Yüzleşme | Adnan Dalgakıran

Mühendislikten iş insanlığına uzanan bir hayat hikayesi varmış Adnan Dalgakıran'ın. Soyadını taşıyan bir de makine üretimi yapan şirketi var. Bu şirketten edindiği tecrübeleri ile Türkiye'nin neden ekonomik refaha ulaşamadığının röntgenini çekmeye çalışıyor Yüzleşme isimli kitabıyla. Kitabın alt başlığı da "Türkiye Vasatlıktan Nasıl Çıkar?" hatta. Çıkış noktası, Türkiye'nin dünyadaki kaynaklardan yaklaşık üç yüzyıldır %1'lik bir pay alabildiği ve bunun asla yükselmediğine ilişkin bir veriye sahip olmasıymış. Ortanın altında bir oran olduğu ve Türkiye gibi ortanın altından belli ivmelerle yükselerek orta üstü hatta dünyanın enleri arasına giren ülkeler olduğundan da dem vurmuş kitapta. Peki neden diye sorgulamış. Aldığı cevaplar hepimizin -yani düşünen kısmımızın en azından- bugün "Türkiye neden kötüye gidiyor?" sorusuna vereceği cevapların birebir aynısı. Eğitimin eksikliği, hukukun güvensizliği, rant kavgası, günü kurtarma politikaları gibi... Bir kısım insanın aynı şeyi düşünüp teşhis ettiği bu vasatlıkları birazcık daha büyük kısmın göremiyor olması ne acı değil mi? Kitabı girişimcilik niyeti olan ve ticaret yapanların okuması mühim. Neyle karşılaşılacağını birinci ağızdan öğreniyorlar, hem de sıfır filtreyle! Kitabın bendeki baskısı Kronik Yayınlarından, 232 sayfa ve 95 TL.

Günlerden Galatasaray #2

Galatasaray 2-0 Trabzonspor (Maurox2)
Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim de araya karışmasın. İyi ki varsın Galatasaray, seni çok seviyorum💓 Gelelim maça. Önce hakem tabii ki. Maçın neticesi ne olursa olsun, Sacha'nın ceza sahası içinde çenesine yediği dirseğin verilmemesi, penaltı verse kimsenin itiraz etmeyeceği ve sonrasında da kornere çıkarılan topun kale vuruşuyla oyuna devam edilmemesi ve pozisyona itiraz eden kaptana çıkarılan sarı kartlar gibi BARİZ hataların mevcudiyeti kötü niyetli ve beceriksizce yönetilmesini es geçmek benim adalet anlayışıma uymuyor. Neyse ki Mauro var da, attığı iki nefis golle bizi bu pislik çukurunun içinden çekip aldı. Lucas, maç eksiğine rağmen sahanın hala en iyisiydi ve sakatlanıp çıkması bir parça endişelendirdi açıkçası. Neyse ki maç sonu kutlamalarına çıktı da panikleme gereği kalmadı. Maç sonu derken, yeni transfer Hakim'in maç sonunda tribünden üçlü çektirerek takıma katıldığının açıklanması 36 senelik ömrümün gerçekten en delice ve en keyifli transfer duyurusuydu. Fikrin sahibinin aklından öpüyorum. İlk iç saha maçından galibiyetle ayrılmak kıymetliydi fakat hakeme rağmen bunu başarmak, ne yalan söyleyeyim, ekstra bir haz verdi. Teşekkürler Galatasaray! Hedef 24, yürüyedurun! Çarşamba günü Martin'in takımı Molde karşısında da benzer bir delilikle galibiyet gelsin inşallah.

Çocuk Yasası | Ian McEwan

İlk defa deniyorum McEwan kitabını. Biraz temkinliydim açıkçası. Kitap çok hacimli olmadığından gözümü karartıp okumaya başladım. Referansının da sağlam olması körlemesine almamın en büyük sebebiydi elbette. Şanslıymışım. Evlilik üzerine, aldatma üzerine, yaşam hakkı üzerine, bağnazlık üzerine, ebeveyn olmak üzerine nefis fikirleri olan bir kitap çıktı karşıma. Okurken ne taraftan okursan orayı haklı buluyorsun. Bu yüzden kitabın ana karakteri olan Hakim Fiona'nın verdiği kararları veren kişi olmayı istemezdim. Çok bıçak sırtı konuları çok ince düşünerek neticeye bağlamak durumunda. Zaten ömrünü vakfettiği takdirde böyle üst seviye bir yargıç oluyor ve karşına gelen davalara kılçıksız şekilde karar verebiliyorsun. Öte yandan özel hayatının görece daha sancılı ve yaşamak isteyip yaşayamadıkları olduğunu görünce de hayatın kusursuz dengesini görüyorsunuz büyük resme bakınca. İster istemez İngiliz Yargı Sisteminin bağımsızlığı ile günümüz Türkiye'sinin Yargı Sistemini kıyaslıyorsunuz. Arada dağlar kadar fark var. Her hukuki olay insan hayatını etkileyecektir mutlaka fakat bu kadının verdiği kararlar gerçekten ölüm kalım olaylarına mahkeme kuruyor. Böyle düşününce herhangi bir zümre veya insanın baskısı altında olmaktansa içtihat ve hukuka dayalı tek kişinin karar verebilmiş olması müthiş bir lüks, yaşadığımız ülkedeki hukuk sisteminin kimlere yaltaklandığını düşününce özellikle...  Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 152 sayfa ve 50 TL.

Dilin Aynasından | Guy Deutscher

Yenal Bilgici tarafından yazılan
köşe yazısında geçmişti bu kitap. Kültür, dil, kelime kökeni derken çok merak etmiştim nasıl bir eser olduğunu. Hiç araştırmadan, körlemesine, yalnızca yazıdaki tanıtımına güvenip attım sepete. Sırası gelince okumaya başladım ve akademik eser sıkıcılığından eser yoktu. Yazar Guy Deutscher Cambridge'de dil bilimi okuyan bir İsrailli. Dilin anlayış, kültür, düşünce bağıntılarını, kendi tabiriyle söylüyorum, "sorun örnek bulmak değil, örnek vermeyi durdurabilmek" şeklinde sürekli örnekleyerek kurmaya çalışıyor. Bir anda İspanyolca-Almanca zıtlığını okurken, bir bölüm sonra haritada yerini gösteremeyeceğim bir yerdeki kabilenin dilini dünyanın geri kalanında konuşulanlarla kıyaslıyor. Kitapta benim en çok keyif aldığım bölüm Dil Merceği isimli ikinci kısımda bulunan Cinsiyet ve Sentaks oldu. Benim de dil öğrenmeye çabaladığımda en çok kafama yatmayan ve tereddüt ettiğim konu olan cinsiyet artikelleri ile ilgiliydi bu bölüm. Mesela Almanca köprüyü dişi zamirle işaret ederken İspanyolca erkek zamirle işaret ediyor. Türkçe düşünürken diğer dillerin bu cinsiyetli işaretlemelerini zihne yerleştirmek epey zor olmuştu. Bu yüzden benim epey dikkatimi çekti kitap. Ha herkese hitap eder/etmez orasını kestiremiyorum. Sanırım benim gibi birtakım sorunlarınız olması şart😄Denerseniz, yorumlarınızı beklerim. Kitap Metis Yayınlarından, 296 sayfa ve 135 TL. 

Günlerden Galatasaray #1

Kayserispor 0-0 Galatasaray
Hiç böyle olmasını beklemiyordum bu maçın, Allah kalbimi biliyor ya... Hafta içi ön eleme maçında çizdikleri profil çok daha tatmin ediciydi mesela. Ha üç güne bir maç yormuş diye düşüneceksek, o iş biraz sakat. Zira uzunca bir süre üç güne bir maç yapacak bu takım inşallah. Seri şekilde form tutup, ağustosu en az kayıpla atlatıp galibiyetlere başlamak lazım. Neden Kerem? sorusunun cevabı ise dün akşamki puan kaybını kendisine yazmam oldu. Manasız şutları, saçma top kayıpları ve pas tercihleri ile golsüz beraberliğin yangınını kendisine bağladım. Günah keçiliğinin hayrını görsün. İlk elin günahı olmaz diyelim. Hedef 24! 

Mabel Matiz | Fatih

Bir süredir hiç albüm güzellemesi yapmamışım, blogda da lig bittiğinden beri safi kitap yazısı çıkmış. Biraz hareketlenelim değişiklikler gelsin istedim. Hem de bu albümü çıktığından beri üst üste dinlediğimden ve en çok konuştuğum konulardan olduğundan buralarda da olması gerektiğini düşündüm. Öyleyse öksürelim, taksimetre işlesin.

Cinayetler Oteli | Agatha Christie

Polisiye dedin mi en önde gelen isimlerdendir ya, araya böyle külliyatını serpiştirmek keyifli oluyor. Agatha Christie, Grange gibi değildir mesela. Kan yoktur, vahşet yoktur, okurken germez. Merak unsuru ön plandadır, gerilim değil polisiyedir. Dili ve anlatımı da daha pembe dizi tarzı olduğundan akar gider. Cinayetler Oteli de tam kendi tarzında bir kitap. Katilin kim olduğunu çözememekle birlikte olay akışını az çok tahmin edip, benim için, sürpriz sonlu katili de okuyunca, tamam işte. Vaat ettiklerini, okuma güdüsünü tatmin ederek geçiriyor karşı tarafa. Biraz daha uzun, biraz daha merak damarımı gıdıklasaydı daha iyi olur muydu? Kesinlikle! Ama okumak da işte hayat gibi. Hep daha iyisi var, iş denk getirebilmekte... Felsefeyi bırakıp kitaba dönüyorum. Kitap Christie'nin baş karakter olarak yazdığı Jane Marple serisinin bir parçası. Londra'da bir otelde kalan Jane Teyze, kendini yine olayların içinde buluyor ve yaşlı, örgüsünü örüp köşesinde oturan bir hanım olduğu ve silik kaldığı için tüm mevzuyu şipşak çözüveriyor. Her zamanki gibi başından benzer olaylar geçen bir tanıdığı illa ki var ve kadere bak ki insanlar hep aynı şeyleri yaşıyorlar. Ben Jane Hanımın içinde olduğu Christie romanlarına çok da yükselemediğimi fark ettim son iki kitabında. Alırken dikkat etmekte fayda var notunu da ekleyerek bağlıyorum. Kitabın bendeki baskısı Altın Kitaplar'dan, 176 sayfa ve 120 TL.