Günlerden Galatasaray #22

Dün okuduğum kitabı bloga yazarken aylar geçmiş gibi hissettiğimden bahsetmiştim. Sonra göz gezdirirken fark ettim ki depremin olduğu gecenin akşamında oynadığımız Trabzonspor maçını yazmamışım. İstedim ki eksik kalmasın ne o karlı gece ne de oynadığımız güzel oyunun hatırası... Yazı maçın ertesi gününde yazılmış olsaydı şüphesiz en çok üzüldüğüm şey Nando'nun sakatlanması ve maç sonunda değneklerle stattan ayrıldığı görüntünün sürekli gözümün önüne gelmesi olacaktı. Gel gelelim hayat bize türlü sürprizler hazırlayıp "üzülüyor musun? öyle üzülünmez böyle üzülünür" diye küt diye indiriveriyor sopasını. O akşam maç daha başlamadan golü bulan Trabzonspor belki de maçı kazanacağını, Galatasaray'ın serisini bitiren takım olacağını düşünmüştü. Galatasaray ise ilk yarıda Dries'in ikinci yarıda da penaltıdan Mauro'nun attığı iki golle sonuca gitmeyi başarmıştı. Bugün o maçı anımsadığımda maça dair en önemli şeyin Nando'nun sakatlandığı an olduğunu düşünüyorum. Rize maçında bacağında oluşan kırığın ardından böyle büyük bir sakatlık yalnızca fiziksel olarak değil psikolojik olarak da çok geriye düşürürdü şüphesiz. Neticede korktuğumuz kadar kötü durumda değildi ve bugün halen tedavisi sürüyor. Güzel haber duymaya hasret kaldığımız bugünlerde dilerim toparlansın ve kaptanı olduğu geminin başına geçsin. Birilerinin futbolun acelesi mi vardı da başlıyordu dediğine bakmayın, söylenegelen güzel bir deyişte de belirtildiği gibi "futbol, önemsiz şeylerin en önemlisidir". Yalnızca insanları bu yaşadıklarımdan ötürü suçlu hissediyorum psikolojisinden çıkarabilecek olmasını bir kenara koyalım, geride bıraktığımız 15-20 gün içinde birçok siyasetçiden, toplum kuruluşundan, "memleket sevdalısından" çok daha fazla yardım topladı futbol tayfa. Hem ayni hem nakdi olarak. Bu sporu sevdiğim ve bir şekilde takip ettiğim için kendi payıma çok mutluyum. Son olarak Galatasaray, yürüyedur! Sen şampiyon olacaksın. Benim için değil, hepimiz için. O gün geldiğinde ben de bugünleri anımsayıp mutlulukla bezenmiş bir hüzünle seni izliyor olacağım.🖤

Ezbere Yaşayanlar | Emrah Safa Gürkan

Sanki aylar geçmiş gibi değil mi? İlk günlerde yeniden okumayı geçtim, yemek yeme ve uyuma motivasyonunu bile bulmakta zorlanıyordum. Hepimiz aynı durumdaydık biliyorum. Okumak için kendimi hazır hissettiğimde kitap elimin altında beni bekliyordu. Neticede yapacak daha iyi bir işim olmadığından dolayı seri şekilde bitirdim ve sanıyorum okumadan geçen günlerin de acısını çıkarırcasına bitirdim. Kitaba döneyim artık. Bir kere nefis epistemolojik detaylar mevcuttu. Sayfalarda geçen bazı kelimelerin dipnot olarak sayfa altlarında yapılan açıklamalarını keyifle okudum. Sırf bu şekilde bir kitap yazsa, ayrıca edinir ve zevkten dört köşe olarak okurum. Kitabın içeriğine de haksızlık etmiş gibi olmayayım zira verilen anekdotlar ve anlatılan olaylar, kelime bilgileri kadar olmasa da (bir parça ruh hastasıyım), keyifliydi. Kitapta 6 farklı başlık altında 6 bölüm ve bir de sonuç olmak üzere 7 bölüm var. Benim en çok hoşuma giden bölüm "Neden Dedikodu Yaparız" isimli 3. ve "Erkeklerle Kadınlar Neden Farklı Meslekler Seçer" isimli 4. bölümdü. Bir tarih öğretmeninden beklenmeyecek seviyede keyifli bir anlatımı var ESG Hocanın. Detaylara boğmadan, ders kitabı mantığından uzak, zaman zaman gülümseten ve bolca düşündüren bir kitap. Okumayanın eksik kalacağı türden bir iş. Ben epey keyif aldım önceki cümlelerde belirttiğim detaylar sebebiyle. Umuyorum okumamış olanlar da okur ve aynı keyfi alır. Kitabın baskısı Kronik Kitap'tan, 400 sayfa ve 60 TL.

Günlerden Galatasaray #21

Kalp krizlerimiz geçtiyse, maç yazısına başlıyorum. Zira benimki anca geçti. Aklınız Trabzon maçında mıdır nedir, ilk devrede bildiğin dayak yedik. Hem de Sami Yen'de. Vallahi rezalet. Neyse olur, geri dönüşlü şampiyonluk da lazım, şanındandır malum. Ümraniye maçını da o kategoriye yazıp devam edelim. İkinci yarıdaki baskılı oyun, değişikliklerin de yardımıyla elbette, maçı getirdi ya, önemli olan 3 puan. Şimdi ilk yarıda Ümraniye öne geçti, sonra Abdülkerim beraberliği yakaladı, sonra da Ümraniye bir tane daha attı ya, inceden bir gerildim, yalan yok. Ama oyunda aksayan noktalar belliydi, değişiklik gelmesi halinde dönerdi oyun ki döndü de. Mauro'nun biri penaltıdan olmak üzere attığı iki golle takımı galibiyete taşıdı. Mauro bambaşka bir seviyede oynuyor, gelecek sezona satın alınması gerekiyor, başka adam aramaya gerek bile yok. Öte yandan her maçta olduğu gibi bu maçta da Lucas öveceğim müsaadenizle... Kaybettiği top yok. Bu mücadele başarısı, yerde rakibin iki ayağının arasına kafa sokup topu takıma kazandırmaya varacak kadar yaşadığı galibiyet hırsı, beni inanılmaz şaşırtıyor ve bir o kadar da mutlu ediyor. Hep övme olmaz biraz da Emre... Patrick'in ayrılmasının akabinde eline nefis bir fırsat geçmişti ama Ümraniye'nin sağ açığını ilk yarıda yıldızlaştıran oydu yazık ki. Allahtan Okan Hoca oyunu iyi okudu da, Emre - Leo değişikliği için gecikmedik. İşte böyle. Şimdi pazarı bekliyoruz. Orayı da aşıp bir sonraki maça kilitlenmek lazım. Bir hafta da BAY geçilecek, orada biraz nefes alırız kupa maçı falan denk gelmezse. Şen ola Cimbom, şen ola!

Otuzların Kadını | Tomris Uyar

Tomris Uyar nedense kendi annesinin hikayesini yazmış gibi hissettim ben bu kitabı okurken. Aslında kitap hikayelerden oluşuyor. 8 farklı hikaye var, ama birbirinden kopuk değil, sanki iç içe geçmiş gibi. Kitabın odağı, eğitimli ama hayatın içinde çeşitli şekillerde baskılanmış birkaç kadının kısa kısa hikayelerini okuyoruz. Aralarda bazı açıklamaların bulunduğu ekstra pasajlar var. Bu kadınların hikayelerinde yer yer tanıdık ögeler görüp, bazen üzülüp, bazen gülümsüyoruz. Hiçbirini tanımıyor olmakla bile hepsini içselleştirmiş gibiyim sanki. Bir yerden tanıdık geliyor. Karanlık bir sokakta yürümekten ürkmek şeklinde oluyor bu tanıdıklık bazen, "komşudan gelen tabak boş gönderilmez" şeklinde oluyor bazen de... Hikayeler giriş gelişme sonuç olmak üzere 3 kalıp bölümden oluşmuyor. Normalde bu bitmemişlik fikri beni yıpratır, ama bu hikayelerin bitmemiş olması veya başlamamış olması beni rahatsız etmiyor. Aksine kafamda bir şeylerin gölgeli kalmasından keyif alıyorum. Ve yalnızlık fikri... Günün sonunda Tomris Uyar ekolünden kimi okursanız, onu veya İkinci Yeni Akımındaki Abilerimizi, herkesin bir noktada yalnızlıkla buluşacağını, aslında yalnızlığın Zuhal Olcay'ın dediği gibi "yaşamak zorunda olduğumuz beraberliğimiz" olduğunu kabullenmekle bitiyor kitap. Nahifti, güzeldi, incecik bir şifon gibi akıp gitti üzerimden. Hatırası ise kalbimde. İyi ki varsın Tomris Hatun. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 108 sayfa ve 40 TL.