Başlangıçta Deniz Vardı | Tomas Gonzalez

Kitap fuarında dolaşırken gördüm kitabı. Öncelikle kapağına sonra da fikrine vuruldum. Kitapta bir çiftimiz var Bay J ve eşi Elena. Çiftimiz şehrin kalabalığından ve keşmekeşinden sıkılıp sahilde bir ilçede bir çiftlik satın alıyor ve orada yaşamaya başlıyor. Ne klişe ama! Kitabın verdiği mesaj ise, herkesin hayal ettiği şey her zaman hayal ettiği gibi olmayıp evdeki hesabımız çarşıya uymuyor. Başta tatil modunda başlayan sahil hayatı sonradan sonraya mevsim değişiklikleri, geçim derdi, çiftliğin, hayvanların, ağaçların bin bir düzeni derken çileye dönüşüyor ve sonuçta da biri ülkenin öbür ucuna savrulurken diğeri canından oluyor. Spoiler vermiyorum neticede hiçbiriniz okumayacaktır. Ama bence okuyun. Sahile taşınma hayalinizden vazgeçmeden "hakikaten kışın naparım ki acaba" diye düşündürdü bana. Belki okuyanlara da düşündürür. Bi deneyin. Kitap Nora Yayınevinden çıkma, 168 sayfa ve 18 TL.

Günlerden Galatasaray #10

O kadar sinirliyim ki son çıkılan üç maçın üçü de birbirinden beter. Hiçbir söyleyeceğim söz yok. Malatya'ya 2-0 yenildi Galatasaray. Ahmak yöneticilerle, beceriksiz kondisyonerlerle bu kadar olması bile mucizeydi. Hakem hatası falan diye konuşanı görmemek için kapattım maçın sonunu bile beklemeden. Şu maçta hakem hatası konuşulacak son şey. Geçmiş olsun. Devre arasında gönderilsin isimlerine koşarak giden bir de 7 numaramız var. Bari para kazandırarak gitse...

The Champioooooonns! #3

Porto maçında ne kadar üzüldüysem bu maçta da o kadar kızdım. Öyle gereksiz öyle vasat öyle kabullenen bir oyun vardı ki sahada sindirmek elde değil. Hocamın planı belliydi aslında, "sabırla kabullen, bekle ve öldürücü vuruşu yap". Tek sıkıntı o vuruşu yapamamaktı maalesef. Yoksa sabretmekte, kabullenmekte ve beklemekte değildi. Benim gibi canı tez değilseniz tabii. Bekle, bekle, bekle... Aradaki pozisyonları oh gol olmadı diye atlatmaya çalış... Atılan golün ofsayt olmasına bi daha oh de... Hakemlerin atladıklarına sevin... Epey yorucuydu. Bu maçtan çıkan 1 puanın başımızın üzerinde yeri var zira 3 puanı hak etmediğimiz konusunda hepimiz hemfikiriz diye düşünüyorum. Öte yandan kızdığım kadar üzüldüğüm bir nokta da vardı o da Yuto'nun sakatlanmasıydı. Öyle kısmetsiz bir takımız ki nerede saçma sapan bir sakatlık var bizi buluyor. Senelerdir futbol oynayan, kendine çiçek gibi bakan ve sıklıkla profesyonelliği ile övülen bu adamın nefes problemi yaşaması kötü bir karadeniz fıkrası gibi adeta. Geldiğinden beri en iyi futbolunu oynayan Belhanda'yı hep yerin dibine sokmayayım da bir kere de öveyim dedim. Hele ki takımda sapır sapır dökülen Eren, N'diaye, Garry gibi adamlar varken. Nando ile Ozan'a ise apayrı güzellemeler yapmak lazım ama nazardan korkuyorum. Çok güzel bir stoperimiz olacak inşallah ama siz yine de çaktırmayın... Umuyorum ki kalan 3 maçtan minimum 4 puan çıkarmak kısmet olur da yola devam ederiz. İnanıyorum ki bir forvetle bu iş çözülecek. YÜRÜYEDURUN!

Başıbozuk Sevdalar | Canan Tan

Canan Tan kitabı okumuyordum epeydir. Ayşe Kulin kitaplarından sonra onların devamı gibiydi, iyi geldi. Şiir isimli baş karakterimizin hayatına giren yanlış adamlara yaşadıkları 3 ilişkiyi anlatıyor kitap. Yanlış adamlarla diye açık açık söyleyebiliyorum zira kitabın adı Başıbozuk Sevdalar. Ezel, Baran ve Recep de anlayacağınız üzere "Başıbozuk Sevdalılarımız" kitaptaki. Benim en çok hoşuma giden detay; bölümlerin başına serpiştirilmiş kimisi Sabahattin Ali'den kimisi Can Yücel'den, kimisi Nazım Hikmet'ten kimisiyse Mevlana'dan... O kadar dokunaklı ve önüne geldikleri bölümün havasına o kadar uygun sözler seçilmiş ki tasnif eden arkadaşı tüm kalbimle tebrik ediyorum. Eğer Canan Tan ise bunu yapan zaten kitabı için en doğrusunu yapmış. Kitabın benim okuduğum baskısı Doğan Kitap'a ait, 336 sayfa ve 28 TL. Kırık dökük aşk hikayeleri okumak sanırım kadınların daha çok hoşuna gidiyor ama benim zülfü yarime dokunuyor bu aralar ve dolayısıyla da sevdim ben bu kitabı. Herkes sever mi hitap eder mi bilmiyorum ama deneyin be ne kaybedersiniz ki?

Günlerden Galatasaray #9

İki gün geçti ancak kendime geldim. Evet, ben Galatasaray'ın 16 maç sonra iç sahada puan kaybettiği Bursaspor maçındaydım. Ama giden 2 puanın mes'uliyetini kesinlikle üstüme almam zira daha iyi sebeplerim var. Öncelikle milli takım arası... 10 gün birbirlerinden ayrı oynayan takım bir araya gelince ve as oyuncularından da yoksun kalınca böyle oluyor. Sonra hafta içi oynanacak olan Şampiyonlar Ligi maçı da var ki akıllar oradaydı. Son olarak da Hocam'ın dediği gibi maç yerine "sakata gelmiş" olmamız. Daha ben stada girmeden 2 değişiklik yapılmış bile. Bursaspor dersine iyi çalışmış Fenerbahçe'den sonra buradan puan çıkarabilen ilk takım oldu. Maç Eren'in golüyle 1-1 berabere bitti. Denecek çok bir şey kalmıyor bu durumda. Geçen hafta 3 puan önde bitirmenin kaymağını yiyoruz ki bu maçın ardından 4 puan oldu ve puan kaybettiğimiz bu haftayı da lider kapatmayı garantiledik. Giden 2 puana üzülmemenin en güzel yönü dilerim Şampiyonlar Liginden alacağımız 3 puan olur. YÜRÜYEDURUN ASLANLARIM!
ps: Statta maç izlemek hayatta beni en çok heyecanlandıran ve mutlu eden olay. Eklemeden geçemedim.

Geniş Zamanlar | Ayşe Kulin

Geniş Zamanlar'da birkaç farklı hikaye var. Başta bir olayın birbiriyle bağlantılı üç farklı yönden, üç farklı karakterin ağzından anlatımını okuyoruz. Sonra bu olaydan bağımsız iki hikaye daha okuyoruz. Hikayeler bastı mı giden cinsten. İstemsiz şekilde bir solukta bitiriyoruz kitabı. Bir erkeğin yanlış yöne gidişi de var kitapta, bir kadının hayatının kayması da... Başka bir kadının tüm hayatının değişmesi de var, yine başka bir kadının mücadele ettiği meme kanserinin hikayesi de... Bu hikayelerden birisi bana Ayşe Kulin'in hayatını anlattığı Umut-Hüzün-Veda üçlemesinde kendi oğlunu doğurduğu zamanın hikayesini anımsattı. Aynı mıdır, yoksa ben mi benzettim bilemiyorum ama eminim okuyanlar demek istediğimi anlayacaktır. Seviyorum Ayşe Kulin kitaplarını. Sıkılmadan, yorulmadan ve zaman zaman gözlerim dolarak okuyorum. Bu arada kitap 2005 yılında dizi olarak da çekilmiş. Fotoğraf seçerken gördüm eklemek istedim. Kitabın bendeki baskısı Everest Yayınlarından, 116 sayfa ve 15 TL. Okuyun.

Dava | Franz Kafka

Franz Kafka'nın daha evvel okuduğum üç kitabı daha var: Dönüşüm, Milena'ya Mektuplar ve Babaya Mektup. Dört kitabın üçünü okurken çok yoruldum, Dönüşüm'ü tenzih ediyorum antiparantez. Sıkıldım demiyorum çünkü sıkılırsam bırakırım. Kafka benim kalemim değil sanıyorum en azından hayatımın bu döneminde... Kitapta Josef K. isimli bir baş karakterimiz var. Bu karakter bir davaya sanık oluyor. Fakat kendi adıma söyleyeyim ben kitap boyunca Josef'in hangi suçtan yargılandığını bir türlü çözemedim. Davanın görüldüğü yer, davayı izleyenler, avukatlar, avukatsızlıklar, savunmalar, savunamamalar... Okurken savrulduğumu hissettim ve sanırım beni en çok yoran bu oldu. Hukuk sistemine getirilen eleştiriler bence kitapta verilen asıl mesajdı. Yani suçunun flu olduğunu düşündüğüm bir adamı sorguladılar, yargıladılar ve infaz ettiler (spoiler vermiyorum evet). Bi süre metaforlu tecahülü arifli kitaplar görmek istemiyorum. Dümdüz kitaplar okuyacağım yoruldum zira anlamaya çalışmaktan :) Neyse kitabın benim okuduğum baskısı Kafka Kitaptan çıktı, 272 sayfa ve 15 TL. Okuyun yok bu defa, siz bilirsiniz.

Gece Sesleri | Ayşe Kulin

Ayşe Kulin kitapları hep akar gider seri şekilde. Bu kitabı da yaklaşık 2 günde bitirdim yine akıp gittiği için. Kitap Ayşe Kulin'in mihenk taşı olarak kabul edebileceğimiz birçok eseri gibi geçmişten günümüze birkaç kuşağın hayatları üzerinden, yaşanan dönemin Türkiye'sine bir bakış atıyor. Kitabın ana karakteri Ayda'nın annesi 60 Darbesi döneminde, Ayda ise 80 Darbesi döneminde ülkelerinin selameti için sokaklara dökülmüş farklı iki neslin olmalarına rağmen benzer olaylar yaşayan iki kadın. Anne beyin kanaması geçiriyor ve hastaneye kaldırılıyor. Ayda da o sırada bulunduğu bir seminerden apar topar ayrılarak annesinin yanına geliyor ve aslında hepimize tanıdık gelecek kız çocuklarının belli yaşa kadar annelerini düşman görmesi, neden sonra annelerini anlamaya başlaması ve neticesinde de hak vermesi şeklinde gelişen sürece dahil oluyoruz. Tabii ailenin yaşadığı Bozova'da geçen günlere, o günlerden şimdiki zamana, ailenin tüm sırlarına ve gizemlerine ortak olarak elbette... Heyecanlı bir hikaye var kitapta. Asla sıkmayan, yormayan ve tam aksine merak duygusunu hep canlı tutan. Ayşe Kulin'in tarzını seviyorsanız bunu da seversiniz muhtemelen. Kitabın benim okuduğum baskısı Everest Yayınlarından (cep boy), 354 sayfa ve 9,90 TL. Deneyin mutlaka.

Gölgeler | Zülfü Livaneli

Kitap bir kurgu içeriyor. Tamam her kitap bir kurgunun üzerine kurulur ama bu kurgunun da kurgusu. Okumayanlar yahut duymamış olanlar için şöyle açıklayayım; taaa Kanuni'den Ülkü Tamer'e kadar mahlası olan yazarlarımız, şairlerimiz var bu kitapta. Mahlasların kendi aralarındaki sohbeti okuyoruz. Kimi yazdığı bir paragraftan atıfta bulunuyor kimisi şiirinden... Aralara da serpiştirilmiş müthiş illüstrasyonlar var (illüstrasyon kelimesini tek seferde doğru yazdığım için kendimi alkışlıyor ve omzuma öpücük konduruyorum). Fakat... Zülfü Livaneli kitaplarını yeni okumaya başlamış birisi olarak kitap benim beklentimin bir tık altında kaldı. Ele aldığı hikayenin kurgusunu bu kadar net çizebilen bir yazarın bu kitabında son darbeyi bir türlü vuramamış olması beni bir parça tereddüde düşürdü yazık ki. Fikir mi hafifti yoksa anlatım dağınık mıydı bilemiyorum. Bir derleme olarak, yazarlardan kısa pasajları okuma fikriyle başarılı. Bu arada kitabı yazma fikri Konstantiniyye Oteli kitabından çıkmış. Ben o kitabı okumadım, okusaydım farklı olur muydu, belki. Konstantiniyye'yi okuyan biri olursa ve bu kitabı daha sonra okursa fikrini paylaşırsa sevinirim. Doğan Kitap'tan çıkan eser 112 sayfa ve 29 TL.

Günlerden Galatasaray #8

Hocamın ne kadar büyük taktisyen olduğunu artık tartışmayın isterseniz. Maicon - Donk ikilisinden 4-4-2'nin forvetleri yaptı. Biri defans, diğeri defansif orta saha uyandırayım... Deplasman fobisi saçmalığını geçen deplasmanda konuşmuştuk. Öyle bi dünya yok gördüğünüz gibi. Köpek gibi saldırarak oynayınca o top o kaleye bir şekilde giriyor. Belhanda bile oynadı daha ne olsun?! Maçın adamı diye Belhanda desem kimse itiraz etmez inşallah. Maçın genelinde topla oynama oranı %65'in altında düşmedi. Kimi zaman 70-75'lere kadar çıktı hatta. Verilen mesajlar yerine ulaşmış, çalışılan yerden gelmiş demek ki. Antalya'yı, ki kazansalardı lider olacaklardı, Antalya'da tek golle yendik dün akşam. Galibiyet golü Hocamın tabiriyle "Ryan'ı aldık Donk diye vurdu kafayı" şeklinde geldi. Lider gittik lider dönüyoruz çok şükür. Milli takım arasında bi tık dinlenirse takım sonraki iki maç da içeride zaten bi lig bi şampiyonlar ligi maçı olmak üzere... Ozan'ın adını özellikle anmak istemiyorum ki nazarlardan korusun Allah. Öyleyse 3 puan, Antalya'dan, tek Donk'un golüyle geldi. YÜRÜYEDURALIM MI ARKADAŞLAR?!

Şibumi | Trevanian

Trevanian'ın daha önceki kitaplarında yazdığı şiddet içerikleri nedeniyle ölenler olmuş, profesyonel şekilde hırsızlıklar yapılmış, insanlar kendilerine zarar vermiş. Toplum güvenliği için çıkarmış şiddet ve cinsellik içeren bölümleri. Kitabı okuyunca öyle güzel yükseliyor ve öyle yerlere dokunuyor ki insan merak etmeden edemiyor, acaba çıkarılan bölümlerde ne vardı... Şibumi kavramı basitliğin güzelliği olarak betimlenmiş kitapta. Anti kahramanımız Nikko, eski bir kiralık katil. Eski bir tanıdığına borç ödemek için son bir işe çıkması teklif ediliyor kendisine. Hikaye bu noktadan başlıyor. Nikko'nun çocukluğuna dönülüyor sonra. Nikko'yu Hel yapan süreci okuyoruz. Kitabın içinde bir mağara bölümü var. Oraları okurken epey yoruldum. Çünkü hikayeyle bağlantısı yok zannediyor yalnızca Hel'in hobisi olduğunu ve kitabı uzatmak için yazıldığını düşünüyordum. Spoiler vermeyeceğim, hiç de öyle değilmiş. Bi yanım methiyeler düz diyor kitap çok güzel diye git camiye anons ettir... Bi yanımsa sus içinde tut, herkes bilmesin, sana özel, size özel kalsın diyor... Çok güzel kitap. Mutlaka okuyun. Kitap E Yayınlarından çıkmış, 445 sayfa ve 32 TL. 

The Champioooooonns! #2

❤️
Ne kadar romantik olsam ve objektif bakamasam da puan yazmaya elimin gitmediği tek maçtı kuralar ve fikstürün ardından Porto maçı. Fakat Galatasaray dün akşam öyle bir oyun koydu ki ortaya, maçı kaybetmeye değil kazanamamaya üzüldüm. Sadece ilk yarıda 4-5 pozisyon var Garry, Henry ve Sinan ile girdiğimiz. Futbolun kuralı pozisyona girmek değil işte, o pozisyonu sonuca götürmek. Porto neredeyse hiç top oynayamadan tek pozisyonu sonuca götürebildiği için 3 puanı attı cebine. Kaybetmek kötü ama böyle kaybetmek daha acı. İyi tarafından bakarsak geçen hafta dediğim gibi "deplasman fobisi" diye bir şey olmadığını gördük. İçeride lig sonuncusu Erzurum'a karşı ortaya koyamadığımız futbolu dün akşam Portekiz'de Porto'ya karşı oynadık. Taçlanması için galibiyet gerekli miydi? Evet! Yazık ki olmadı. Şimdi Moskova'da bir maç var, Almanya'da ve içeride Schalke ile iki maç var, bir de Porto ile içeride bir maç var. Dört maçtan 10 puan almamız işten bile değil. Biz bu gruptan çıkacağız inşallah ve bu maç da bir kaza kurşunu olarak aklımızda kalacak. YÜRÜYEDURUN!