Yılbaşında Televizyonda Ne Var? 2020

Klasik yazının günü gelmiş de çatmış bile. Maalesef artık hepiniz benim gibi pijama terlik televizyon üçlüsünden devam edeceksiniz. Biliyorum çok kötü bir yıl geçirdik, çoğunda evdeydik, belki etrafımızdan birilerini kaybettik, belki bizzat kendimiz çok hasta olduk ama 2020 levelini bitirip 2021'e geçtiğimiz için mutlu olmalı ve bunu kutlamalıyız. Nasıl mı? Bu akşam keyfinize göre çayınızı, meyve suyunuzu, kolanızı, alkolünüzü alıp geçin televizyonun karşısına ve yazının devamında sizin için hazırladığım programı seçip izleyerek 2020'den kurtuluşumuzu kutlayın! Haydi, ne duruyorsunuz?! Başlıyorum.

2020'de Olan 2020'de Kalabilir Mi Lütfen?

Biliyorum, hepimiz için çok kötü bir yıldı. Hayat özellikle o maskeler yüzünden burnumuzdan geldi, kabul. Ama artık bitiyor. Yarın son. Umuyorum 2021'de öncelikle bu hastalıktan kurtulacağız sonra da hayatımız eski normal ve vıcık vıcık haline geri dönecek. Yine sarılacağız, yine öpüşeceğiz, yine diz dize oturup kahvelerimizi içeceğiz. Sırf bu dilek ve temennilerim sebebiyle cıngıllı bir 2021 gifi bulmak yerine Future'un şarkısını kapak fotoğrafı olarak kullanmaya karar verdim. 2021'den en büyük temennim de budur. Hadi 2020'yi çekiştirelim.

#14 Trabzonspor - Galatasaray

ön not: Galibiyet sarhoşuyum. Ne yazsam hükümsüzdür :)
Galatasaray, hoca değişikliği yaptığından beri mağlup olmayan Trabzon deplasmanına gidiyordu. Ben de mağlup olmamış hoca yoktur, Galatasaray ile karşılaşmamış hoca vardır diye düşünüp duruyordum. Şükürler olsun takım beni yanıltmadı. Önce Arda, sonra da Oğulcan'ın attığı birer gol ile 2-0'lık galibiyete yürümeyi bildi ve liderliği eline aldı. En bebeklerimin gol attığı maçla galip geldiğimiz için kalbimden kopup gelen bir üç puan alındı dün akşam. Mantıkla baktığımda takımda Belhanda'nın bazı top kayıpları dışında takımı eleştirecek tek bir nokta göremiyorum. Belki şu rakibin ani ataklarını durduramamayı yazabiliriz eleştiri olarak ama o gün bugün değil herhalde. Bu olumsuzlukları bir yana koyarsak Chelo'nun oyun becerisi, Arda'nın tüm eleştirileri haksız çıkarmaya çalışırcasına deli gibi hırsı ve oyun zekası, Ogi'nin yaşının da vermiş olduğu enerjiyle bir forvetten çok daha fazlası oluşu, Okan'ın Nando'dan aldığı eldivenlerle Nando gibi oynuyor olması beni inanılmaz mutlu ediyor. Hocam'a verilen 5 maçlık cezanın 2'sini atlattık bile. Maç sonunda verilen yukarıdaki poz bile şampiyonluğa yürüyen takım pozu inşallah. Gönlümün dileği odur ki bitmemesinden korktuğum bu ligi Galatasaray'ım şampiyon bitirsin. Hedef 23!

İnsan Hakları Teorisi ve Hukuku | Mustafa Erdoğan

Ulusların arasındaki ilişkiyi öğrenmek için verdiğim çabanın ikinci kaynağı da sona erdi. Kitabın bir teori kitabı olması, tanım ve kavramları içermesi ders kitabı kafasına kaysa da, artık bir şeyleri okuyup bitiremiyor olmaktan kurtulmam güzel oldu. Okul mevzusuna yönümü döndüğümden beri kitap okumaya fırsat bulamamak beni bir miktar üzüyor itiraf etmek gerekirse, fakat sonu güzel olacak, çabalamama değecek, inanıyorum. Neyse konumuz bu değil. Kitapta insan hakları tanımı, hakların tarihsel gelişimi, hakların sahip oldukları özellikler, insan haklarının türleri ve bunların açıklamaları mevcut. Eğer bu yönde bir eğitim alıyorsanız veya kariyer yapacaksanız elinizin altında olmasında fayda var. Çünkü teknik terimlerden kaçınarak, konuya ilişkin literatürde eseri olanlara da atıfta bulunarak, en anlaşılır şekilde ifade edip geçiyor kavramları. Bir nevi ders notu tutmuşsunuz gibi kitap. Ama başarılı bir not öyle karalayıp geçmeli değil. Anlatım gayet yalın ve anlaşılır. Kitabın bendeki baskısı Hukuk Yayınevinden, 350 sayfa ve 48 TL.

#13 Galatasaray - Göztepe

İlk 15 dakika oynanan oyun deyip yazıyı bitirmek lazımdı aslında biliyorsunuz değil mi? Galatasaray iyi oynadığı zaman hayatın 15 dakikalığına da olsa daha kırmızı olması tesadüf olamaz ayrıca. Gelelim maça. Galatasaray'ın ilk 15 dakikada nefis oynadığını söylemiştim zaten. Fakat sonra yediğimiz golle bıçakla kesilir gibi kesildi o nefis oyun. Gereksiz bir şekilde oyundan düştü takım. Artık Hoca'nın kenarda olmayışı mı yoksa bambaşka bir durum mu bilmiyorum. Sonra da bir miktar bocalandı falan. En sıkıştığımız anda bir gol daha bularak -klişemizi de yapalım- üç puanı üç golle almayı bildik. Atılan üç gol de orta sahalarımızdan, güzel ataklarla, tertemiz vuruşlarla geldi. Forvet hattının yerin dibine indiği bugünlerde takımın hala golle değil gollerle galip gelebiliyor olması beni o kadar memnun ediyor ki anlatamam. Maçın başındaki o nefis oyuna kar olsa dayanmaz erirdi ki Emre (54) ve Arda'nın birer golüyle 2-0 öne geçtik. İkinci yarıda ise Soso'nun golüyle 3-1'lik galibiyete yürüdük. Lider Alanya ile puanları eşitledik, bir farklı averaj yüzünden şu an ikinci sırada görünüyoruz. Olsun. Geriden gelip buraya yerleşmek de mühimdi. Şimdi önümüzde zorlu bir Trabzon deplasmanı var ki o takımın bizle ne derdi var inanın ben de bilmiyorum saçma sapan gerginlik yaşıyorlar bizim maçlarda. Üstesinden geleceğimizi umuyorum. Gönlümün dileği odur ki bitmeyeceğini düşündüğüm bu ligi Galatasaray şampiyon tamamlasın. Hedef 23!

#12 Karagümrük - Galatasaray

Acaba şımardık mı biraz? Çünkü birkaç maçtır takım güzel gidiyordu, liderliğe yürünmüş ve enseye gelinmiş, goller atılmıştı. Eh, bu da haliyle taraftarı coşturmuş, takımı da epey pohpolamıştı. Takımın fikri olarak bu maça hazır çıkmadığını ilk yarıda oynanan oyundan görebilirsiniz. İkinci yarının sonlarına doğru eyvah maç gidiyor diye düşünmüş olacaklar ki bir parça çabaladılar fakat elbette yetmedi. Bu noktada Karagümrük'ü kutlamak lazım. Oyun planlarından şaşmayarak Galatasaray'ı alt etmeyi başardılar. Galatasaray açısından Emre'nin (Akbaba) ortaya koyduğu performanstan çok memnun değilim. Mbaye yine eski günlerine dönüş sinyalleri verdi ki onun da en büyük sıkıntısının şımarıklık olduğunu düşünüyorum sosyal medya hesaplarında hafta içi yaptıklarını düşünürsek. Hoca'nın atılması da tüy dikti maalesef olanlara. Hani maç zaten gitmiş, neyse de, bari Hoca atılmasaydı da ceza falan almasaydı. Neyse, bu hafta da böyle olsun bakalım. Bir saçmalama hakkımız varsa Karagümrük deplasmanıyla kullandığımızı ve önümüze bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Gönlümün dileği odur ki tamamlanmasına şüpheyle baktığım bu ligin şampiyonu Galatasaray olsun. 
Hedef 23! 

Hayaletbilimi ve Hayali Kimlikler | Şaban Halis Çalış

Selçuk Üniversitesi tezsiz yüksek lisans bölümlerine öğrenci alınacağını açıklamıştı. Bu dönem ben de daha önce bu alanda bir eğitimim olmamasına rağmen Uluslararası İlişkiler bölümüne başvurdum. Neticede kardelen serap mevzusu bu sene de boş geçmedi ve lisans yükseltme olarak kendini buldu. Bununla ilgili başka bir zaman yeniden konuşuruz elbette. Ders aldığım öğretmenlerden birisi kitabını okuyup bir özet/eleştiri yazmamızı istedi. Ben de okuyup metni kaleme aldım, fakat elbette okuduğum bir kitap varsa bunu blogdan da paylaşmak isterim. Kitap Osmanlı Devleti'nin Türkiye kurulduktan sonra tanınmamasından, öğrenilmemesinden ve bir şekilde öteleniyor olmasından yakınıyor. Turgut Özal'ın cumhurbaşkanlığı yaptığı döneme atıflarda bulunuyor. Katıldığım noktalar olmakla birlikte çoğunluğu beni çok tatmin etmedi kitabın. Çünkü okuduğumuz, bildiğimiz kadarıyla bu ülkenin o dönemki kurtuluşunun tek yolu yeni bir devlet kurup yönetimi de halka teslim etmekti. Hep gurur duydum o dönemle. Hep daha çok okudum, okumak istedim. Şimdi dönüp bakınca kıyas yapabilecek kadar fikrimin olduğunu düşünüyorum. Asıl itiraz edilmesi gereken yüzyıl öncesi değil bugün ya, neyse. Kitabın bendeki baskısı Çizgi Kitabevi'nden, 179 sayfa ve 28 TL. 

#11 Galatasaray - Hatayspor

Yine yeniden nefis bir oyunla ve gençlerimizle maçı almayı bildik. Galatasaray'ın son haftalarda üstüne koyarak ilerliyor olması memnun ediyordu zaten. Son iki maçta atılan 7 golün yanı sıra oyun anlamındaki üstünlüğün tüm istatistiklere olumlu olarak yansıyor olması ayrıca güzel. Oğulcan'ın takımdaki virüs krizini fırsata çevirerek formayı alması, bu hafta da as oyuncular dönmelerine rağmen (kondisyon açısından ekside olsalar da) formayı kaptırmaması sanıyorum Hoca'mın kafasını karıştıracak biraz. Çünkü bu çocuğu bu oyunla kesemezsiniz. 17 numaralı formayı da giyiyor ki, formanın uzun süreli sahibi kadar gol atıp başarılı olabilse yeter, artar bile. Emre'nin (54), Taylan'ın, sonradan girmiş olsa da Kerem'in oyunları beni çok mutlu ediyor. Yabancı sınırı diye çok konuşuldu ya epey süre. Şimdi nereden vuracaklar çok merak ediyorum. Bu noktada bir not da medyadaki bazı insanlara... Haftalardır çalışmasına rağmen Galatasaray kazanmaya başlayınca Hande'nin adının anmaya başladılar. Zannediyorlar ki Galatasaray'ı saha dışı olaylarla ekarte ederek çelmeyi takacaklar. Bunu denediniz, önümüze çıkardığınız Başakşehir'i sayılmayan gollere rağmen yenerek şampiyon olduk. Böyle hiç tat vermiyorsunuz, biraz rakip olabilmeyi bilin artık. Neyse biz önümüze bakalım. Mbaye, Oğulcan ve Kerem'in birer golüyle 3 puanı 3 golle aldık diye de klişeyle bitireyim. Gönlümün dileği odur ki Galatasaray'ım şampiyon tamamlasın bu ligi. Hedef 23!

Borgen

İzlediğim dizilerin profilinin inceden değiştiğinin farkındayım ve keyif alıyorum bundan. Borgen aslında, 2010-2013 yıllarında Danimarka'da yayınlanmış politik bir dizi. Ben bir süre önce netflix'te görüp izlemeye başladım. House of Cards, Homeland (8. sezonu hiçbir yerde bulamıyorum beni linkleyin de bitireyim artık, netflix'ten umudu kesiyorum) izlediğim için benzerler kontenjanından önerildi sanıyorum. Dün gece bitti, buraları okuyanları da yoldan çıkarayım, ben sevdim siz de sevin diye hemen döküleyim dedim. Hadi başlayalım.

#10 Rizespor - Galatasaray

Geçen haftaki Kayseri maçında da benzer bir oyun sahaya koymuştu Galatasaray ama bazen olmaz, olmuyor diye konuşmuştuk şurada. Ve elbette bu durumun da sezonda yalnızca bir kez olduğunu da... İşte o şanssızlık hakkımızı geçen hafta harcadığımız için bu hafta böyle takım kıvamını buldu. Rize'yi görünce dellenen Mbaye'nin attığı 3, Taylan'ın attığı tek golle 4-0 galip geldik şükürler olsun. Takımın eksiklerine rağmen yeni oyuncular çıkarıyor olması beni çok mutlu ediyor. Sezon başında alınmayan orta saha oyuncusunun yerine çıkarılan Taylan, Belhanda'nın yokluğunda Soso'nun oynadığı oyun kurucu pozisyonu, Radamel yokken Mbaye, Soso ortaya geçince Oğulcan... İlk on birde olup kendi mevkiinde devam eden Marcao ve Emre'yi (54) saymazsak, 9 futbolcu yedek/başka pozisyonda oynuyor olmasına rağmen ortaya konulan performans takdire şayan. Hocamın tabiriyle bu takımın, bu çocukların daha da övülmesi lazım. Daha bu takıma Kerem'i, Jesse'i entegre edeceğiz. Güzel olacak güzel... Gönlümün dileği odur ki Galatasaray, lig bitiminde -tabii bitirebilirsek- şampiyon olsun. Hedef 23!

#9 Galatasaray - Kayserispor

Her sene böyle bir maç olur değil mi? Birçok pozisyona girersin, beceriksizlik olur, rakip kaleci/defans o gün döktürüyordur ya da sadece gününde değilsindir işte. Kayseri maçı bu senenin "o" maçıydı işte. Maç 1-1 bitti ki golü bile penaltıdan atıp; rakip 10 kişi kaldıktan sonra yedik. Öyle kabız bir maçtı. Kısır değil, kabız. Yine de tatlı tarafları vardı maçın. Ali Yavuz ve Kerem ilk kez lig maçında sahaya çıktı mesela. Oğulcan ilk kez as kadroda çıktı sahaya. Ama yetmedi maalesef. O güzel pas oyunu, o karşı karşıya kalınan pozisyonlar gole çevrilemeyince yetmedi galip gelmeye. Maçın tek golünü Diagne attı. Liderin maç eksiğine rağmen 3 puan gerisinde, ikincinin 3 puan gerisinde 9. haftayı tamamladık. Tamamlayacağımızdan bile emin olmadığımız 31 hafta daha var. Gönlümün dileği odur ki Galatasaray şampiyon olsun bu sene. Hedef 23!

On Küçük Zenci | Agatha Christie

Polisiye tür olarak yazması en zor, fakat gerek satış gerekse okuma açısından en kolay olanı bence. Çünkü olay örgüsünü kurmak zor. Fakat olay örgüsü kurulmuş, yani akıcı bir kitabı okumak çok kolay. Bu kitap da onlarca yıllık geçmişe sahip efsane bir roman aslında. Polisiye türünde verilmiş ilk başyapıtlardan birisi belki de... Okumaya niyetlendiğimde aslında tedirgindim beklentim yükselir de sevmezsem diye. Fakat korktuğum gibi olmadı. Aksine Oblomov'dan sonra bana epey iyi geldiğini de itiraf etmek zorundayım. Zira o ne kadar yavaş akan bir kitapsa bu da o mertebede akıcıydı. Zaten polisiye dediğiniz türde geçer akçe budur. Gerilimi ve merak unsurunu yüksek tutabilirsen, okur kitabın içinde kaybolur. Bu kitaptaki enteresan olan taraf ise kitabın orijinal adının And Then There Were None (Ve Hiç Kimse Kalmadı) olması ve aslında kitaptaki olay örgüsünün adından verilen spoiler ile ifşa edilmesiydi. Diğer spoiler ise kitabı açar açmaz karşımıza çıkan ve kitaba da adını veren On Küçük Zenci tekerlemesi. Siz bu spoiler olayına rağmen bu kitabı ıskalamayın, hala okumadıysanız. Sevenine not: kitap 2015 yılında hem de BBC tarafından 3 bölümlük bir mini dizi çekilmiş. Yazı bitsin şimdi ona da başlıyorum. Kitabın bendeki baskısı Altın Kitaplar Yayınevinden, 224 sayfa ve 28 TL.

Oblomov | Ivan Aleksandroviç Gonçarov

Oblomovluk fikrine vakıf mısınız? Hiç duydunuz mu bu fikri? Ben bu kitabı okuyana kadar duymamıştım ve birçok insanın da içinde bir Oblomov olduğunu bilmiyordum. Kendimi sorguladım durdum kitabı okurken; acaba benim içimde de bir Oblomov var mıdır diye... Cevabın hayır olduğunu hissettiğimde ise müthiş bir rahatlama duydum. Çünkü gerçek Oblomovluk bu kitabı bitirmemekti bence. Yaklaşık 20 günlük karantina günlerimde bu kitabı okuyup bitirdiğime göre, 20 günde de olsa, bu işten yırttığımı söylemem mümkündür. Gonçarov'un Oblomov kitabının baş karakteri İlya İlyiç, çiftlik sahibi bir burjuvadır. Fakat hayatında her şeyi yapmaya üşenen, hiçbir işi hemen yapamayan, üşengeçliğin ve tembelliğin vücut bulmuş bir halidir İlya. Bu uğurda işini, sevdiği kadını ve servetinin büyük bir kısmını kaybetmiştir. Aslında kitabın alt metnine indiğimiz zaman görüyoruz ki, bizim üşengeçlik/tembellik gördüğümüz şey İlya'nın koruma kalkanı ve güvenli alanı. Hiç evinden çıkmıyor, fakat aslında okuyarak öğreniyoruz ki ailesini kaybettikten sonra onların korumacı tavırları yüzünden içine kapanık bir çocuk olarak yetişiyor. Bildiği tek yaşam biçimi bu yani. Okumak ister misiniz, sabır gösterir misiniz bilmiyorum ama kitap hiç sıkıcı değil kalınlığı korkutmasın. Bir kere çok temiz ve akıcı bir dili var. Rus Edebiyatının o katmanlar içindeki üslubundan ziyade basit anlatımı olan bir kitap. Gündelik hayatı anlattığı gündelik cümleleri var. Kitabın bendeki baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, 632 sayfa(😅) ve 26 TL.

Away

Hillary Swank'i blogumun sağ tarafında da gördüğünüz Ps: I Love You filminden bu yana takip etmeye çalışır ve de çok severim. Netflix için bir "uzay" dizisi çektiğini gördüğümde, hemen izlemek istedim. İkinci sezona uzayacak diye de bittikten sonra yazmadım bloga. Fakat hafta sonu yaptığım okumalarda, araştırmalarımda dizinin ikinci sezonunun maalesef iptal edildiğini gördüm ve hemen konuşmamız lazım diye geldim buraya. Hadi başlayalım.

#8 Sivasspor - Galatasaray

Maç bitti, maçın sonunda Arda Turan röportaj veriyor. Konuştu, konuştu, konuştu, "çok uzun zaman oldu" dedi ağlamaya başladı. Allah kalbimi biliyor ya, geçen sene çok top yüzü görmeyince geldiğinde çocuğu üzecekler diye düşünmüştüm. Başarısız olacağından değil, sevgisini sorgulayacaklarından... Şükürler olsun ki korktuğum başına gelmedi. Dün akşam Sivas maçında Arda'nın ve Belhanda'nın attığı birer golle 2-1 kazandık. Maçtan öte, şu duygusallığı yaşayabiliyor olmak, 10 sene sonra hala bu kadar seviyor olmak... Futbol için fazla duygusalım, evet. Gelelim gerçeklere; üstteki rakiplerden Fener yenildi, Alanya berabere kaldı. Kazanmaktan başka çaresi yok takımın yukarıyla puan farkını kapatıp şampiyonluk yarışından kopmamak için. Neyse ki, ihtiyacı olan 3 puanı aldı. Milli takım arasından önce ihtiyaç duyulan 3 puan yine son dakikalarda gidecek diye tedirgin etse de ite kaka yine galibiyet geldi. Bu aynı zamanda son 3 maçta iterek aldığımız 3. galibiyetti. Hepimizin gönlünden geçen iyi oyun şimdilik hayal gibi duruyor ama ben istekli oyunla onun da yakın olduğunu hissediyorum. En azından gönlümden geçen bu. Azıcık oyun oynasa bu takım hem Alanya hem Fener panikleyecektir. Devreye lider girmek işten bile değil bence. Ama işte takım o ışığı yakmıyor şu an. Hedef 23! Yürüyeduralım.

#7 Galatasaray - Ankaragücü

Rakibin durumunu düşününce çok da kastırmamız gerekmiyordu bence. Bizim başımıza da gelebilirdi zira yaşadıkları. Hoca'nın maç sonunda söylediği gibi kazandığın zaman işleri toparlamak daha kolaydır ve ama olmamalıdır. Güzel oyun hepimizin hayali, belki olur belki olmaz bilmiyorum. Fakat belli ki devre arasına kadar böyle devam edecek bizim için işler. Maçta Galatasaray adına iki güzel yan var. Birincisi Marcelo'nun hırsı ve oynama arzusunun yüksekliği. Tek başına golü attırdı, defans yaptı, takımı ateşledi desem yalan olmaz herhalde. Çok beğeniyorum ve bir şekilde takıma temelli olarak dahil edilmesi gerektiğini düşünüyorum. İkincisi Arda. Aslında fiziksel olarak tatmin edici bir seviyede değil ve muhtemelen olamayacak. Fakat mental olarak kattıkları, oyun zekası, oyuna girdiği andan itibaren yaptıkları minare yıkılsa da mihrap hala yerinde diye düşündürüyor. Arda'nın geldiği dönemde inattan alındığı, bir işe yaramayacağı falan söyleniyordu. Bunun tam tersi olması beni çok mutlu ediyor ve umut duymama sebep oluyor. Neticede Ryan'ın tek golüyle Ankaragücü'nü 1-0 yendik. En azından iç sahada 3 puan alarak yola devam dedik. Dilerim güzel futbolu konuştuğumuz günler de gelir. Hedef 23!

Delifişek | Jose Mauro De Vasconcelos

Ve bitti.
Şeker Portakalı ve Güneşi Uyandıralım kitaplarının ardından serinin son kitabı olan Delifişek de bitti. Zeze'nin haytalığına yakışan bir kitap adı ve son oldu. Zeze'nin 15-20 yaşları arasını anlatan bu kitapta okul hayatının sonunu, aşık olduğu kızı, o kızla kuracağı hayatı, kendini evlat edinen aile ile daha yakın olmaya başlaması, ama illa ki yüzmesi, serserilikleri, hüznü ve gülümsetmesi... İlk iki kitaptan farklı olarak bu kitapta artık Zeze'nin bir hayali arkadaşı yok. Ortaokulda birlikte okuduğu bir arkadaşı ve sevgilisi var yalnızca. Bir seriye, bir hikayeye, bir karaktere daha veda etmiş olmak bir yana Zeze'yi yakından tanıdığım için çok memnunum. Baştaki o savunmasız, yoksunluk çeken, sevgi arayan veletten kocaman, hayatı için savaşan, isyan edebilen, hayatını kurma çabası içinde olan genç bir adama evirilişini okumak çok güzel bir deneyim oldu. Zeze'nin hikayesini yeğenlerinize, evlatlarınıza, kardeşlerinize okutun. Okutacak yeni bir şeyler arıyorsanız, kaliteli, kalbe dokunan bir şeyler, sakın ıskalamayın. Kitabın bendeki baskısı Can Yayınlarından, 88 sayfa ve 15 TL.

Güneşi Uyandıralım | Jose Mauro De Vasconcelos

Şeker Portakalı'ndan sonra serinin bir sonraki kitabı olan Güneşi Uyandıralım da bitti. Kahramanımız Zeze, artık kendi ailesinin yanından zengin bir ailenin yanına evlatlık verilmiş, ortaokula giden ve ilk gençliğini yaşayan bir çocuktur. Artık ailesinin ve şeker portakalı fidanının yanında olmamasına rağmen o kendinden ödün vermemiş, tam aksine serseriliklere ve küçük yaramazlıklara devam etmiştir. Şimdi şeker portakalı fidanı yerine göğsüne giren bir kurbağa ile bir filmde izleyip hayran olduğu, babası olmasını istediği oyuncuyu düş arkadaşı yapmıştır. Kitapların ortak yanında kalbe dokunan özellik sanıyorum Zeze'nin aslında yalnız bir çocuk olması. Kendi ailesi ve birkaç kardeşi varken de yalnız bir çocuk, okula gidip sınıf arkadaşlarının arasında da yalnız... İlk kitaptaki kadar duygusal olmasa da bu kitap da kalbime dokundu benim. Tüm dünyayı bu kadar etkileyebilecek kitaplar yazmak saygı uyandırıcı gerçekten. Bu kitap bana dokunduğu gibi İspanya'da bir çocuğa, Brezilya'da bir adama, İtalya'da yaşlı bir teyzeye de dokunmuştur mutlaka. Çünkü çocuğun dili evrensel bence ve çocuk her yerde kalbe dokunmayı başarıyor. Kitaptaki en tatlı ve çocuksu da olan taraf Zeze'nin abarttığı yerler. Gömlekte 282.000 düğme olması, korktuğu birinin 5 metre boyu olması falan beni çok gülümsetti. Kitabın bendeki baskısı Can Yayınlarından, 272 sayfa ve 34 TL.

Looking For Alaska

Bugün 8 bölümlük bir mini dizi olan Looking For Alaska'yı konuşalım biraz. Ben hafta sonu bitirdim hemen size de anlatayım istedim. Aynı Yıldızın Altında kitabının (sonradan filmleştirildi de aynı isimle) yazarı John Green'in ilk romanından uyarlanmış bir dizi. Romana belki Alaska'nın Peşinde ismiyle rastlaşmış olabilirsiniz. Ben okumadım. Dizi ise malum ortamlarda mevcut, ben de oralardan izledim. Hadi Alaska'yı konuşalım biraz...

#6 Erzurumspor - Galatasaray

Nihayet yüzyıllardan sonra galibiyet alabilmişiz gibi hissediyorum. Galatasaray'ın bu seneki bu salaşlığı beni çok sinirlendiriyor. Allah kalbimi biliyor ya, yine son dakikalarda gol olacak ve 2-2 bitecek diye bekledim. Hayret, olmadı diye şaşırdığımı hatırlıyorum hatta. Hala o boş vermişlik var çünkü. İlk on bir belli olduğunda Belhanda'nın kaptan olduğunu görünce şaşırarak seyrettim aslında ama demek ki adam sorumluluk bekliyormuş. Beni bu maçta hiç rahatsız etmedi mesela. Etebo'nun yokluğunda Ömer'den çok hoşlanmadım. Ömer'deki şu birkaç rakibin arasında kaybolma özelliği olmasa kendisi de onu izleyenler de daha mutlu olacaktır eminim. Çünkü aslında bizim takımın bu seneki eksiği hız ve Ömer'in bu hızı sağlayacağını düşünüyorum ben. Maç kitlendiği anda Babel ile değişikliğe girince iş göreceğini düşünüyorum. Fakat benim düşünmem değil Hoca'nın buna gitmesi gerekiyor. Hoca ise lüzumsuz şekilde değişiklik konusunda lakayt davranıyor bence. Benim gördüğümü, senin gördüğünü, tüm dünyanın gördüğünü neden görmemezlikten geliyor algılayamıyorum. Görmüyor değil bak çok net şekilde görmemezlikten gelerek inatlaşıyor. Bunu çözmeleri lazım. Bugünkü galibiyete rağmen tekrar söylüyorum, yönetimle Hoca arasında bir gerilim var, bu gerilim aşılmadan takımın sırtı yerden kalkmayacak. Tüm bu olumsuzluklara rağmen deplasmanda 3 puanı öper başıma koyarım ki böyle bir maçta kesinlikle sonuçtan memnunum kendi adıma. Dün akşam Erzurum'u Radamel ve Emre'nin golleriyle 2-1 yendik. Hedef 23!

Şeker Portakalı | Jose Mauro De Vasconcelos

Benim okuduğum ilk gerçek kitaptır Şeker Portakalı. Bundan belki 20 yıl önce ilkokuldayken okumuştum. Fakat o dönemde çok da bilinçli olmadığım ve bu kitabın hakkının bilerek, anlayarak okunmak olduğu öngörüsünde olmam sebebiyle ve hazır kardeşlerim de bu kitapla devamını okumak için edinmişken tekrar okumaya karar verdim. Cuma sabahı işe giderken serviste başladığım Şeker Portakalı, cuma akşamı 22.00 sularında bitti. Gözlerim dolu dolu, içim ezilerek okudum. Herkesin dünyaya ilişkin bir hayali vardır ya; kimisi barış ister, kimisi açlığın bitmesini, kimisi daha bireysel düşünür... Benim dünyaya dair en ütopik hayalim çocukların yoksulluk görmeden büyümeleri oldu hep. Diğerleri sonra geldi. Kitapta Zeze'nin ve kardeşlerinin parasızlık yüzünden yaşadıkları veya yaşayamadıklarına içim ezildi. Evde yaşadığı mutsuzluk Manuel'in yanına gidince yaşadığı huzur ve kitabın o karanlık bitişi... Bu kadar kalbime dokunmuş olmasına hala inanamıyorum. Şu an yazarken bile aynı duygusallık basıyor ve gözlerim çok net görmüyor dolduğu için :) Çocukların hiçbir yokluğu bilmediği bir dünya dileyerek yazıyı bağlıyorum. Şeker Portakalı bir çocuk kitabı değil, çocuklar dahil her yaşta okunabilecek ve okunması gereken bir kitap. Lütfen okuyun ve evlatlarınızla bu okumayı paylaşın. Kitabın bendeki baskısı nefis kapağıyla Can Yayınlarından, 182 sayfa ve 25 TL.

Kadından Kentler | Murathan Mungan

Kitabın arka kapağında sıralanmış kelimeler var. Ne diyor bu adam diyorsunuz kitabı elinize alınca. Fakat sonradan kitaptaki hikayeleri okudukça kelimelerin hikayelerdeki başlıca konulardan yada kadınların isimlerinden oluştuğunu görüyorsunuz. Bu detay bana çok tatlı geldi ve bununla başlamak istedim. Kitapta 15+1 hikaye var. +1'den kastım sondaki Esenler Otogarı hikayesi. Bu hikaye adeta kitaptaki birbirinden bağımsız 15 hikaye için bir son, bir bağlantı noktası olmuş. Kitaptaki tüm kadınlar Esenler Otogarı'nda birbirlerinin yanından geçiyorlar, tanışıyorlar, bilet alıyorlar özetle bir şekilde etkileşime girerek kitaba güzel bir son oluşturuyorlar. Mungan gerçekten kadın ruhunu okuyup kalbini görebilen bir yazar. Tespitleri son derece doğru. Benim gönlüme en çok dokunan hikaye "Burası Ankara İl Radyosu, Şimdi..." başlıklı hikayeydi. En özel kadın ise bu hikayede vefat ettiği anlatılan kadındı. Kendime en yakın hissettiğim, beni en çok duygulandıran oydu. Kitabın bendeki baskısı Metis Yayınlarından, 296 sayfa ve 35 TL. Bir şans vermenizi öneririm henüz okumadıysanız. 

#5 Galatasaray - Alanyaspor

Gözümün gördüğü en vasat Galatasaray oyunlarından bir tanesi oynandı dün akşam. Artık Hoca-Yönetim tartışması mı, futbolcuların boş vermişliği mi, takımın doymuşluğu mu bilmiyorum dertler neyse çözülmesi lazım bir zahmet. Ocak ayına kadar ocak bekleyelim, lig bitsin pandemi geçsin gelecek seneyi bekleyelim, transfer olacak mı onu bekleyelim, bana gerçekten gına geldi artık. Senede 30 milyon lira alan adamlar bir zahmet aldıkları paranın hakkını versinler. Tadı kaçtı artık. Bir de hakem falan konuşulmuş dün, geçiniz. Dün oynanan oyunun hakkı buz gibi bir mağlubiyetti. Buz etkisi yapar mı takıma, tartışırım. Alanyaspor'A 2-1 mağlup olduğumuz maçta tek golümüz penaltıyla Radamel'den geldi. Bizim hedefimiz 23 ama takımın hedefi ne bilemiyorum. Yürüyedurun, zaten başka bir şey yaptığınız yok.

Üç Büyük Usta | Stefan Zweig

Zweig'ın bu biyografi işini ne kadar iyi kotardığını daha önce
Kendileriyle Savaşanlar ve Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar kitaplarında anlatmaya çalışmıştım. Aslında bu kitaplara biyografi demek de ne kadar doğru kestiremiyorum şimdi. Çünkü şurada doğdu, burada büyüdü, şunları yazdı gibi anlatmıyor Zweig yazdığı insanları. Onların hayatlarından ziyade düşündükleriyle ilgileniyor. Mesela bu kitapta Balzac, Dickens ve Dostoyevski'den bahsediyor ya, mesela Balzac'ı Napolyon gibi dünyaya hakim olma düşüncesiyle anlatıyor, Dickens'ın neşeli bir romantik olmasından dem vuruyor, Dostoyevski'nin ise diğer iki yazarın tam tersine didaktik bir tarafı olduğunu söylüyor. Dostoyevski'den çok etkilendiği aşikar. Çünkü kitabın yarısında Balzac ve Dickens varsa diğer yarısı -belki de fazlası- Dostoyevski var. Kitabın başında Zweig tarafından yazılan önsözde beni düşünmeye sevk eden bir bölüm mevcut. Birebir sözler olmasa da şöyle diyor Zweig; biri Fransız biri İngiliz biri Rus üç büyük yazarı konuşuyoruz evet, fakat aynı derecede bir Alman'dan bahsedebiliyor muyuz? Kitap 1919 yılında kaleme alınmış. Aradan geçen 100 sene sonra şöyle bir kitaplığıma baktım, kallavi bir Alman yazar bulamadım. Felsefede, müzikte, bilimde müthiş isimler çıkarmış Almanların edebi alanda çok da iddialı olmamalarının sebebi duygudan muaf insanlar olması mı acaba... Ve böyle düşünmek beni ırkçı yapar mı acaba... Bir kitap, kafada böyle soru işaretleri belirttiyse, iyidir. Her Zweig kitabı gibi elbette tavsiye ediyorum. Kitabın bendeki baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, 228 sayfa ve 14 TL.

Ölmeden Önce Yapılacaklar vol.8

Uzuuun süredir yapmayı çok istediğim bir şey olmamış. Bugün aklıma geldi bir tane hemen paslayayım dedim. Pandemiden önce araba aldım ben. Kullanırken büyük keyif alıyor ve doğru da kullandığımı, acemiliğimi attığımı, en azından kimseyi rahatsız etmeden yol aldığımı düşünüyorum. Dileğim de bu konuyla ilgili. Ben ölmeden önce, mümkünse tek şoför olarak gidebildiğim, uzun bir yolculuğa çıkmak istiyorum. Bir kere o yolculuğu yaptım, hem de günübirlik şekilde gittim geldim. Fakat bahsettiğim bu yolculuk özel bir kişi içindi. Yani orada önemli olan yolculuk değil, vardığım yerdi. Şimdi önemli olan vardığım yer değil, yolculuk olsun istiyorum. Arkama yaslanıp, güzel şarkılar eşliğinde, oturduğum koltuğun camı açık olsun, öylece gideyim istiyorum. Ankara olur, Eskişehir olur, Antalya olur, Afyon olur (Konya'ya en yakın iller) artık önemli olan varacağım yer değil yani. Sadece hiçbir şey düşünmeden araba sürmek istiyorum. Hatta özellikle hiçbir şey düşünmemek istiyorum. Başarırsam, buraları günceller "bucket list"e bir tik daha atarım. İnşallah, kazasız, belasız.

#4 Kasımpaşa - Galatasaray

Hep birlikte yüz kez tekrarlıyoruz: "Futbol oynanmadan kazanılmaz."
Kasımpaşa 1-0 Galatasaray.
Teşekkürler milli takım arası, tam zamanında geldin. Yoksa biz biraz gerilecektik. Hedef 23!

Az Şekerli | Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik kitaplarını okudukça, Zweig kitaplarında aldığım hazzı duyuyorum. Bittikçe yenilensin istiyorum okunmayı bekleyen kitapları. İlk okuduğum kitabında halbuki pek de bana göre olmadığını düşünmüştüm. Sonra üslubuna mı alıştım yoksa yazdığı kısacık öyküler mi beni kendisine bağladı bilmiyorum, birkaç kitap okuduktan sonra elim direkt Sait Faik'e gidiyor. Az Şekerli, okuduğum 9. Sait Faik kitabı ve içinde 17 adet hikaye ile birlikte bir de Behçet Necatigil'in Sait Faik için yazdığı şiir var. Hikayelerin içinde en çok "İlk Okuyucu Mektubu" isimli hikaye beni etkiledi. "Hikaye Peşinde" isimli hikayesi ise bence Sait Faik'in gündelik hayatını en net yansıtan öyküsüydü benim okuduklarım arasında. Genelde çevresinde gördüklerini öyküleyen yazarımız, "Hikaye Peşinde"de kendi öyküsünü yazmış demek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Hikaye sever misiniz bilmiyorum, fakat Türk bir okuyucu iseniz, Sait Faik'i ıskalamamanızı, tam aksine hayatınıza entegre etmenizi öneririm. Bir noktadan sonra fonda martı sesleri, dalga sesleri falan geliyor çünkü hikayeleri okurken. Hiç ayrılmıyor denizin kenarından, üzerinden, içinden... Kitabın bendeki nefis baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, 112 sayfa ve 12 TL.

Çıplak Deniz Çıplak Ada | Yaşar Kemal

Ve bu serinin de sonuna gelmiş bulunuyorum. Bu yaşa kadar Yaşar Kemal gibi büyük bir ozanı okumamış olmak da benim ayıbım olsun. Bir Ada Hikayesi 4 kitaptan oluşuyor, 1998 yılında başlayıp 2012 yılında bitirilmiş bir seri. Özellikle 3. kitaptan sonra verilen yaklaşık 10 senelik ara yüzünden takip edenler epey beklemiş. Ben bu yıl, gayet keyifli şekilde aralar vererek okudum ve içinden deniz geçen bu serinin duruluğuna çarpıldım. Seride sırasıyla Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Karıncanın Su İçtiği, Tanyeri Horozları ve son olarak da Çıplak Deniz Çıplak Ada kitapları mevcut. Kitaplar, cumhuriyetin ilk yıllarındaki mübadele döneminde Ege'de bir adaya taşınan insanların hikayelerini anlatıyor. Ütopik bir dünya, herkes iyi insan, herkes bilge adeta, düşmanlık yok herkes dost. Keşke tüm dünya böyle olsa diye düşünmeden edemiyorsunuz okurken. Kitaptaki tasvirlerse ütopik dünyadan birden masal dünyasına götürüyor. Pişen yemekler, edilen sohbetler, çiçek kokuları, denizin dalgaları... Yalnızca okumuyor yaşatıyor adeta. İlk 3 kitaptaki karakterlerin birçoğunun hikayesi tatlıya bağlandı, büyük aşklar evlilikle sonuçlandı ve masal dünyası masallığını bir kez daha gösterdi. Biliyorsunuz, böyle mutlu sonlar sadece masallarda olur zira. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 272 sayfa ve 30 TL. Evet, İnce Memed serisi için ne bekliyoruz?!