Günlerden Galatasaray vol.7

Fenerbahçe maçından sonra konuşmuştuk "skor aldatır, takım iyi değil" diye. Hafta içi Dortmund'dan yenilen 4 tane golün üstüne dün akşam da İstanbul Başakşehir bişey bişey takımına 4-0 yenildi takım. Yenilen 4 gole zerre kadar üzülmedim zira üzülecek daha büyük bişey var benim için. Yoksa 1-0, 2-0, 3-0, 10-0 yenilmenin hiçbir farkı yok. Lig sisteminde oynuyoruz (şampiyonluk mücadelesine kalırsak bunu İstanbulspor ile yapacak değiliz ikili averajla gelmeyin), hepsinde 3 puan kaybediyoruz, skor farkı çok bir şey ifade etmiyor bu yüzden. 
Gel gelelim, takımda hiçbir kıpırdanma olmaması, bu kadar tepkisiz kalmaları, artık yenilmeyi kanıksamış olmaları beni çok şaşırtıyor ve ziyadesiyle de üzüyor. Sen oturduğun yerde istediğin kadar yırtın adamların umrunda değil resmen. Başta pazıbandını takan kaptan arkadaşın umrunda değil. Hep en kızdığım taraftar türü olan mağlubiyette futbolcuları kötüleme ekolüne ufak ufak katılıyor gibi görünsem de sanırım haksız değilim. Takım yine puan kaybetti bir dahaki maç cuma akşamı Kasımpaşa ile. Nasıl bir sonuç ortaya çıkar, hafta içi takımı neler bekliyor bilmiyorum ama bu kervanın bu develerle yürümeyeceği aşikar. Bu noktada birinin elini taşın altına koyma vaktinin geldiğini naçizane düşünüyorum. Son söz yok. Dileğim, yürüyedur GALATASARAY.

Günlerden Galatasaray vol.6

Sezon başından beri Prandelli sürekli sabır istedi ve 6. haftayı, Fenerbahçe maçını işaret etti. İşler istediği gibi başlamamış olsa da, istediği gibi bitti diyebiliriz. 80. dakikadan sonra "giren çıkmaz napcaz ya" diye hayıflanmaya başladığım anlarda geldi Wes'in golü. Tam o golün ardından gelen 2. Wes golü ile artık "çıldırııığn çıldırın çıldııığrın" moduna girmeye başladım. Maç bittiğinde öyle enfes fotoğraflar düştü ki birisi açılış fotoğrafı hemen üstte, artık dedim bu iş fotoromana yürüsün ne zamandır da yapmıyordum özlemişim. Hadi başlayalım.

Keweeeeaaaaaaaallll.....

geri geldin, hoş geldin.
bin bir oldum birken ben.
hoş geldin sevgilim.
hoş geldin beklenendin hep sen...
plase fotoğraf devamında.

Selfielerin,

en güzeli, en sevimlisi. Wes'in gülüşü.........

Günlerden Galatasaray vol.5

Yazıyı dün gece yazsaydım, "bayram şekeri gibisin Galatasaray, seni yerim" derdim yüksek ihtimalle. Maçın gazıyla, galibiyet sarhoşluğuyla... Gel gelelim sarhoşluk geçip mantık tüm baş ağrısıyla karşıya çıkınca işin rengi bi tık değişebiliyor. Dün akşam Galatasaray yine farklı bir 11 ile sahadaydı. Zamanında takımı tanımıyor diye hazırlık maçı yaptırmayan teknik heyet, lig maçlarını deneme tahtası yapmaya devam ediyor maalesef. Bize düşen beklemek, kabul. Beklerken puan kaybı olmazsa şahane, o da kabul. Fakat karşılaşılan takımlar çok über takımlar değil, puan kaybı yaşanmamasının da sebebi bu maalesef. Bir de değinmekte fayda var, paslaşmalar başarılı, takım aheste aheste de olsa rakip kaleye güzel ilerleyebiliyor zaman zaman. Ama şunu kabul etmek lazım ki son vuruşlar ve son pas tercihleri yapılırken hatalar çoğalmaya başlıyor. Bu maçı kazandık, lafını etmiyoruz. Bir dahaki maç aynı kısmet çıkmayabilir karşımıza. İşte o zaman "Burak kaçırdıklarının yarısını atsaydı..." yada "Selçuk, Burak'a pas yerine kaleye vursaydı..." şeklinde hayıflanmalar yaşarız ki, bu hem bizi hem de takımdakileri ziyadesiyle yıpratır. 
Bayramın ilk gününde, Kayseri Erciyes karşısında Burak ve Wesley'nin golleri ile 2-1 galip geldik. Kötü de oynasanız, deplasman galibiyeti candır. Yürüyedurun.

Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali

O kadar çok övüldü ki bu kitap deli gibi merak edip, müthiş bir heyecan duyarak almıştım. Ama kitabı okumaya başladıktan sonra kitap elimde 2-3 hafta kadar süründü, en son sırf bitirmiş olmak için bitirdim. Şimdi düşünüyorum da ya kitap çok fazla abartıldı ve bendeki beklentiyi yükselttiğinden beğenmedim ya da hakikaten boş ama gençlerin seveceği türden bir kitap olduğundan bana hitap etmedi. Bir kere kitaptaki Maria Puder karakteri hayatımda en çok kızdığım kadın tipi. Dengesiz, ne istediğini bilmeyen, bi an çok seven başka bi an yok olmuyor diyebilecek biri. Jönümüz Raif ise, hayatta en çok kızdığım erkek tipi. Pısırık, hayatında hiçbir şeyi başaramamış, şehirler, ülkeler bile değiştirse kafası yerinde olmayan adeta bir leyla. Kitabı paralamadığıma dua ettim bitirdikten sonra. Kitap bir noktadan sonra akmadı. Sırf bitsin diye okudum. Bu kadar kötülemeye neden blogda diye soran olursa, okuduk, ben ettim siz etmeyin diye atmak istedim. 160 sayfalık kitabın liste fiyatı 11 TL.

Şampiyonlar Ligi #2

Maça giderken, evden çıktığımızda konuştuk daha. Heyecan var da, kaç yer döneriz acaba dedik. Tüm gün leyla gibi gezmemin bi sebebi daha varmış. İçime mi doğdu yoksa dertlenmeye gündüzden başladığım için mi böyle mi oldu bilmiyorum. Tek anladığım iyi değiliz. Bu sezon aslında hiç toparlanmadık. Aksine sürekli geriye gidiyor takım. Tercihler noktasında, takımın birbirini tanıması noktasında çok katedilmesi gereken yol olduğunu düşünüyorum şahsen. Zira ilk yarıda, aynı noktadan, aynı taktikle yenilen 3 golün başka bir izahı olduğunu zannetmiyorum. Takımın en zeki adamının ön libero mevkisine kapatılarak defansif oynatılmasını algılayamıyorum. 
Ama en çok anlamadığım şey, zaten yenileceğimizi bile bile gittiğimiz maçın sonunda gördüğümüz skorda neden bu kadar dağıldığım. Adam takımın teknik direktörü, istifa edip gidiyor. Bi diğeri başkanı, kurul kararı alıp gidiyor. Kaptanı, transfer olup gidiyor. Ben? Ben taraftarlıktan niye gidemiyorum biri bunu açıklasın ya! Durduk yere dertlenmelerin bi sonu olmalı. Sondan bi önceki söz; tüm hafta boyunca ben dahil 2000 ruhu diye bik bik ettik durduk. Ve tersten tutturduk 2000 ruhunu (bu sefer Arsenal 4-1 kazandı) Bu Allahın bize, "alın verdim belanızı" deme şekliydi. Son söz; mor forma şahane değil miydi yaaaa (bak hala dileniyo hala taraftarlık yapıyo, salak yemin ederim geri zekalı bu çocuk) 
Yürüme ulan Galatasaray. Na öyle mıh gibi dikil. Sakın yürüyüp şu insancıkları mutlu edeyim deme. Aferin.