Delifişek | Jose Mauro De Vasconcelos

Ve bitti.
Şeker Portakalı ve Güneşi Uyandıralım kitaplarının ardından serinin son kitabı olan Delifişek de bitti. Zeze'nin haytalığına yakışan bir kitap adı ve son oldu. Zeze'nin 15-20 yaşları arasını anlatan bu kitapta okul hayatının sonunu, aşık olduğu kızı, o kızla kuracağı hayatı, kendini evlat edinen aile ile daha yakın olmaya başlaması, ama illa ki yüzmesi, serserilikleri, hüznü ve gülümsetmesi... İlk iki kitaptan farklı olarak bu kitapta artık Zeze'nin bir hayali arkadaşı yok. Ortaokulda birlikte okuduğu bir arkadaşı ve sevgilisi var yalnızca. Bir seriye, bir hikayeye, bir karaktere daha veda etmiş olmak bir yana Zeze'yi yakından tanıdığım için çok memnunum. Baştaki o savunmasız, yoksunluk çeken, sevgi arayan veletten kocaman, hayatı için savaşan, isyan edebilen, hayatını kurma çabası içinde olan genç bir adama evirilişini okumak çok güzel bir deneyim oldu. Zeze'nin hikayesini yeğenlerinize, evlatlarınıza, kardeşlerinize okutun. Okutacak yeni bir şeyler arıyorsanız, kaliteli, kalbe dokunan bir şeyler, sakın ıskalamayın. Kitabın bendeki baskısı Can Yayınlarından, 88 sayfa ve 15 TL.

Güneşi Uyandıralım | Jose Mauro De Vasconcelos

Şeker Portakalı'ndan sonra serinin bir sonraki kitabı olan Güneşi Uyandıralım da bitti. Kahramanımız Zeze, artık kendi ailesinin yanından zengin bir ailenin yanına evlatlık verilmiş, ortaokula giden ve ilk gençliğini yaşayan bir çocuktur. Artık ailesinin ve şeker portakalı fidanının yanında olmamasına rağmen o kendinden ödün vermemiş, tam aksine serseriliklere ve küçük yaramazlıklara devam etmiştir. Şimdi şeker portakalı fidanı yerine göğsüne giren bir kurbağa ile bir filmde izleyip hayran olduğu, babası olmasını istediği oyuncuyu düş arkadaşı yapmıştır. Kitapların ortak yanında kalbe dokunan özellik sanıyorum Zeze'nin aslında yalnız bir çocuk olması. Kendi ailesi ve birkaç kardeşi varken de yalnız bir çocuk, okula gidip sınıf arkadaşlarının arasında da yalnız... İlk kitaptaki kadar duygusal olmasa da bu kitap da kalbime dokundu benim. Tüm dünyayı bu kadar etkileyebilecek kitaplar yazmak saygı uyandırıcı gerçekten. Bu kitap bana dokunduğu gibi İspanya'da bir çocuğa, Brezilya'da bir adama, İtalya'da yaşlı bir teyzeye de dokunmuştur mutlaka. Çünkü çocuğun dili evrensel bence ve çocuk her yerde kalbe dokunmayı başarıyor. Kitaptaki en tatlı ve çocuksu da olan taraf Zeze'nin abarttığı yerler. Gömlekte 282.000 düğme olması, korktuğu birinin 5 metre boyu olması falan beni çok gülümsetti. Kitabın bendeki baskısı Can Yayınlarından, 272 sayfa ve 34 TL.

Looking For Alaska

Bugün 8 bölümlük bir mini dizi olan Looking For Alaska'yı konuşalım biraz. Ben hafta sonu bitirdim hemen size de anlatayım istedim. Aynı Yıldızın Altında kitabının (sonradan filmleştirildi de aynı isimle) yazarı John Green'in ilk romanından uyarlanmış bir dizi. Romana belki Alaska'nın Peşinde ismiyle rastlaşmış olabilirsiniz. Ben okumadım. Dizi ise malum ortamlarda mevcut, ben de oralardan izledim. Hadi Alaska'yı konuşalım biraz...

#6 Erzurumspor - Galatasaray

Nihayet yüzyıllardan sonra galibiyet alabilmişiz gibi hissediyorum. Galatasaray'ın bu seneki bu salaşlığı beni çok sinirlendiriyor. Allah kalbimi biliyor ya, yine son dakikalarda gol olacak ve 2-2 bitecek diye bekledim. Hayret, olmadı diye şaşırdığımı hatırlıyorum hatta. Hala o boş vermişlik var çünkü. İlk on bir belli olduğunda Belhanda'nın kaptan olduğunu görünce şaşırarak seyrettim aslında ama demek ki adam sorumluluk bekliyormuş. Beni bu maçta hiç rahatsız etmedi mesela. Etebo'nun yokluğunda Ömer'den çok hoşlanmadım. Ömer'deki şu birkaç rakibin arasında kaybolma özelliği olmasa kendisi de onu izleyenler de daha mutlu olacaktır eminim. Çünkü aslında bizim takımın bu seneki eksiği hız ve Ömer'in bu hızı sağlayacağını düşünüyorum ben. Maç kitlendiği anda Babel ile değişikliğe girince iş göreceğini düşünüyorum. Fakat benim düşünmem değil Hoca'nın buna gitmesi gerekiyor. Hoca ise lüzumsuz şekilde değişiklik konusunda lakayt davranıyor bence. Benim gördüğümü, senin gördüğünü, tüm dünyanın gördüğünü neden görmemezlikten geliyor algılayamıyorum. Görmüyor değil bak çok net şekilde görmemezlikten gelerek inatlaşıyor. Bunu çözmeleri lazım. Bugünkü galibiyete rağmen tekrar söylüyorum, yönetimle Hoca arasında bir gerilim var, bu gerilim aşılmadan takımın sırtı yerden kalkmayacak. Tüm bu olumsuzluklara rağmen deplasmanda 3 puanı öper başıma koyarım ki böyle bir maçta kesinlikle sonuçtan memnunum kendi adıma. Dün akşam Erzurum'u Radamel ve Emre'nin golleriyle 2-1 yendik. Hedef 23!

Şeker Portakalı | Jose Mauro De Vasconcelos

Benim okuduğum ilk gerçek kitaptır Şeker Portakalı. Bundan belki 20 yıl önce ilkokuldayken okumuştum. Fakat o dönemde çok da bilinçli olmadığım ve bu kitabın hakkının bilerek, anlayarak okunmak olduğu öngörüsünde olmam sebebiyle ve hazır kardeşlerim de bu kitapla devamını okumak için edinmişken tekrar okumaya karar verdim. Cuma sabahı işe giderken serviste başladığım Şeker Portakalı, cuma akşamı 22.00 sularında bitti. Gözlerim dolu dolu, içim ezilerek okudum. Herkesin dünyaya ilişkin bir hayali vardır ya; kimisi barış ister, kimisi açlığın bitmesini, kimisi daha bireysel düşünür... Benim dünyaya dair en ütopik hayalim çocukların yoksulluk görmeden büyümeleri oldu hep. Diğerleri sonra geldi. Kitapta Zeze'nin ve kardeşlerinin parasızlık yüzünden yaşadıkları veya yaşayamadıklarına içim ezildi. Evde yaşadığı mutsuzluk Manuel'in yanına gidince yaşadığı huzur ve kitabın o karanlık bitişi... Bu kadar kalbime dokunmuş olmasına hala inanamıyorum. Şu an yazarken bile aynı duygusallık basıyor ve gözlerim çok net görmüyor dolduğu için :) Çocukların hiçbir yokluğu bilmediği bir dünya dileyerek yazıyı bağlıyorum. Şeker Portakalı bir çocuk kitabı değil, çocuklar dahil her yaşta okunabilecek ve okunması gereken bir kitap. Lütfen okuyun ve evlatlarınızla bu okumayı paylaşın. Kitabın bendeki baskısı nefis kapağıyla Can Yayınlarından, 182 sayfa ve 25 TL.

Kadından Kentler | Murathan Mungan

Kitabın arka kapağında sıralanmış kelimeler var. Ne diyor bu adam diyorsunuz kitabı elinize alınca. Fakat sonradan kitaptaki hikayeleri okudukça kelimelerin hikayelerdeki başlıca konulardan yada kadınların isimlerinden oluştuğunu görüyorsunuz. Bu detay bana çok tatlı geldi ve bununla başlamak istedim. Kitapta 15+1 hikaye var. +1'den kastım sondaki Esenler Otogarı hikayesi. Bu hikaye adeta kitaptaki birbirinden bağımsız 15 hikaye için bir son, bir bağlantı noktası olmuş. Kitaptaki tüm kadınlar Esenler Otogarı'nda birbirlerinin yanından geçiyorlar, tanışıyorlar, bilet alıyorlar özetle bir şekilde etkileşime girerek kitaba güzel bir son oluşturuyorlar. Mungan gerçekten kadın ruhunu okuyup kalbini görebilen bir yazar. Tespitleri son derece doğru. Benim gönlüme en çok dokunan hikaye "Burası Ankara İl Radyosu, Şimdi..." başlıklı hikayeydi. En özel kadın ise bu hikayede vefat ettiği anlatılan kadındı. Kendime en yakın hissettiğim, beni en çok duygulandıran oydu. Kitabın bendeki baskısı Metis Yayınlarından, 296 sayfa ve 35 TL. Bir şans vermenizi öneririm henüz okumadıysanız. 

#5 Galatasaray - Alanyaspor

Gözümün gördüğü en vasat Galatasaray oyunlarından bir tanesi oynandı dün akşam. Artık Hoca-Yönetim tartışması mı, futbolcuların boş vermişliği mi, takımın doymuşluğu mu bilmiyorum dertler neyse çözülmesi lazım bir zahmet. Ocak ayına kadar ocak bekleyelim, lig bitsin pandemi geçsin gelecek seneyi bekleyelim, transfer olacak mı onu bekleyelim, bana gerçekten gına geldi artık. Senede 30 milyon lira alan adamlar bir zahmet aldıkları paranın hakkını versinler. Tadı kaçtı artık. Bir de hakem falan konuşulmuş dün, geçiniz. Dün oynanan oyunun hakkı buz gibi bir mağlubiyetti. Buz etkisi yapar mı takıma, tartışırım. Alanyaspor'A 2-1 mağlup olduğumuz maçta tek golümüz penaltıyla Radamel'den geldi. Bizim hedefimiz 23 ama takımın hedefi ne bilemiyorum. Yürüyedurun, zaten başka bir şey yaptığınız yok.

Üç Büyük Usta | Stefan Zweig

Zweig'ın bu biyografi işini ne kadar iyi kotardığını daha önce
Kendileriyle Savaşanlar ve Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar kitaplarında anlatmaya çalışmıştım. Aslında bu kitaplara biyografi demek de ne kadar doğru kestiremiyorum şimdi. Çünkü şurada doğdu, burada büyüdü, şunları yazdı gibi anlatmıyor Zweig yazdığı insanları. Onların hayatlarından ziyade düşündükleriyle ilgileniyor. Mesela bu kitapta Balzac, Dickens ve Dostoyevski'den bahsediyor ya, mesela Balzac'ı Napolyon gibi dünyaya hakim olma düşüncesiyle anlatıyor, Dickens'ın neşeli bir romantik olmasından dem vuruyor, Dostoyevski'nin ise diğer iki yazarın tam tersine didaktik bir tarafı olduğunu söylüyor. Dostoyevski'den çok etkilendiği aşikar. Çünkü kitabın yarısında Balzac ve Dickens varsa diğer yarısı -belki de fazlası- Dostoyevski var. Kitabın başında Zweig tarafından yazılan önsözde beni düşünmeye sevk eden bir bölüm mevcut. Birebir sözler olmasa da şöyle diyor Zweig; biri Fransız biri İngiliz biri Rus üç büyük yazarı konuşuyoruz evet, fakat aynı derecede bir Alman'dan bahsedebiliyor muyuz? Kitap 1919 yılında kaleme alınmış. Aradan geçen 100 sene sonra şöyle bir kitaplığıma baktım, kallavi bir Alman yazar bulamadım. Felsefede, müzikte, bilimde müthiş isimler çıkarmış Almanların edebi alanda çok da iddialı olmamalarının sebebi duygudan muaf insanlar olması mı acaba... Ve böyle düşünmek beni ırkçı yapar mı acaba... Bir kitap, kafada böyle soru işaretleri belirttiyse, iyidir. Her Zweig kitabı gibi elbette tavsiye ediyorum. Kitabın bendeki baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, 228 sayfa ve 14 TL.

Ölmeden Önce Yapılacaklar vol.8

Uzuuun süredir yapmayı çok istediğim bir şey olmamış. Bugün aklıma geldi bir tane hemen paslayayım dedim. Pandemiden önce araba aldım ben. Kullanırken büyük keyif alıyor ve doğru da kullandığımı, acemiliğimi attığımı, en azından kimseyi rahatsız etmeden yol aldığımı düşünüyorum. Dileğim de bu konuyla ilgili. Ben ölmeden önce, mümkünse tek şoför olarak gidebildiğim, uzun bir yolculuğa çıkmak istiyorum. Bir kere o yolculuğu yaptım, hem de günübirlik şekilde gittim geldim. Fakat bahsettiğim bu yolculuk özel bir kişi içindi. Yani orada önemli olan yolculuk değil, vardığım yerdi. Şimdi önemli olan vardığım yer değil, yolculuk olsun istiyorum. Arkama yaslanıp, güzel şarkılar eşliğinde, oturduğum koltuğun camı açık olsun, öylece gideyim istiyorum. Ankara olur, Eskişehir olur, Antalya olur, Afyon olur (Konya'ya en yakın iller) artık önemli olan varacağım yer değil yani. Sadece hiçbir şey düşünmeden araba sürmek istiyorum. Hatta özellikle hiçbir şey düşünmemek istiyorum. Başarırsam, buraları günceller "bucket list"e bir tik daha atarım. İnşallah, kazasız, belasız.

#4 Kasımpaşa - Galatasaray

Hep birlikte yüz kez tekrarlıyoruz: "Futbol oynanmadan kazanılmaz."
Kasımpaşa 1-0 Galatasaray.
Teşekkürler milli takım arası, tam zamanında geldin. Yoksa biz biraz gerilecektik. Hedef 23!

Az Şekerli | Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik kitaplarını okudukça, Zweig kitaplarında aldığım hazzı duyuyorum. Bittikçe yenilensin istiyorum okunmayı bekleyen kitapları. İlk okuduğum kitabında halbuki pek de bana göre olmadığını düşünmüştüm. Sonra üslubuna mı alıştım yoksa yazdığı kısacık öyküler mi beni kendisine bağladı bilmiyorum, birkaç kitap okuduktan sonra elim direkt Sait Faik'e gidiyor. Az Şekerli, okuduğum 9. Sait Faik kitabı ve içinde 17 adet hikaye ile birlikte bir de Behçet Necatigil'in Sait Faik için yazdığı şiir var. Hikayelerin içinde en çok "İlk Okuyucu Mektubu" isimli hikaye beni etkiledi. "Hikaye Peşinde" isimli hikayesi ise bence Sait Faik'in gündelik hayatını en net yansıtan öyküsüydü benim okuduklarım arasında. Genelde çevresinde gördüklerini öyküleyen yazarımız, "Hikaye Peşinde"de kendi öyküsünü yazmış demek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Hikaye sever misiniz bilmiyorum, fakat Türk bir okuyucu iseniz, Sait Faik'i ıskalamamanızı, tam aksine hayatınıza entegre etmenizi öneririm. Bir noktadan sonra fonda martı sesleri, dalga sesleri falan geliyor çünkü hikayeleri okurken. Hiç ayrılmıyor denizin kenarından, üzerinden, içinden... Kitabın bendeki nefis baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, 112 sayfa ve 12 TL.

Çıplak Deniz Çıplak Ada | Yaşar Kemal

Ve bu serinin de sonuna gelmiş bulunuyorum. Bu yaşa kadar Yaşar Kemal gibi büyük bir ozanı okumamış olmak da benim ayıbım olsun. Bir Ada Hikayesi 4 kitaptan oluşuyor, 1998 yılında başlayıp 2012 yılında bitirilmiş bir seri. Özellikle 3. kitaptan sonra verilen yaklaşık 10 senelik ara yüzünden takip edenler epey beklemiş. Ben bu yıl, gayet keyifli şekilde aralar vererek okudum ve içinden deniz geçen bu serinin duruluğuna çarpıldım. Seride sırasıyla Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Karıncanın Su İçtiği, Tanyeri Horozları ve son olarak da Çıplak Deniz Çıplak Ada kitapları mevcut. Kitaplar, cumhuriyetin ilk yıllarındaki mübadele döneminde Ege'de bir adaya taşınan insanların hikayelerini anlatıyor. Ütopik bir dünya, herkes iyi insan, herkes bilge adeta, düşmanlık yok herkes dost. Keşke tüm dünya böyle olsa diye düşünmeden edemiyorsunuz okurken. Kitaptaki tasvirlerse ütopik dünyadan birden masal dünyasına götürüyor. Pişen yemekler, edilen sohbetler, çiçek kokuları, denizin dalgaları... Yalnızca okumuyor yaşatıyor adeta. İlk 3 kitaptaki karakterlerin birçoğunun hikayesi tatlıya bağlandı, büyük aşklar evlilikle sonuçlandı ve masal dünyası masallığını bir kez daha gösterdi. Biliyorsunuz, böyle mutlu sonlar sadece masallarda olur zira. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 272 sayfa ve 30 TL. Evet, İnce Memed serisi için ne bekliyoruz?!