Hayatın Mucizeleri | Stefan Zweig

İş Bankası Kültür Yayınlarının Zweig baskılarının tamamını peyderpey alıp okuyordum. Hayatın Mucizeleri, Zweig külliyatımın son eseri oldu. İş Bankası'ndan çıkıp okumadığım kitabı kalmadı neticede. Başka kitabı çıkar da basılır mı bilmiyorum. Fakat benim açımdan nefis bir yolculuktu. Son kitap Hayatın Mucizeleri ise aslında Zweig'in yazdığı ilk hikayelerdenmiş, önsözünde belirtiliyor. İlk hikayelerinden birisi olmasına rağmen tasvirlerdeki o müthiş kuvveti ellerimle tutup gözlerinle görebildim. Buradan da anlaşılıyor ki edebiyata eser oluştururken çalışmak değil, yetenek asıl işi ortaya çıkaran. Kitapta yaşlı bir ressamdan, kilise bir Meryem Ana portresi resmetmesini ister. Ressam da gençten temiz yüzlü bir kızı model olarak seçer ve çizime başlar. Öyle naif, öyle başarılı bir portre çıkar ki ortaya resimden ne kız vazgeçmek ister ne de ressam... Kız resmi içselleştirir ve artık o resmin bir parçası gibi hisseder kendini. Kitap kısa bir roman gibiydi, novella dedikleri cinsten. Yine, yeniden kendini sevdirdi Zweig. Bazı şeylerin bitmeye mahkum olması çok acı. Oysa yirmi kitabı daha olsaydı, yirmi kitap daha okurdum onun elinden. Siz de okuyun. Fiyat/performans oranı bu kadar iyi ikinci bir yazar bulamazsınız, böyle de iddialıyım. Kitabın bendeki baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, 73 sayfa ve 8 TL.

Hatırla | Alp Paksoy

Kitap benim için bir parça hayal kırıklığı oldu, son söyleyeceğimi yine baştan söyleyeyim. Fakat bu benim beklentilerimle ilgili de olabilir. Zira ben "kelimelerin serüveni" alt başlıklı bir kitaptan şöyle bölümler beklerdim; "müteşebbis kelimesi, teşebbüsten türemiştir ve teşebbüs eden anlamındadır." Kitabı alırken bu tarz serüvenler okumayı hayal ediyordum (ruh hastası olduğumu düşünüyorsunuz değil mi?). Herkesin merak ettiği bir şeyler vardır ben de kelimelerin oluşumunu merak etmişimdir kendimi bildim bileli. Ne nereden türemiş, nasıl oluşmuş, hangi kelime kiminle akrabaymış vs... Kitabı görünce de Allah kalbimi biliyor ya, "yarabbim dedim benim gibi bir ruh hastası daha varmış" yanılmışım, hala yok. Alp Paksoy, okumak istediğim şeye yakın bir şey çıkarmış, evet. Fakat kelimelerin yabancı dillerden yahut en eski Türkçeden gelişiyle biraz daha teferruatlandırınca, bende film koptu. Kitap biraz dağılmış gibiydi bu yüzden. Neyse bu da böyle olsun bakalım. Bir de yakın arkadaşlarım bilir ki, benim renklerle ilgili sorunlarım vardır. Rivayete göre (bence kesinlikle öyle değil) yeşilin bazı tonlarına mavi diyormuşum mesela... Kitapta beni gülümseten bir detay vardı ki, yaklaşık üç sayfa, evet ÜÇ SAYFA, renk adı sıralanmış. Adını daha önce duymayı bırakalım, hayal bile edemediğim renkler vardı. Kitabın bendeki baskısı Ötüken Neşriyat'tan, 216 sayfa ve 25 TL.

Bro On The Go | Barney Stinson

Barney Stinson... Rahmetlinin arkasından konuşulmaz ama bu adamda da bu var işte, konuşturuyor. Artık serinin kitap olarak da sonuna geldik. Benim için nefis bir yolculuktu. Kitap erkeklere yönelik, kabul. Fakat ben kadın olarak da çok mutlu oldum okurken. Güldüm, eğlendim. Arada böyle kitaplarla kendime mola vermem keyifli oluyor. E bunu Stinson ile yaparken de ekstra keyif alıyorum. Tüm kitabı okumam birkaç saatimi almıştır en fazla ki işin mola kısmı da buradan geliyor. Hap gibi, okuyoruz, gülüyoruz, bir sonraki kitap için kafamız temizleniyor. Kitapta guru kanka Barney, diğer kankalarına "hayat dersleri" veriyor. Kanka Spor Salonunda, Kanka Sinemada gibi bölüm başlıklarının akabinde her sayfaya bir hayat dersi yerleştirilmiş ki, gülmekten okuyamadığım yerler oldu. İlk iki kitap olan BroCode ve PlayBook'tan biraz geride kalmış olsa da zevkliydi, amacına hizmet etti. Bazı karakterlere yapacağımız veda özel olmalı. Ben de kendi adıma Stinson'a böyle veda ediyorum. Sevdik, güldük, eğlendik. Teşekkürler Carter Bays, teşekkürler Craig Thomas, kitap için teşekkürler Matt Kuhn. Kitabın bendeki baskısı Kurukafa'dan, 144 sayfa ve 17 TL. Neşeli, çok güldüğümüz günler bizimle olsun.

#25 Alanyaspor - Galatasaray

Allah kalbimi biliyor ya, Alanya deplasmanı geriyordu beni. İyi oynuyorlar, başarılılar. Fakat şu bir gerçek ki biz daha doğru oynadık dün akşam. Galibiyet serisi devam etmeliydi, liderlik kaybedilmemeliydi, iyi bi oyun fena olmazdı, tüm hafta baskı altına alınan hakem faktörü de geçilmeliydi elbette. Şükürler olsun galibiyet geldi, liderlik devam, bir penaltı ve bir kırmızı kartı vermeyen hakem de geçildi. Oyun çok ofansif değildi fakat doğru oyundu. Öyle doğruydu ki Nando'nun da desteğiyle Alanya'ı kilitleyip gol yememeyi başardık. Nando demişken, yine yeniden bir kez daha maçın adamıydı. Çıkardığı pozisyonlar bir yana, sakin kalıp kaptanlığının hakkını da dibine kadar veriyor olması beni çok mutlu ediyor. Allah sakatlık, kaza, bela vermesin bir kez daha da ayrılmayalım inşallah. Canım benim. Maçın tek golü Emre'den (54) geldi. Haftalardır anmasam da ortaya koyduğu performansı bu hafta, en kritik noktada golle süsleyerek belki de bizi şampiyon yapan gollerden birini attı. Yine Galatasaray, yine doğru seçim diyerek selamı çakayım. Aslanlarım benim yürüyedurun! Hedef 23!

Leyleklerin Uçuşu | Jean Christophe Grange

Üçüncü Grange kitabım. Bu adam benim meraklanan tarafımı değil de böyle daha vahşi duygularımı tetikliyor tuhaf şekilde. Ben Grange okurken polisiyeden ziyade gerilim türüne yakın duruyorum. Merak duyuyor muyum, pek değil. Geriliyor muyum, dibine kadar! Kitap birkaç kıtada geçen bir suç hikayesini anlatıyor en spoilersız ve özet haliyle. Bak kitabın adında geçiyor diye yazıyorum, mevzunun leyleklere bağlanış şekli müthiş bir ince zeka örneği, okurken vaaaaayy dedim. Saygı duydum. Son 50 sayfayı falan bitmesin diye sağa sola bakarak okudum. Ki son sayfalarda artık mevzu çözülüyor, her şey ortaya çıkıyor, yani sebep merak değil. Hikayedeki çarpıcılık, verdiği o gerilimden kopamıyorsunuz kolayca. Benim içimde vahşeti seven bir canlı varmış, bunu Grange okurken fark ediyorum. Beni kendimle tanıştırdığı için okumaya devam diyorum öyleyse. Leyleklerin Uçuşu yazarın üçüncü kitabıymış. İlk kitabı olan Kızıl Nehirler ile Siyah Kan'ı okumuştum, aradan Taş Meclisini sektirmişim. Biraz vakit geçsin de onu da ekleyeyim seriye. Bendeki baskısı Doğan Kitap'tan, 302 sayfa ve 45 TL

#24 Galatasaray - Kasımpaşa

Maç günü kar yağacağı günler öncesinden belliydi, uyarılar yapıldı. Fakat federasyon bir türlü maçı ertelemedi, bir gün önce başka bir maçı ertelemesine rağmen bizde erteleme yok falan diye açıklama yaptı federasyon başkanı, sanki ertelemeyi ben yapmışım gibi... Maçtan önce, maç esnasında kar yağmaya devam etti. Görüş açısını falan geçtim, bildiğin ağırlaşmış sahaya çıkacaktı takımlar. Allah kalbimi biliyor ya, sakatlık olmasından korkuyordum. Şükürler olsun kimsenin ahı kimsede kalmıyor. Galatasaray dün Kasımpaşa'yı Kerem ve Mostafa'nın birer golüyle 2-1 geçmeyi başardı. Rotasyonlu takıma rağmen maçın özellikle ilk yarısında oynanan oyun hepimizi tatmin etmiştir diye düşünüyorum. Hoca'nın oyuncu tercihlerine hala ses eden çarpıklar var şaşkınlıkla izliyorum. Ben de düşüyordum bu hataya ama artık bıraktım. Şu 11'i hiçbirimiz çıkarmazdık muhtemelen. Ama bu 11'i sahaya sürünce işte Fatih Terim oluyorsunuz. 3 puanı hiç düşünmeden Hoca'ya yazarım. Fotoğraf Mostafa'nın kullanacağı penaltıdan önce çekilmiş. Penaltı noktasından çamur avuçluyorlar Henry ile Marcao. Gel de bu takımın arzusuna, hırsına, adanmışlığına saygı duyma şimdi... Beni mutlu ediyorsunuz, emeğinizin karşılığını alın şampiyonluk görün Allah da sizi mutlu etsin aslanlarım. Hedef 23! Yürüyedurun!

Kayıp Aranıyor | Sait Faik Abasıyanık

Kitap hikayelerden oluşmuyor bu kez. Uzun bir hikaye yahut kısa bir roman diyebiliriz türü için. Bir diğer fark ise genelde Ege sahil kasabalarında geçen olay örgüsü bu kez Ankara ve İstanbul ekseninde geçiyor. Bu iki açıdan, en azından benim okuduğum Sait Faik kitaplarından farklı bir yerde Kayıp Aranıyor. Bürokrat bir baba ve soyu saraya dayanan bir annenin kızı olan Nevin, Özdemir isimli bir gazeteci ile evlidir. Evlilik bir noktadan sonra hayat arkadaşlığına dönüşür, monotonlaşır, sıradan hale gelir. Hem Nevin hem de Özdemir farklı heyecanlar aramaya başlarlar. Devamına ilişkin spoiler vermeyeyim. Dönemin köy/mahalle kültürünü, yetiştirme farklılıkları sebebiyle yaşanan çatışmaları, mahalle baskısı kavramını tatlı tatlı dürterek eleştiriyor yazar. Kitaba başladığım gün bitirdim. Çok uzun değil, e hikaye de tanıdık olunca akıp gidiyor zaten. Bendeki baskısı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarından, 120 sayfa ve sadece 11 TL. Kitap okumamak için bahane bırakmayacak kadar uygun değil mi? Sait Faik Abasıyanık'ın farklı bir yüzü için bile okunası bana kalırsa, deneyin, seveceksiniz.

Doğu Avrupa'da Yolculuk | Gabriel Garcia Marquez

Can Yayınları'nın basımını zaten çok beğenirim genel olarak fakat Marquez söz konusuysa biraz da torpil geçiyorlar sanıyorum. Şu kapağın güzelliğine dikkatinizi çekerim. Gelelim kitabın içeriğine... Soğuk Savaş dönemi, ABD ile Rusya dünyayı iki kutba bölmüş fakat bölünen tek yer dünya değil. Almanya da dünya gibi doğu ve batı olarak ikiye bölünmüş durumda. Marquez, Güney Amerikalı bir gazeteci olarak işte bu bölünmüş Avrupa'yı boydan boya ve trenle geçiyor. Sırf bu fikir bile çarpılmama yetti. Avrupa'yı boydan boya hem de trenle gezmek hem de soğuk savaş döneminde, amanın allahım, ne bu kitabın konusu benim rüyam falan mı? Kitap kurgu değil yani, gerçekten Marquez'in gezisi sırasında aldığı notlardan oluşuyor. Bilhassa Almanya'dan geçtiği dönemde kaleme aldığı tespitler müthişti. Nazi kamplarıyla ilgili yazdığı notlar, savaş sonrası dönemde yaşayan Almanların verdikleri tepkiler, tamamen gerçek akışın sağladığı o çarpıcı hissiyat nefis yansımış. Bir de Moskova ile ilgili yaptığı mimari ve Moskova'nın kocaman bir köy olduğu tespiti vurucuydu. Çok da spoiler'a girmeyeyim şimdi, okumayanlar için tadı kaçmasın. Bence kesinlikle okuyun. Kitap biraz evvel de bahsettiğim gibi Can Yayınlarından, 144 sayfa ve 21 TL.

#23 Fenerbahçe - Galatasaray

Kazanırsak lider olacaktık bunu cebe koyduk maça gelirken, takım ısınmaya çıktı -güya- sağlık çalışanı diye tribüne alınanlar başladılar küfürlere, hakaretlere bunu da attık cebe, maçın ilk yarısında biri Ryan (15) biri Martin'e yapılan iki penaltı verilmedi bunu da attık. E bu kadar olaydan sonra vah benim fenerbahçeme... Galatasaray tertemiz futbol oynayarak Mostafa'nın golüyle galip geldi. Golden önce topu alışı, plasesinin inceliği falan nefisti bu arada onu da eklemeden geçemeyeceğim. Tek gol olsun bizim olsun. Ha kazandık diye hakem konuşmayacak değilim şu an. Cüneyt Çakır bu maça atandığında hepimiz biliyorduk ki ne şiş yansın ne kebap moduna girip maçı berabere bitirtmeye uğraşacaktı. Kaldı ki ilk yarıda verilmeyen 2 penaltı verilmiş olsa, özellikle Serdar'ın Ryan'a dirsek attığı pozisyonda, farka yürüyecekti takım belki de. Canımız sağ olsun. Kazandık, lideriz. Hedef 23! YÜRÜYEDURUN!

İnsanlığın Yıldızının Yükseldiği Anlar | Stefan Zweig

Tek kişinin bir anlık hareketi, duruşu, karakteri, aldığı bir karar tüm insanlığı etkiler mi diye düşündüğümü hatırlıyorum kitabı alırken. Sonra arka kapağını çevirip "İstanbul'un fethi sırasında yetmiş geminin bir gecede vadilerden, tepelerden, bağlardan ve ormanlardan aşırılarak Haliç'e indirilmesi" ifadesini okuyunca İstanbul'un Fethi'nin bildiğimiz anlamda dünya tarihinde zaten birkaç seferden oluşan çağ açıp çağ kapatma sebeplerinden birisi olduğunu fark ettim. Evet, bir anlık cesaret ve zeka örneği tüm insanlığı etkiliyor olabilir. Yine arka kapakta "insan zaaf ve yetersizlikleriyle de her zaman geleceği belirleyen başlıca unsur olarak görünür" ifadesi var. Kitapta bunun örneği olarak ise Napolyon'un bir komutanının aldığı yanlış bir kararın tüm askeri başarılarını nasıl çöp ettiğinden bahsediyor. O gaflet anı olmasa, belki Napolyon'un ordusu yenilmez olarak kalmaya devam edecekmiş. Özetle diyebilirim ki Zweig bu kitapta ince görüşünü ortaya koyarak net bir fikir açıklamış. Nedir bu fikir? Diyor ki "tarih tüm zamanların en büyük şairi ve gösteri sanatçısıdır". İnsanlığın kaderini değiştiren ve yıldızını yükselten 14 olayı ihtiva eden kitap, İşbankası Kültür Yayınlarından, 288 sayfa ve 14 TL. Çarpıcı bir şeyler okumak isterseniz ıskalamayın. 

#22 Galatasaray - Başakşehir

TFF'nin üç günde bir maç yaptırma fantezisi sağ olsun, takımı sık sık izleme fırsatı buluyoruz. Dün akşam da Başakşehir'i ağırladık. Misafire de üç gol atılmaz ama, yapacak bir şey yok. Başakşehir ve Aykut Kocaman tarifesi bu şekilde çalışıyor maalesef bu statta. Aslında yaldır yaldır top oynadık mı sorusunun cevabı evet değil, öte yandan takım güzel bir futbol ortaya koymanın ötesine taşıdı işi ve doğru futbol oynuyor. Hem de farklı varyasyonlar deneyerek yapıyor bunu. Etebo ile başlandı Belhanda yoktu mesela maç başında. Luyi yerine Donk on birde başladı aynı şekilde. Hocam yeni çocukları inceden takıma adapte etmeye çabalıyor gördüğüm kadarıyla Mostafa ikinci yarıya oyuna girerek başladı, Andre tribündeydi, Gedson hastalıktan kurtulmuş, Henry zaten bizim evin çocuğu😄 güzel olacak inşallah. Maça dönecek olursam Henry'nin bireysel çabası ve Nando'nun kurtardığı uydurmasyon penaltı maçın kırılma noktalarıydı bana göre. Devamında Ryan'ın (15) tertemiz golü ve yine Henry'nin kazandırdığı penaltıyı yeni arkadaşı Mostafa'ya hediye ederek onu da golle başlatması maçın skoru olan 3-0'ı ortaya çıkardı ki artık biliyorsunuz: 3 puanı 3 golle aldık
😄. Güzel olacak, inşallah. Gönlümün dileği birilerinin deli gibi destek aldığı bu enteresan sezonu şampiyon bitirmektir. Hedef 23!