Arafat'ta Bir Çocuk | Zülfü Livaneli

Kitap, sonunda Livaneli'nin ifade ettiği şekliyle söylüyorum "bir arafta kalanlar kitabı". Kitapta birbirinden bağımsız toplam 8 hikaye mevcut ve Livaneli bu hikayeleri 71 yılında yazmış, 73 yılında basmış. Yazılışlarından 50 sene okumuş olmak da benim eksiğim olsun. Başta da dediğim gibi bir arafta kalma kitabı. Gitmek isteyip gidemeyen, gidip yerleşemeyen, kalamayan, vazgeçemeyen, başaramayan, sınırlarını -her açıdan- aşamamış insanların hikayesi. Kitapta beni en çok çarpan hikaye Bir Arpa Boyu isimli hikaye. Çünkü bu hikaye bence Livaneli'nin kendine en yakın karakterin hikayesi. Siyasi bir yasaklı önce Almanya'ya oradan da Kopenhag'a gidiyor en özet haliyle. Okuyanlar bilir, yazarın Sevdalım Hayat kitabı kendi hikayesini yazdığı eseridir ve hayatının bir dönemi ile epey benzerlik göstermiş bu hikaye. Kitabın adıyla ilgili Yaşar Kemal ile yaşadığı küçük bir de anekdot var kitabın sonunda. Eğer okumadıysanız mutlaka okumaya çalışın. Doğru insanların, güzel insanların, aydın insanların yollarının ne güzel kesiştiğini bir görün. Günümüzün popüler tabiri Türkiye'de yaşayamam cümlesi ya. Bir de bu Türkiye'de yaşatılmayan, gitmek zorunda bırakılan insanlara sormak lazım uzakta olmayı, gurbeti, Türkiye'de yaşayamamayı... Neyse, lüzumsuz duygusallığa giriyorum, hemen bir u dönüşü yapayım. Livaneli kitapları her mevsimde her ruh halinde çalışır. Arafat'ta Bir Çocuk eğer okumadığınız kitaplarındansa bir şans vermenizi öneririm naçizane. Kitabın bendeki baskısı Doğan Kitap'tan, 156 sayfa ve 24 TL.

#36 Galatasaray - Konyaspor

Gole kadar maç aşırı sıkıcıydı. Gerçekten bu takımın kağıt üzerinde bir şeyler başaracakmış gibi olup, çimenlerin üzerinde bu kadar başaramıyor olması çok enteresan. Mesela bu maça dair aklımda kalan en sağlam şey, maçın sıkıcılığını kenara koyarsam, üst üste kullandığımız 5 tane köşe vuruşunun, kalenin korner noktasının yakın köşesine kullanılmasıydı. Adeta beş korner izlemedik de atılan bir kornerin dört tekrarını izledik gibi. Bir şeyi başaramayınca bir daha dene, daha iyi başarama der ya Beckett meşhur sözünde, onu tersten anlamışız gibi. Bir maçta puan kaybetsek, artık şampiyonluk hevesi kalmasa kimsede, hep birlikte rahatlayacakmışız gibi hissediyorum. Çünkü bu baskı, bu sıkıntı artık işkenceye dönüştü. Gol atmak istiyor gibi takım, fakat öte yandan istemiyorlar da. Çünkü gol atmak için kale önünde paslaşmaz kaleye dönük oynarsın mesela. Yahut yana pas verip durmazsın da ileri pas verirsin. Neyse, bu sezon da böyle ite kaka geçecek herhalde, bakalım neticesi ne olacak. Bekliyorum sabırsızlık ve merakla. Şansımız bol olsun, Beşiktaş ile Fenerbahçe puan kaybetsin (gülücük).

Albaya Mektup Yok | Gabriel Garcia Marquez

Kitabın konusu şöyle; emekli bir albayımız var. Devlet bir yasa çıkarıyor, yasaya göre emekli olan albaylara bir para yatırılacak. Albayın beklediği mektup, devletten gelecek olan parayla ilgili mektup. Spoiler kapakta veriliyor daha da anlatmıyorum. Şimdi kitabın konusundan ziyade yaydığı hüzün çok çarpıcıydı. Albay ve eşinin oğulları ölmüş. Bu durumun ihtiyarların hayatlarına yansıması da epey acıydı. Ben zaten bir bebeklere bir de yaşlılara hiç kıyamam ya, beni canevimden vurdu. O yaşanan yokluğun satırlara yansıması çok gerçekti. Zaten bir lokma kitap, bu sebeple okumam hızlı ve acılı oldu. Kitapta güneş gibi doğan bir tane cümle vardı, onu da paylaşmadan bitirmiyorum: "Hayat, şimdiye dek icat edilen en güzel şey". Kitap kapağında horoz var, fakat horozun bahsi burada hiç geçmedi, farkındayım. O da kitabın sürprizi olsun. Okuduktan sonra yorumlarınızı beklerim. Kitabın bendeki baskısı kapağının renkliliğinden de anlayacağınız üzere Can Yayınlarından, 80 sayfa ve 17,50 TL.

#35 Antalyaspor - Galatasaray

Bu ateşe kar dayanmaz maçlarından birini daha oynadık. Yarım düzine gol atılacak maçta şanssızlık ve beceriksizlik yüzünden tek golle kazandık ama olsun, bu saatten sonra şeftalisini bulup tüysüzünü aramamak lazım. Golden falan önce şunu söylemem lazım, Gedson, kusursuz oynadı. Her maçta sahaya çıkınca sanıyorum Nando gibi onun oyununu da kanıksamaya başlamıştım. Öte yandan bu maçta koyduğu performans... Nefisti. Gole dönersek, Mustafa'nın oyuna dahil olduğu ana kadar Halil, Kerem ve Emre (54) bol bol zorladı ama golü bulamadılar bir türlü. Fakat bu çocuk, bu anakonda, oyuna girdikten sonra bir denedi, iki denedi, üç denedi olmadı. Dedim tamam olmayacak. Sonra Şener öyle bir pas çıkardı ki artık Şener'in o pası çıkarmasından sonra o pozisyonun gol olacağı gerçeğin ta kendisiydi. Nitekim oldu da. Mustafa'nın tek golüyle kazandık, fakat bu kez gaza gelme falan yok zira rakiplerden biri kazandı diğerinin maçı yarın. Gönlümün isteği şu oyunu son maça kadar taşıyıp kalan 5 maçtan 15 puan çıkarmak. Sonrası nasip. Olmazsa, denedik olmadı deriz. Yürüyedurun.

Statü Endişesi | Alain De Botton

Alain De Botton'ı aldığım derslerde defaten görmüş fakat okumayı hiç düşünmemiştim. Sonra bir akşam superman'in okumalısın önerisinin üzerine tam üç kitabını birden alıp geldim. İlk olarak Statü Endişesi ile başladı yolculuk. Kitabın dili nefis bir kere. Hani ağır dille yazılmıştır, yorucu bir kitaptır falan düşünülmesin kesinlikle. Tam aksine gayet gündelik bir dille ve gündelik konulardan bahsedilmiş. Kitapta beni en çok çarpan bölüm Virgina Woolf ile ilgili olan kısım. Woolf'un kadınların haklarını, yaşama endişesini, kölelerin çocuklarından bile alt kademede toplumca görüldüklerini, oysa tek istediklerinin eşit şartlarda yaşamak ve "kendine ait bir oda" olduğunu anlattığı yerlerde bir kez daha kitaba gidip geldiğimi itiraf etmeliyim. Kitabın ilk 200 sayfasında kendi fikirlerinden bahsettikten sonra devamındaki kısımda sıklıkla Woolf gibi yazarlara ve yazıkları kitaplara atıfları var Botton'ın. Bu bölüm de epeyce kıymetliydi. Hiç okumadığım yazların kitapları hakkında küçük de olsa fikir sahibi oldum. Son olarak, insanlar ne der, statümüzün gereği nedir, nasıl davranırsam daha çok sevilirim gibi fikirleri lütfen alıp çöpe atın. Siz, ben, hepimiz birer bireyiz. Birilerinin dürtmesiyle değil, kendimiz dilediğimiz gibi yaşamalıyız. Bunu bi düşünün bakalım. Kitabın okuduğum baskısı Sel Yayıncılıktan (çevirisi çok iyiydi, başka baskı aramayın), 332 sayfa ve 40 TL. 

#34 Galatasaray - Trabzonspor

Karadeniz'den faydalı bir şey çıksa zaten şaşıracağım. Gerçi kabahat bu defa karadenizlilerde değil benim eblehlerde ama neyse. Şampiyonluk gazımız yalnızca üç gün sürdü yazık ki. Oysa Allah kalbimi biliyor ya, Göztepe maçının bir kırılma anı olacağını, geri döneceğimizi, yeni bir mucizeyi daha ağlaya ağlaya kutlayacağımızı düşlemiştim içten içe. Sanıyorum profesyonel Galatasaraylılar benimle aynı fikirde değillerdi dün akşam. Bakmayın, maç gayet de Trabzon'un hakkıydı ama son dakikada Emre'nin (20) golüyle maç berabere bitti. Hoca maçtan sonra bu 1 puanın bize nasıl döneceğini göreceğiz dedi ama ben artık gaza gelmeyi falan düşünmüyorum şahsen. Gaza gelecek olanlara boğaz köprüsü satacak çok girişimci arkadaşlarım var.  Futbolu seviyoruz evet, ama sanıyorum futbol artık bizim ötemizde, dışımızda, inandığımız şeylerin uzağında yaşanıyor. 
Bizim cephede biraz havalar bozuk, görüyorsunuz. Umarım düzelir, yoluna girer. Ya da inceldiği yerden kopar. 34 yaşından sonra "taraftar" grupları gibi hadsizlik edecek değilim ya. 

#33 Göztepe - Galatasaray

Günler, haftalar ve bana aylar gibi geçen süreçten sonra nihayet oyun oynanarak galip geldi bu takım. Vallahi şaşkınım. Öyle şaşkınım ki ne yazsam diye on dakika boş boş ekrana baktım. Hani o imleç yanıp yanıp sönüyor ya, hipnotize şekilde onu izledim. Galatasaray'dan beklediğim tam olarak buydu o kayıp geçen maçlarda. Birincisi gençler sahada olsun, yapacaklarsa da onlar hata yapsın. İkincisi tık tık tık paslaşarak sosyal medya tabiriyle "terimball" oynayabilelim. Üçüncüsü ve en önemlisi doğru adamlarla doğru çocukları gördüğümüzde galibiyet kaçınılmaz olacaktı. Şükürler olsun dün akşam bu üç hayalin üçü de gerçekleşti. Halil de sonradan oyuna giren Oğulcan da uzun zaman sonra as başlayan Taylan da kusursuza yakın oynadı. Kerem zaten üç puanı üç golle getiren golleri atarak hat-trick ile maçı tamamladı. Değişiklikler doğru anlarda doğru isimlerle geldi. Hocamın maçtan önce söylediği ve başkana inceden sapladıkları maçın galibiyetle biteceğini sezmiştim ama böyle güzel oyunu Allah kalbimi biliyor ya böyle bir oyun beklemiyordum. Çünkü o öğrenilmiş çaresizlik artık psikolojik olarak beni ele geçirmiş durumdaydı. Şimdi Beşiktaş'ın 6 puan gerisindeyiz. Tüm maçları kazanırsak diye başlıyormuşum... Tabii ki hayır. Bu sezonun bir an evvel bitmesi dışında bir hayalim yok şahsen. Ha şampiyonluk gelirse de buralarda hiç ağlamamış gibi bağıra çağıra da kutlarım hakkını vererek hem de :) Kendiniz olun yeter aslanlarım. Ötesi kader, ötesi kısmet. Hedef 23!

Göç ve Mülteci Sorunu | Yakup Bulut & Soner Akın

Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim; eğer akademik bir çalışma içerisindeyseniz ve imla hataları sizi çok da bozmuyorsa, bu kitabı seveceksiniz. Fakat akademik bir çalışma içerisindeyseniz ve benim gibi bir ruh hastasıysanız, işiniz bitince kitabı yakmak isteyeceksiniz. Baştan uyarmış olayım. Bu kitabın editörü, editörlük işinden para kazanıyorsa, herkes her işten para kazanabilir, bana güvenin. Basit bir bağlaç ayırma işini, noktalama işaretlerinin kullanımını, hadi hepsini geçtim, kelimelerin doğru yazılışlarını bile başaramamışlar. Başaramadıkları gibi tutup bir de kitabı düzenlediklerini iddia edip basmışlar, satmışlar, benim gibi alıp okuyanlar falan olmuş. Çok enteresan. Yüksek lisans bitirme projem için başucu kitabı olacak, kavram araştırmamda kaynak olup yolumu çizecek diye düşünüyordum kitapla ilgili. Gerçekten makalelerdeki konular ve araştırmalar çok da kıymetli. Ama iş gidip kendini ifade ederken kullandığın o dile ve kitaptan okuduğumuz için de haliyle imlaya dayanıyor ya, orada kilitlenip kalıyorum. Atıfta bulunacağım çok güzel bilgiler vardı halbuki. Ben bu kitabı çok sevebilirdim. Olmadı. Neyse, bu da böyle olsun. İşim bitince kitaplığa girmeden kaldırılacaklar kategorisinde kalacak yazık ki. Kitabın bendeki baskısı Çizgi Yayınlarından, 360 sayfa ve 50 TL. Bu kitaba bir de 50 TL istiyorlar. Allahım sen büyüksün yaa.. Neyse sustum.

Shameless | 2011-2021

Bir devrin sonu... Seneler, seneler önce diziye ilk başladığım zamanları düşündüm de, hatırlayamadım. Herkesin kaldırabileceği bir dizi değildi, kabul. Fakat adının hakkını da köküne kadar veriyordu. Dizinin son bölümü geçtiğimiz pazar gecesi yayınlandı ve sona erdi. Zaten final sezonu olduğunu biliyordum, fakat yine de içimde tuhaf bir burukluk olmadı değil. Tamam dizilere körü körüne bağlanan bir insan olmadım (House ve Sherlock, siz başkasınız bebeklerim), öte yandan on bir sezon, her sezonda minimum on iki bölüm, her bölüm minimum kırk dakika... Ömrün bir parçası neticede. Eh, final yazısı olduğuna göre dizinin önceki sezonlarından ve elbette final bölümünden spoiler olacaktır yazının devamında. Baştan uyarayım, sonra vay biz izlememiştik, niye yazılmıştı diye konuşulmasın. Başlıyorum.

Gecenin Sonuna Yolculuk | Teoman


Ne zamandır yeni albüm goygoyu yapılmıyordu buralarda. Hafta sonu Teo'nun yeni albüm düşünce, biz de bas bas dinleyince dibimiz düşe düşe, dedim bu yazılır. Keyifli olacağını düşündüm, halen dinlememiş olanlara bu kapıyı açmış olmak istedim. Çünkü uzun süredir dinlediğim en güzel şarkılardan 7 tanesi bu albümün parçasıydı. Albümün spotify linkine buraya tıklayarak ulaşabilir, keyifle dinleyip benimle fikirlerinizi paylaşabilirsiniz. Gelelim şarkılara...

#32 Galatasaray - Karagümrükspor

Maç boyunca Ankara'dan trenle dönüyordum, sonra da gardan eve arabayla döndüm. Yazdıklarım, maçı canlı izlememiş birinin görüşü. Fakat haftalardır takımın ortaya koyduğu performansı düşününce, maçtan hiçbir şey beklemediğimi de itiraf etmek zorundayım. Ben bu takıma inancımı rize maçından sonra kaybetmişim yazık ki, dün bunu fark ettim. İşin daha acı tarafıysa, bence bu takım da kendilerine olan inançlarını kaybettiler. Buna rağmen hala maçtan sonra çıkılıp şampiyonluk şansımız var, çok çalışacağız falan deniliyor enteresan olarak... Neyse, bu sezon da böyle geçsin bakalım. Yürüyedurun, zaten koştuğunuz, çabaladığınız falan yok. Dilerim ki gelecek sezonun Galatasaray'ına en azından şampiyonlar ligi şansını bırakabilirsiniz.

Lilyhammer

Netflix'te ne izlesek diye ararken rastladık diziye. İlk birkaç bölümünü müthiş bir heyecanla izledik. Sonra herkes evine dağıldı ve ayrı ayrı devam edildi. Ben hafta sonu bitirdim. Az bilinen nefis diziler türünde bir dizi Lilyhammer. Tek paragrafla toparlayayım dedim ama konuşasım da varmış, biraz uzatalım hadi... Başlıyorum.

#31 Hatayspor - Galatasaray

Demek ki neymiş, oynamadan kazanılmıyormuş. Artık sinirlenmiyorum bile. Başarmak istemeyen insanların başarısızlığı beni sinirlendirmiyor. Önceki maçta sinirlenmiştim, çünkü rakip rizeydi. Bu maçta ise mevzunun, rakip ayırt etmeden aslında Galatasaray'ın kazanmak istemiyor oluşu. Maçı üçüncü gole kadar izledim, sonrasını bilmiyorum. Üçüncü gole kadar böyle savruk, dağınık, kimin nerede oynadığı belli olmayan, milli takım arasından çıkılmasına rağmen yorgun... Sekiz maç üst üste kazanarak gelen takımın bu hale gelmiş olmasını şaşkınlıkla seyrediyorum. Beşiktaş elini kolunu sallaya sallaya şampiyon olsun, hayırlı olsun. Galatasaray yönetiminin, teknik heyetinin, futbolcularının içine sindirsin. Ben sindiremiyorum. Gelecek sene umuyorum benim gibi başkalarının başardıklarını içine sindiremeyenler bu takımın armasını taşısın.

Cesur Yeni Dünya | Aldous Huxley

Bir kitap deli gibi övülüyorsa o kitaptan kaçacaksın. Bu notu kendi geleceğime düşüyorum. Kağıt üstünde herkesin büyük yapıt diye bahsettiği, en çok satanlar, yorumlananlar, oy alanlar, paylaşılanlar vs. listelerde zirveye oynayan bir kitap. Üstüne üstlük distopik bir eser. Tek ofsayt tarafı kendimi çok da yakın hissetmediğim bilimkurgu türünde olmasıydı. Açıkçası beğeneceğimi düşünüyordum. Fakat beklentiyi mi yükselttim yoksa efsane kısmını mı gözden kaçırdım bilemiyorum, kitap bana gayet ortalama geldi. 217. sayfadaki 16. bölüm ve 229. sayfadaki 17. bölümü çıkarsak kitaptan bildiğin vasat altı bir iş çıkıyor ortaya. Ama 16. bölümdeki anlatı ve diyaloglar... Bakın o kısım tam bir başyapıt! Gözümü kırpmadan okudum desem yeri var. Kitaptaki diğer dikkat çeken unsur ise şartlandırmaya yapılan atıf. Bu nefis bir tespit asla eleştiremem. Okumayanlar için büyüyü bozmadan şöyle çıtlatayım; yetişmekte olan nesilleri uykularında kulaklarına bir şeyler fısıldamak suretiyle eğitiyorlar, kitaptaki adıyla şartlıyorlar. İşte Hayvan Çiftliği ve 1984'e tam da bu noktadan göz kırpıyor. Hedonizm vurgusuna da değinmeden geçemeyeceğim elbette. Yeni Dünyanın yöneticileri tarafından "pompalanan" mutluluk ve zevk çılgınlığı insanları düşünüp sorgulamaktan uzaklaştırıyor. Ki 1946 yılında yazılan bir eserin 75 sene sonrasına böyle paralellik göstermesi fikir olarak kitabın bir efsane olduğunu gösterir. Fakat hala aynı yerdeyim; edebi olarak beni çok da tatmin etmedi. Kitabın bendeki baskısı İthaki Yayınlarından, 272 sayfa ve 30 TL.