Günlerden Galatasaray #34

Ankaragücü 1 - 4 Galatasaray (Maurox2, Sergio, Barış).
ŞEN OLA CİMBOM, ŞEN OLA!
Asıl kutlama pazar akşamı😉

Bilgenin Sarsılmazlığı Üzerine | Seneca

İş Bankası Kültür Yayınları'nın Hasan Ali Yücel Klasikler Serisi'nden devam ediyorum. Çok yüksek ihtimalle İlber Hoca'nın önerdiklerinden radarıma giren kitabı aslında yarım günde bitiririm diye yanıma aldım ama elimde süründü resmen ortamın gerginliği yüzünden. Kitap iki bölümden oluşuyor. İlkinde Seneca'nın "bilge" olarak tanımladığı insanın özelliklerinden bahsediyor. Bu bölümde bilge diye tabir ettiği kişilerin aslında yüzyıllar sonra Maslow'un meşhur hiyerarşisinde insanın en üst mertebesine ulaştığı "kendini gerçekleştirme" aşamasından bahsetmiş. Bilgenin ne kadar kusursuza yakın bir insan olduğunu ve toplum için ne kadar kıymetli olduğundan dem vuruyor. Okurken kendi kendime "ne kadar bilgesiniz" sorusunu sıklıkla sordurduğu için çok keyif aldığımı söyleyebilirim. İkinci bölümde ise insanın o kendini gerçekleştirme aşamasına ulaşması için yaşaması gereken inzivadan bahsettiği inziva üzerine isimli bir bölüm mevcut. Seneca, Stoa Okulu olarak anılan felsefi akımın öncülerinden olduğundan kitabın genelinde Stoacı bakış açısı hakim. Nedir bu açı? Mutluluğun hakimiyeti, doğaya teslimiyet ve mantığın eğitiminin ön planda oluşu. Latinceden çevrilen kitapların anlaşılmaları ekseri zor oluyor kendi açımdan fakat bu kitapta öyle bir zorluk yaşamadım. Burada Nasıl Ölünür kitabında olduğu gibi yayınevi ve çevirmen Cengiz Çevik'e teşekkürü bir borç bilerek yazıyı toparlıyorum. Kitabın bendeki baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, 96 sayfa ve 20 TL.

Nasıl Ölünür | Emile Zola

Hemen büyütmeyin. Kitapta ölümün yollarından, tabancalardan, ilaçlardan, urganlardan falan bahsetmiyor. Kitapta 5 farklı insan var. Bir çocuk, bir çiftçi, bir soylu adam, bir soylu kadın ve dükkan sahibi bir kadın. Bu insanlar Fransa'nın farklı yerlerinde yaşıyorlar. Beş bölümlük kitabın her bölümü bu insanlardan birinin ölümüyle ilgili. Ölümün nasıl hayatın bir parçası olduğunu okurken yarattığı farkındalığa şaşırıp kalıyorsunuz. Kitabın benim için en çarpıcı yönü buydu büyük ihtimalle. İnsanlar ölür ve etrafındakiler hayatına devam eder, etmek zorundadır. Bu şekilde düşününce hayatın kocaman bir boşluk olduğunu kabul etmemiz gerekiyor sanırım. Şüphesiz en üzücü hikaye çocuğun öldüğü hikaye. Ailenin yokluk yüzünden çocuklarını iyileştirememesi ve kaybetmesi, hem de bunun bugün bile bazı ülkeler ve insanlar için geçerli olduğunu düşününce üzülmekten kendimi alamıyorum. Kitabın verdiği mesajdan benim aldığım alt metin ise şöyleydi: 
Çocuk olmanızın, hayatınız boyunca çalışmış olmanızın, zengin biri olmanızın hiçbir önemi yok. Belirlenmiş bir son kullanma tarihiniz var, o tarih gelince dönüşü olmayan o yola çıkıyorsunuz. Bu yüzden her anın tadını çıkarmaya, hayatı ıskalamamaya bakmak lazım, bana bunu hissettirdi. Son olarak kitabın çevirmeni Volkan Yalçıntoklu'nun nefis çevirisi ve Türkçesi için teşekkürü bir borç bilirim. Kitabın bendeki baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, yalnızca 56 sayfa ve 20 TL olarak satışta. Kaçırmayın.

Kara Kutu | Soner Yalçın

İlk kez okuyorum Soner Yalçın'ı. Yayınevinden mi yazım şeklinden midir bilemedim biraz Yılmaz Özdil'i anımsattı bana. Tekrar okur muyum, şimdilik zor gibi. Kitapta şu "dünyayı yöneten ailelerden biri" olarak lanse edilen Rockefeller'in sağlık sektörüne girişinden itibaren sektörün nasıl bir yozlaşma içerisine düştüğünden bahsediliyor en özet haliyle. Sağlığın kamu yerine özel şirketler tarafından işletilmesinden tutalım da hekimlerin çalışma saatlerine, ilaçların çoğunun leblebi gibi yutulmak için üretildiğine ve bazen de devlet eliyle halka yutturulduğuna kadar geniş bir eleştiri yelpazesi karşılıyor okuru. Şimdi katıldığım nokta, çok çok uzun süredir tıp tarafından insanlara itelenen sağlık tanımı. Sağlığı esenlik yerine hasta olmama şeklinde tanımladığımız zaman kapsam biraz daralıyor ve ister istemez her üç kişiden ikisi hasta durumuna düşüyor. Kesinlikle katılmadığım nokta ise ilaçları para kazanma aracı olarak kullanıldığını ve birçoğunun işe yaramadığını söylemesi. Şimdi şunu kabul ederim, bazı ilaçların bazı yan etkileri faydasından fazla, evet. Gel gelelim aşılarla ilgili yazdığı bölümü hayretle okudum. Bir insan aşının karşısında nasıl durabildiğini ben anlayamıyorum yahu. Yani çocuklukta olmaya başlanan aşılarla milyonlarca insanın hayat kalitesinin artırıldığını, geride bıraktığımız pandemi döneminin yalnızca aşılar sayesinde aşılabildiğini falan nasıl yadsıyor insanlar, hayret ediyorum. Bir de sıklıkla Canan Karatay'a atıfta bulunmuş ki, tamam en Canancı sensin başkan derken yakaladım kendimi birkaç yerde. Kitap komplo teorisi üzerine kurulu kısaca. Bana gelmez. Ben daha gerçekçiyim sanırım. Seveni varsa da hayrını görsün. Benim okuduğum baskısı Kırmızı Kedi'dendi, 584 sayfa ve 100 TL.

Günlerden Galatasaray #33

Sahanın Galatasaray adına, Mauro'nun 2 gol atmış olmasına rağmen, en iyisi Lucas oldu dün akşam. Sahada yine basılmadık yer bırakmadı, üstüne üstlük bunu da bildiğin dayak yiyerek falan başardı. Rakipler için sinir bozucu olsa gerek. Zira sürekli bu çocuğa yapılıyor fauller. Mesela bir pozisyonda arkadan ayağına basıldı kırmızı falan verilmedi VAR kontrolüne rağmen. Galip geliyoruz diye VAR eleştirisini bırakacak değilim. Lucas dışında Sacha'nın performansını da beğendim, bir maçlık es vermek takımı özletmiş galiba. Mauro'nun attığı ikinci goldeki kör noktayı buluşu ve iğne deliğinden geçirdiği topun ağlarla buluşmasını hala aşamıyorum. Allah kalbimi biliyor ya, kafayla Kerem'e indirecek zannettim. Nefis goldü. Galatasaray'dan nefret eden ve bu nefretini her fırsatta, başka maçlarda bile sürekli dillendiren Rıza Çalımbay ile Sivasspor'u terlemeden 2-0 ile geçti Galatasaray. Çok şık oldu. Bazı maçlarda oynayamazsınız bazı maçlarda da tabir yerindeyse öttürürsünüz. Bu maç tam ortadaydı. Haftaya Ankaragücü maçını aldığımız takdirde son maçın (febe) bir önemi kalmıyor ve şampiyonluk ilan ediliyor. Maç tarihi 30 Mayıs ve ne derler bilirsiniz: Mayıslar Galatasaray'ındır. Öyleyse, şen ola Cimbom şen ola!

Cinayetler Kulübü | Agatha Christie

Şöyle güzel bi polisiyeyle kafayı dağıtırım, siyaset gündeminden azıcık da olsa uzaklaşabilirim diye attım elimi bu da bölüm bölüm hikayeler çıktı, yazıklar olsun. Bir evde altı kişi oturup sohbet ediyorlar. Bu altı kişinin içinde yaşlı bir hanım, genç bir hanım, bir doktor, bir dedektif bir de asilzade var. Bu ekipten her biri, neticesini yalnızca kendilerinin bildiği gizemli olaylar anlatıyor ve bu gizemli olayları diğerlerinin çözmesini bekliyor. Vakaları dikkatli okuduğunuz takdirde ekseri çözüyorsunuz. Gizem unsuru var evet, fakat ben polisiyeyi böyle bölüm bölüm değil de serüven olarak seviyormuşum, bu kitapla bunu anladım. Bir polisiyeye başlayacağım 300-500 sayfa meraktan kıvranacağım, sonra çözünce de ohh bee diye gevşeyip arkama yaslanacağım, bunu seviyormuşum. Cinayetler Kulübünü okurken de bu özelliğimi fark ettim. Görüyorsunuz, öğrenmenin yaşı yok. Agatha Christie'nin bu işin duayeni olduğunu düşününce ister istemez beklenti de yükseliyor. Benim beklentimin bir tık altında kaldı bu arkadaş. Kitabın bendeki baskısı Altın Kitaplar'dan, 192 sayfa ve 83 TL.

Günlerden Galatasaray #32

Bazen oynamazsınız, kafanız güzel gibi, caddede yürür gibi sallana sallana dolaşırsınız sahada, ama o maçı da alırsanız işte "şampiyon gibi" oynamak budur. İyi oynamadan da kazanabilmektir "şampiyon gibi" oynamak. Her maça aynı eforu sarf edemeyebileceğini de kabullenmektir. Dünkü İstanbulspor maçı işte tam da böyle bir maçtı. Takım ilk yarının sonunda 5 dakika, ikinci yarının sonunda 5 dakika top çevirmesi maçın Mauro'nun biri yine "Allah ne verdiyse vuruşlu" penaltısı olmak üzere 2 golüyle 2-0 bitirmesine neden oldu. Aslında maçın adamı fotoğrafımızda bugün Victor olacaktı. Kafasında sarılı fileyle, 2. golden önceki yaptığı müdahale ile maçın 1-1 değil 2-0 bitmesini sağladı. Ama bu fotoğraf da çok iyi olunca, kaçıramadım. Maçın yine iyilerinden birisi olan Lucas oldu bence. Kötü oynayan takımda Victor ile ikisi ışıl ışıl parladılar tabir yerindeyse. Dries'in son maçlarda ortaya koyamadığı performans beni çok üzüyor. Neyse bu maça kadar kattıkları ve bundan sonra da katacakları yetsin. Kaldı üç maç. Yarın Fener puan kaybederse, Sivas maçına şampiyon olmak için çıkıyormuşuz. Olmazsa sonraki, olmazsa Fener maçı. Bu yolun sonu şampiyonluk. Üç tane 90 dakikanın karşılığı 23. şampiyonluk olacak. İnanın. İnanmayan yola çıkmasın. Şen ola Cimbom, şen ola!

ps: Bugün 17 Mayıs, EVET BİZİM UEFA KUPAMIZ VAR!

Firefly Lane - Ateşböceği Yolu | 2021-2023

Katherine Heigl ve Sarah Chalke farklı yapımlarda izleyip oyunculuklarından keyif aldığım kadınlardı. Muhtemelen bir yaz gecesi, ne izlesem diye Netflix'te gezelerken izlemeye başladım. Dizinin kitaptan uyarlama olduğunu görünce bir parça daha merakla başladım. Final sezonu yayınlanan diziyi hafta sonu bitirdim. Imdb puanı 7.6/10 olan bu müthiş diziyi istedim ki konuşayım, buralara anı düşeyim. Başlıyoruz öyleyse!

Bazen Unutmak İstersin | Kürşat Başar

Kürşat Başar, roman yazdığında okumaktan çok keyif alıyorum. Çünkü kalbimin kuytu köşelerinde dolaşacak kadar sıcak bir dili var. Akıp gidiyor ayrıca. Sayfaları uçarak okuyorum adeta. Sonra bu makalelerden oluşan kitabı geçiyor elime ve tuhaf tuhaf fikirleri çıkıyor. Kurgu işini bu kadar iyi yapan bir yazarın, normal hayatla ilgili fikirleri nasıl böyle oluyor anlam veremiyorum. Okurken okurken bir kadın karşıtlığı peyda oluyor bünyesinde. Sıklıkla tekrar ettiği fikirlerden biri şu mesela; kadınlar o kadar iyi hafızaya sahip ki (yumuşatma), 20 yıl önce eski sevgilinize aldığınız hediyeyi size anımsatıp onun için yapmadığınız bir masrafı kafanıza kakabilir (tespit sıçışı). Pardon? Bir kere Allah'ın aşkına hangi kadın sevgilisinin 20 sene önceki sevgilisine aldığı hediyeyi bilmek ister ki? Bir başkasına geçiyorum; kadınlar o kadar detaycıdır ki, ajanların kadın olması gerekir 
(yumuşatma). Sizin her türlü yalanınızı anında yakalar (tespit sıçışı). Mesela çok enteresan bir fikrim var, kadınlara yalan söylemeyin? Ve bunu tek yerde de geçirmiyor, tekrar eden makalelerde var bu durum. Bu deneme işini pek beceremiyor. Bu kadar iyi "romantik" taklidi yapanını hiç görmemiştim. O karizmanın altında gölgeli bir adam var, çok enteresan, beni her seferinde tekrar şaşırtıyor. Kitabın bendeki baskısı Everest Yayınlarından, 224 sayfa ve 50 TL.

İnce Memed 4 | Yaşar Kemal

Memed ile vedalaşıyoruz artık. Tanıştığıma ne kadar memnun olduğumu anlatamam. Yaşadığı yerler benim için tam toprak. Torosların zirvesinde bir köyden geliyor bütün soy ağacım. Sıcağı sevmem bundan. Denizi tepelerden görünce cıvıldamam bundan. Kapalı yerlerde duramayıp bir ağacın gölgesinde oturmaktan keyif almam bundan. Zalime değil, zulüm edene değil, mazluma empati göstermem bundan. Tıpkı Memed gibi. Kitap aslında Memed isimli genç bir çocuğun hikayesi üzerinden Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetin ilk yılları Türkiye'sine bir bakış atıyor. Bilhassa Güney Anadolu'nun durumunu bize Memed'in hayatının etrafından şekillendirerek gösteriyor. İnce Memed ile Yaşar Kemal'in bize anlatmak istediği sanıyorum şu; her zaman güçlüler, zenginler kazanmaz. Bazen bir köylü, bir yetim, cılız bir oğlan çocuğu gelir, zenginlerin, güçlülerin, o sırça köşkte yaşayanların kurduğu düzeni bir tekmesiyle yıkıverir. Mesaj kaygısı mı? Yoo ne alaka😋 Dördüncü kitapta Memed artık evli, düzenini kuruyor, baba olmaya hazırlanıyor yeniden (spoiler sayılmaz). İnce Memed'in bu 4. kitabının özelinde paylaşmam gereken bir detay da var tabii ki. Kitabın başında Da Vinci'den bir pasaj geçmişler. Da Vinci yaşarken Toroslara gelmiş ve tahminen Malatya - Elazığ civarında bir yerlerde dolaşmış. Oradaki tecrübelerini düşmüş tarihe not olarak. Bu da Memed'in hikayesinin dördüncü etabında karşımıza çıkıyor. Kitabı okurken oralarda geziyor, kokuları alıyor, ağaçların hışırtısını hissediyorsunuz sanki. Ben bu kadar detay detay yaratılan bir dünya hiç okumadım sanırım. Serinin en sevdiğim yönü de buydu. Bence Türk Edebiyatında ıskalanmaması gereken bir seri. Betimleme seviyorsanız, Akdeniz seviyorsanız kaçırmayın. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 639 sayfa ve 145 TL.

Ps: Da Vinci'nin hikayesi için detaylar şurada mevcut, meraklısına.

Günlerden Galatasaray #31

Öncelikle sahanın en iyisi olan çok sevgili sarışınım Lucas Sebastian Torreira Di Pascua’yı tüm kalbimle kutlarım. Bu takımın kondisyon
 sıkıntısı da basmaya başladı bana ha! Kaç maçtır şöyle elim ensemde bi rahat oturamadım. Sergio, Dries ve Kerem'de son birkaç maçtır ortaya çıkan bu dağınıklığı vücut yorgunluğuna bağlıyorum. Zihinsel değil de tamamen fiziksel bir yorgunluk. Haftada iki maç yapmıyor olsa bile bu adamlar yine de o yorgunluğun izlerini taşıyorlar. Başta şampiyonluk rehaveti sanmıştım ama mental bir rahatlık da yok. Kafası kopuk tavuk gibi dolanıyorlar sahanın içinde. Şu Başakşehir maçının galibiyetle biteceğine emindim, kaldı ki pozisyon bile verilmedi ama bu takımdaki saçma sabırsızlık oturduğum yerden beni bile geriyor. İnsan ister istemez acaba mı diye düşünüyor. E top yuvarlak, bir anlık Nando gafletine bakar. Girdi mi çıkmaz da işte. Sonra tepin dur. Neyse ki bu maçta öyle olmadı. Mauro'nun ceza sahası içinde düşürülmesine rağmen VAR'a bile gitmeyen hakem heyeti, birkaç dakika sonra olan sanıyorum Deniz'in dirseği ile ceza sahasından uzaklaştırdığı topu VAR ile lütfen verdiler. Mauro'nun nefis vuruşu neticesinde de 1-0'lık galibiyet ile sahadan ayrılmayı başardık. Ama iki pozisyonun arası biraz olsaydı muhtemelen yine kulağının üzerine yatacaktı herkes. Suyun öbür tarafına çatır çatır penaltılar çalınırken Galatasaray için bu rakam 3 düş 1 al mevzusuna dönmüş durumda. Sinir bozucu mu? Evet. Hepsinin intikamını alacak mıyız? Kesinlikle. Şen ola Cimbom, şen ola!

Günlerden Galatasaray #30

Galatasaray dün akşam Beşiktaş deplasmanındaydı. Kadıköy'de 20 sene galibiyet almadan geçen serinin ardından nur topu gibi yeni bir "galip gelememe" serimiz oldu. Mevzu Beşiktaş olunca çok kale alınmadı muhtemelen ama derbidir, puan farkını kapatır, geriden gelip şampiyon bile yapar evlerden ırak. Ligin en az gol yiyen takımıyken üst üste iki maçta yediğimiz 6 gol bile tehlike sinyallerini çalıyor bana sorarsanız. Beşiktaş maçını Mauro'nun maçın başında attığı tek gole rağmen 3-1 kaybettik. Konyaspor maçında takım bugün kazanmayı istemediği için kaybederek on küsur galibiyetlik seri kırılmıştı. Dün, Beşiktaş maçında yine kazanmak istenmedi. Gayet savruk, bezgin, sıkılmış bir maç çıkarıldı Lucas dışında. Şu ataklarda kanatlardan gelmek yerine dikine pas işinde de çok ısrar ediliyor gibi geliyor bana. Sağda Milot veya Nicolo veya Yunus, solda Kerem beklerken inadına aradan Mauro arandı dün her pozisyonda. Tamam gol atsın ama üç adamın arasındayken de pas verilmesin oyun biraz açılsın mı acaba? Neyse, bu da böyle olsun. Puan farkı vardı rehavetinden kurtulmuş olduk. Evet gençler, macera hakkımızı kullandık. Artık biraz kazanalım mı, ne dersiniz? Son 5 maç, hepsini kazan şampiyon ol. Bu kadar basit ve bu kez gerçekten önemli olan basiti başarmak. Yürüyedurun!