bu diziyi neden izlemediğim konusunda çeşitli eleştiriler aldım çevremden. Dizinin ne büyük bir efsane olduğuyla benim böyle bir diziyi nasıl es geçebildiğim arasındaki skalada sıralandı Breaking Bad'den kaçışıma ilişkin duyduğum eleştiri cümleleri. Uzun zaman da öteledim izlemeyi. Ta ki bu yazın başına kadar. 5 sezonluk diziyi birkaç ayda bitirdim evet. Zaman zaman keyif aldığımı da inkar edemem. Fakat öyle büyük sözler söyleniyor öyle "en"li cümleler kuruluyor ki bu diziye dair. O kadar da değil demek istiyorum tüm kalbimle. Hadi biraz dedikodu çevirelim...

Semaver | Sait Faik Abasıyanık

İlk okuduğum kitabından bu yana çok değişti fikirlerim. Bana biraz absürt, hayalci ve açıkçası fantastik gelmişti. Oysa hiç öyle değilmiş yada ben diline, anlatımına alışmaya başladım. Bu 4. Sait Faik kitabı okuduğum ve neden uğruna hikaye ödülleri verildiğini her okuduğum hikayesinde bir kez daha anlıyorum. Seri olarak aldığımı daha önceki kitaplarda belirtmiştim. Serideki kitapları okuduklarımın arasına serpiştiriyorum birkaç kitapta bir de Sait Faik arası oluyor benim için. Kitapta 20 hikaye ile birlikte Haldun Taner'in Sait Faik için yazdığı kısa bir de anekdot var. En çarpıcı hikayeler kitaba adını veren Semaver, İpekli Mendil ve İhtiyar Talebe oldu benim için. Özellikle İhtiyar Talebe, keşke Sait Faik hikayelerle kalmasaydı da roman türünü de daha fazla deneseydi diye düşünmeme neden oldu. Haldun Taner'in Sait Faik için yazdıkları ise kalbe dokunur cinsten. Diyor ki Haldun Taner; "Türk hikayeciliğine o zamana kadar hiç benzersiz bir tarz getirdi. Sait Faik, bir konuyu değil, yaşamın bir parçasını işliyordu. Bir tez savunmuyor, bir yaşantıyı yansıtıyordu." ve devam ediyor; "Biz ancak o el attıktan sonradır ki, en önemsiz görünen insanların ve şeylerin zevkine eriştik." Kitabı okurken bu "en önemsiz görünen şeylerin" farkına varmak büyük keyifti benim adıma. Kitabın bendeki baskısı Türkiye İşbankası Kültür Yayınlarından, 138 sayfa ve 11 TL. Okumanızı öneririm mutlaka.

Günlerden Galatasaray #4

Ligin 4. haftası Hocam cezalı, beyefendinin ilk maçı. Şükürler olsun Allah utandırmadı da ilk maçında gole yürüyen oyuncularımız kervanına katıldı. Takımın yaldır yaldır oynamadığının hepimiz farkındayız. Öte yandan kabul etmeliyiz ki orta saha ve forvet hattının yeni kurulduğu ve bağlantıya geçmeye çalıştığı, milli takımdan dönenlerin ağırlıkta olduğu bir maçtı Kasımpaşa maçı. Şahsi beklentim Falcao'nun birden fazla gol atmasıydı ama bir tane atabildi ve neticede de maç 1-0'lık galibiyetle tamamlandı. Fakat çok güzel adam. Çok istekli futbolcu. İnşallah devamı gelsin, gol krallığını kutlayalım burada 7 ay sonra. Maça dönecek olursak, rakibin görmediği kartlar olduğu, Belhanda'nın çenesinin kırıldığı pozisyonda faulü Belhanda'nın yaptığının söylendiği, maçın son anlarında Adem'in ceza sahası içinde yaka paça düşürülmüş olmasına rağmen penaltı verilmediği şükürler olsun ki maçın önüne geçemedi. Hakem sonuca etki edemedi ne kadar çabalarsa çabalasın. Neticede kazanmayı sürdürdük ve sürdüreceğimizi de umuyorum. Hafta içi Şampiyonlar Ligi maçı var ve takım hiç ışık vermiyor açıkçası. Güvendiğim iki şey var ilki elbette Hocamın kenarda olması, ikincisi ise bu takımın genlerinin dışarıda daha hırslı oynuyor olması. Bambaşka Galatasaray'ı çarşambaya kadar sakladığınız yerden çıkarın ve aslan gibi savaşın!

Yolpalas Cinayeti | Halide Edib Adıvar

Halide Edib bu toprakların yetiştirdiği en müthiş kadınlardan bir tanesi. Temsil ettiği her şeyi, fikirlerini, varlığını ve bu ülkenin kadınlarına armağan ettiklerini düşündükçe onun hayatımda daha çok var olmasını istiyorum. Kitap adından da anlayabileceğiniz gibi bir cinayet romanı. Sürpriz yok evet. Öte yandan kitap bir kadın hikayesi. Nadide, işlediği cinayeti daha kitabın ilk sayfalarından itiraf ediyor. İşte kitabın farklı oluşu tam da bu noktada başlıyor. Kitap bize katili değil, katili o noktaya getiren şeyleri anlatıyor. Elbette bunu dönemin Türkiye'sinin farklı aile, kadın ve ev profillerinin etrafında dolaşarak anlatıyor ki yalnızca bir cinayet romanı olmasından öteye geçiren ve Halide Edib kitabı olmasını sağlayan da tam olarak bu. Kitabın bendeki baskısı Can Yayınlarından, 88 sayfa ve 13 TL. Mutlaka okuyun zaten bir çırpıda bitecek. Ben sahilde güneşlenirken bitirdim aynı gün içinde.

Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı | Mark Manson

Kitapla ilgili muhtelif kitap sitelerinde, instagramda ve facebookta çok yorumlar görmüştüm de "kişisel gelişim" olayının kitaplardan öğrenilecek bir şey olmasına fikir olarak karşı olduğumdan çok yaklaşmamıştım. Derken bu kitap bana hediye edildi (gergin yüz) bana hediye edilen kitaplarla ilgili fikrimi biliyorsunuz. Kitap bildiğim bir yazardan/sevdiğim bir türden değilse geriliyorum. Çünkü okumam gerektiğini biliyorum, okumaya başlarsam bitireceğimi biliyorum, sevmesem de bırakamayacağımı biliyorum falan filan. Neticede bu kitaba da kafamda sorularla başladım. Fakat Mark Manson'un anlatım tarzını sevdiğimi itiraf etmeliyim. Kendi blogunu yazan ve insanlarla sohbet eder gibi yazmaya devam eden ve bir gün bu yazıları kitaplaştıran bir adam. Tarzını sevdiğimi itiraf etmeliyim ama "kişisel gelişim" mevzusu hala bir soru işareti benim için. Yani Mark'a göre sorunlarının tamamını sen çözemesen de kafana takacağın şeyleri seçebilirmişsin. Allahın aşkına bunu yapabiliyor olsam zaten hiçbir şeyi takmamayı seçer ve keyfime bakarım. Bilmiyorum, belki de benim anlayabileceğimin çok ötesinde bir şeydir. Belki bir gün... Kitap Butik Yayıncılıktan çıkma, 200 sayfa ve 25 TL. Bana çok geçmedi, belki siz seversiniz, çok tavsiye edeceğim bir kitap değil çünkü tavsiye edilebilecek bir tür değil benim tarafımdan...