Road to deniz

Geçen sene yıllık iznimi doldurmaya yakın deli gibi tatil propagandası yapmaya başladım. Haziran ayıydı, ramazan önüydü, hava müthişti, dolayısıyla tatil için tüm şartlar elverişliydi. Evi ayarladım, aileyi ayarladım, geri sayımlar yaptım, son 3 dediğim gün işten eve döndüm ve kapının önünde voleybol oynarken düşerek bacağımı kırdım.

Bu, ben planlar yaparken hayatın bana otur bok yeme deme şekliydi. Anneme göreyse, tatil yüzünden çok şımarmış ve şımarıklığımın bedelini ödemiştim güzel bacağımla. Aslında daha önce birkaç kez daha kırdığım için alışık olmam lazımdı. Gel gelelim yaş kemale erdikçe bişeyler daha çok üzmeye başlıyor. Neyse kötüyü çağırmayayım.

Bu sene ise yeni bi iş, yeni bi şehir, özetle, yeni bi hayat var benim için. Yıllık iznimi doldurmama 4 ay 10 gün olmasına rağmen mazeretim var asabiyim ben diyerek 5 günlük bi plan yaptım bile. Bu kez şımarmadan, edebimle alışverişimi yaptım. Zamanı programladım. Herkesi ayarladım. Ve hazırım. Başıma bir şey gelmezse, gelecek birkaç gün içinde közlenmiş patlıcan kıvamına gelmeyi düşünüyorum, güneşin altında kalmak suretiyle. (gelmek fiilini hayatımın hiçbir döneminde bu kadar art arda kullanmamıştım sanırım)

Tatil neden önemli hiç bilmedim. Bildiğim tek şey benim için tatil; ne karda kaymak, ne dağ taş müze gezmek, ne de evde yatıp toto büyütmek. Tatil dediğin; bozkırdan, dağdan, taştan, tüm bu etraftaki binalardan ve soğuk suratlı insanlardan kendini kurtarıp açık kahve yumuşacık ve sıcacık o kuma bağdaş kurup karşındaki sonsuz maviliğe bakarak nemi koklamak bence. Tamam, nemi koklamak deyince biraz tuhaf göründü ama benim kafadansa bu yazıyı okuyan ne demek istediğimi anlayıp gülümsemeye başladı bile.

Son söz: Gözünü seveyim tatile gidemeyecek olan gıpta ile bakmasın. Sonra nazar bacak kırığı oluyor. Tecrübemle sabit. Allah herkese nerede olmak istiyorsa orada olmayı nasip etsin. Ben susarım Sertapçığım konuşur. Uzanmışım kumsala, güneş damlar içime...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yazın bakalım 😎