Konstantiniyye Oteli | Zülfü Livaneli

Livaneli kitapları okurken hissettiğim o ruh doygunluğunu hiçbir kitaba değişmem. Kalitesiyle verdiği hazzın tarifini ancak onu okuyanlar anlayabilir ve ben Livaneli kitabı okurken kendi gözümde daha kıymetli oluyorum. Konstantiniyye Otelini okumaya başlamadan önce okuduğum son Livaneli kitabı Gölgeler'di ve orada bu kitaba epey atıfta bulunmuştu Livaneli. Açıkçası Gölgeler'den sonra Livaneli okumaya bir parça ara vermiştim çok içime sinmediği için. Ama keşke daha önce okusaydım diyorum şu an. Çünkü Livaneli tüm tuşlara basarak bölüm geçmeye çalışmış gibi yıllarca heybesine doldurduğu tüm anekdotları yazmış kitaba. Roma döneminden Bizans'a, Osmanlı'dan yazarlara, tarihi eserlerden şehir efsanelerine binbir türlü bilgi var kitapta. Öyle ki yer yer arama yaparak kitaba ara vermek durumunda kaldım. Kitap Zehra isimli karakterin bir davette bayılması ile başlıyor ve neticede aynı akşamın sonunda nihayete eriyor. Fakat arada anlatılan envaiçeşit hikaye ve karakter var. Bu kadar hikaye ve karakterin birbirlerinden kopmadan derli toplu ilerliyor bunun için bile önünde saygıyla eğilirim. Doğan Kitap tarafından basılan eser 480 sayfa ve 34 TL. Okumayı unutmayın.

Kitlelerin Afyonu (mudur)?

Futbol...
Aslında Galatasaray...
Kenan Doğulu'nun dediği gibi "birdenbire hayatımın tümü oldu". 8-9 yaşlarında bilinçli olarak futbol izlemeye ve Galatasaray taraftarı olmaya başladım bir iddia sonucunda (ne kadar da sözünün eri bi kız). O gün bugündür hazırlık maçları dahil 22-23 senedir bilinçli olarak Galatasaray izliyorum. Bu akşam bir şey fark ettim ve bunu yazmak istedim acaba sadece ben mi böyle düşünüyorum yoksa başka birilerini de bu noktada yakalayabilir miyim diye... Öyleyse başlayalım.

Günlerden Galatasaray #13

Futbol konuşmanın anlamsız olduğu günlerdeyiz aslında. Buraya ne yazsam boş... Fernando dönmüş, Yuto iyileşmiş, çoluk çocuk sahaya iniyor kağıt üstünde işler yoluna giriyor gibi. Galatasaray kendisine verilen haksız cezalara, yaşadığı sakatlıklara ve tüm eksiklerine rağmen sadece ve SADECE futbol oynamak istiyor. Fakat insanlar engeller koyuyor önüne Galatasaray'ın. Bir şekilde öne geçtiği maçta şapkadan bir penaltı çıkarılıyor ve maç berabere bitiyor. Hem de tamamen uydurma bir pozisyonla, tereddüt bile edilmeden, kendi getirdikleri teknolojiyi bile kullanmadan... Bunun adı haksızlık ve ben haksızlığa tahammül edemiyorum. Bunlar değişmeyecek, göstere göstere devam edecek böyle davranmaya. Biz de sevgi kelebekleri gibi buralarda çabalamaya devam edeceğiz. Yazık! Verilen emeğe yazık! Harcadığımız zamana, paraya, döktüğümüz gözyaşlarına, hırslandığımız anlara yazık! Galatasaray 1-1 Konyaspor. Alın şampiyonluğu başakşehirinize monte edin. Hayırlı olsun.

Sevginin Son Dileği | Debbie Macomber

Bu tür kitaplar benim için guilty pleasure kategorisinde aslında. Okumamam gerektiğinin farkındayım, daha güzel kitaplar okuyabileceğimi, bana kendimi daha kaliteli hissettirecek kitapların elimde olduğunu biliyorum fakat kendime engel olamıyorum. Daha önce birden fazla kitabını okumuştum Macomber'in ve kitap fuarında güzel indirimini görünce dayanamadım. Kitapta eşi kanserden ölen Michael'ın eşinin ölümünün birinci yılında hayata devam etmeye başlayışının hikayesi anlatılıyor. Sevdiğini kaybetme, hayata yeniden tutunma ve mektup işin içine girdiğinden Not: Seni Seviyorum filmini anımsadım sıklıkla. Fakat filmi izlerken olduğu gibi böğürerek ağlama masada değildi tabii ki. Ucuz bir romantik komedi kitabıydı özetle. Martı Yayınları tarafından basılan kitap 464 sayfa ve fiyatı 27,50 TL. Bu türle ilginiz yoksa yaklaşmayın bile.

O Muydu? | Stefan Zweig

Araya kıramayacağım kitaplar girince, biraz ara vermiştim Zweig kitaplarına (neredeyse 1 ay). Dün sabah başladığım kitabı öğle saatlerinde (bitmesin diye gözümün önünde tutmamış olmama rağmen) bitiverdi. Kitapta Limpley isimli bir karakterimiz var. Bu karakter epey coşkulu biri Kitabın kapağında da gördüğünüz gibi mutluluğunu görgüsüzce ortalığa saçıyor hatta. Komşusunun ağzından dinliyoruz Limpley'in hikayesini. İngiltere'nin kırsalında geçen huzurlu bir hikaye olarak başlıyor ki Zweig'in psikolojik durumunu (intihar etmesi, yaşadığı dönemde bir dünya savaşı ile burun buruna gelmesi vs.) düşününce muhtemelen gençliğinde falan yazdı, bu kadar optimist şen şakrak bir kitap yazmış olamaz demiştim. Her zamanki gibi erken karar vermişim. Evet, mutsuz hatta fecaat ile biten bir kitap olmuş. Fakat müthiş kurgusuyla ve yine yeniden nefis betimlemeleri ile o feci sona üzülemiyorsunuz bile. Sadece kitabın mükemmelliğinin tadı kalıyor damakta. Yattığı yer nur olsun, kitaplarının sonu gelince ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Bir de not; ben genelde Zweig kitaplarını İşbankası Yayınlarından alırım. Bu kitabı Can Yayınlarından almışım iyi ki de... Çünkü kapak tasarımı ve çevirisiyle çok başarılıydı. Sadece 56 sayfa olan bu kitap yine sadece 6 TL. O K U Y U N!

Aşk Köpekliktir | Ahmet Ümit

Ahmet Ümit 2004 yılında yazmış bu kitabı. Aşkın çeşitli hallerini anlattığı kısa kısa hikayeler var kitabın içinde. Kitaptaki hikayeler aşka dair olduğundan normalde epey duygulanmam lazım fakat olmadı. Yani öyle damar damar üstüne binmeli hikayeler yok. Kurgu olduğu aşikar olan ilk 8-9 hikayenin ardından kitaba adını veren Aşk Köpekliktir isimli uzun hikayeyi okuyoruz. Hikaye isimleri de "Aşk .....dır/dir" şeklinde düzenlenmiş hikayenin içeriğine göre. Ahmet Ümit polisiyeye yönelmiş ya, çok iyi etmiş. Satılsın diye yazılmış, piyasa işi diye tabir edeceğimiz bir kitap olmuş. Aşk hissedilebilecek en çarpıcı hislerden biri ama bu kitap çarpmıyor bir türlü. Peki aşk köpeklik midir? Son hikayede şunu söylemiş Ahmet Ümit "o derin düş kırıklığı. Sen onu deli gibi severken onun seni umursamaması... Ya da yasak savma kabilinden umursamıyormuş gibi görünmesi. Hani istemiyorum ama yan cebime koy durumu. Sen onun üzerine titrerken, onun bahanelerle senden uzak durması. Senin sevgi dolu ataklarına içtenlikle karşılık verecek yerde, sudan bahanelerle geçiştirmesi..." Arz ederim :) Kitabın bendeki baskısı Everest Yayınlarından, 344 sayfa ve 9,90 (cep boy). Polisiye iyidir ya, ona yönelelim...

Bıçkın ve Orta Halli | İbrahim Yıldırım

Bizim Büyük Çaresizliğimiz ile birlikte vermişti bu kitabı bana. Sıkılacağımı, sevmeyeceğimi bile bile vermiş. Sevmeyeceğimi bildiği halde bana neden 470 sayfa bu kitabı okuttu bilmiyorum. Umut işte... Kitapta Edip'in Müfit adında bir yorgancıyı öldürmekten ceza alması hususu işleniyor. Olayı Edip'in yakın arkadaşı olan Ömer'in ağzından dinliyoruz. Ömer bu cinayeti çözmeye kendini o kadar adamış ki, cinayetle ilgili notlarını akıl hastanesinde bir araya getiriyor. Hikayeyi birinci ağızdan dinlemek keyifli fakat araya ikinci, üçüncü anlatıcılar girince benim gözümde ve algımda olay dağılmaya başlıyor. Takip edilecek birden fazla hikaye, kendi içinde çeşitlenen birden fazla karakter olunca (ve bu karakterlerin de karakter bozukluğu işe girince) kitap bana en az bu yazı kadar dağınık geliyor. Kendi içinde bir "cinayet romanı" olarak tanımlanmış olsa da benim daha önce okuduğum cinayet romanlarında hissettiğim heyecan-gerginlik karışımı duygunun onda birini bile veremedi bana. 470 sayfayı okudum ama artık işkence çekerek... Kitabı okumam için bana veren arkadaşım 15 yıl önce okuduğunu ve sevdiğini söylemişti. Bugün okusa belki o da hoşlanmaz (fonda Mazhar Alanson Benim Hala Umudum Var şarkısını söylüyor) bu yüzden ben de hoşlanmamış olmakta bir beis görmüyorum. Siz de sevmezsiniz muhtemelen. Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan kitap 473 sayfa ve 20 TL.

Günlerden Galatasaray #12

Hafta içi verilen ceza kararlarının akabinde en çok aklımdan geçen şey şuydu; Galatasaray, sezon içinde bir kere "dürtülme" yaşarsa, rahatı bir şekilde bozulursa geri dönüşü fena olur. Bu "dürtülme" 2018-2019 sezonu için Fenerbahçe maçının cezaları olacak belli ki. Çok kıymetli bir üç puan aldık Kayseri deplasmanından. Ama elbette üç puandan kıymetlisi takımın cezalara, sakatlıklara, tökezletilmeye çalışmasına rağmen tüm takımın karakter koymasıydı. Hocamın tribünde olması takımı ateşlemiş görünüyor. Başta Fegu ve Belhanda olmak üzere Serdar, Ozan, kafası paketlenmesine rağmen Nando ve 2 golüyle Henry dün akşam aslında hem kendilerine hem de herkese şu mesajı verdiler: maç sahada kazanılır ve topu üç direğin arasına sokarsan kimse bunu değiştiremez. Henry 2 kez, Ömer ise 1 kez bunu başardı, sayıldı mı? Evet! Değiştirebildiler mi? Hayır! Bu arada, dün akşam maçın son 10 dakikasını da gözlerim dolu dolu izledim. Celil, İsmail, Ozan ve Yunus'un aynı anda sahada olmasıydı. Bu çocuklar bizim geleceğimiz olacak inşallah ve Hocam da bunu birilerinin gözüne sokar gibi siz kesin, koparın biz yeşeririz dercesine Celil, Yunus ve İsmail'i oyuna aldı. Çok kıymetliydi gerçekten. Hocamın cezasının bir an evvel bitmesini, bu performansın Şampiyonlar Ligine de taşınmasını ve deplasman fobisi goygoyunun tez zamanda tükenmesini diliyorum. YÜRÜYEDURUUUUUNN!

The Champioooooonns! #4

Maçın başında yenen gol, takımın savrukluğu, sakatlık falan fıstık diye okumuşsunuzdur zaten iki üç gündür. Tekrara düşmeyeyim. Ben sadece yıldığımı yazmak istedim. Aslında maç yazısı falan yazmayıp sallayacaktım ama bloga girince tutamadım kendimi. Üzgünüm sadece. Takımın durumuna, kaçan gollere, kazanılamayan puanlara falan değil... Takımın kötü olduğunu kabullenemeyişime, eksikleri beklemeyi sabredemeyişime ve en pür sevgimin sahibinin vasıfsız insanların elinde hiç oluşuna üzülüyorum. Lokomotif kötü diye muhtemelen UEFA'ya gideceğiz. Ekonomik olarak para akışı devam edecek bu mühim. Ama tüm kalbimle istediğim asıl şey bu takımın güven tazelemek için kazanmaya başlaması. Yürümeyin artık KOŞADURUN NOLUR!

Günlerden Galatasaray #11

Galatasaray 2 - 2 Fenerbahçe. (Donk, Linnes)
Çok şükür bir maça daha hakem damgasını vurdu. Kimi şampiyon yapacaksanız yapın da yormayın bizi.


Bizim Büyük Çaresizliğimiz | Barış Bıçakçı

Kitabı, "mutlaka okumalısın, benim sevdiğim kitaplardandır" diye elime tutuştururken gergindim. Benim çok sevdiğim Düğün Dernek serisine yer yer güldüğünü ama Selçuk-Murat-Ahmet üçlüsünden çok daha iyisini beklediğin için sevdiğini söyleyemeyeceğini anlatırken içimde kabaran ince siniri hatırlıyorum. Birine verdiğiniz kıymet ne kadar büyükse, o kişiyle aynı şeyleri yemeyi, aynı şeyleri sevmeyi, aynı şeyleri okuyup, dinlemeyi de o kadar çok istiyorsunuz. En azından benim bünyemde durum böyle çalışıyor. İşte kitabı elime ilk aldığım anda bu yüzden gerilmiştim, ya onun kadar sevemezsem, ya onun kadar benimseyemezsem bu kitabı diye... Çok daha fazlası oldu! Kitaptaki Ender&Çetin ikilisini okurken bizi yakaladığım o kadar çok an vardı ki... Ona bunu söylediğimde ise kitapta dikkatimi en çok çeken ve en güzel tebessüm ettiren sözlerden biriyle cevap verdi bana. Evet, Neşet Ertaş haklı "kalpten kalbe bir yol vardır, görünmez." Ve ben ilk kez bir kitapta anlatılan aşktan fazlasını, ayrı iki vücuttaki tek kalbin paylaşıldığı o dostluğu sevdim. Barış Bıçakçı, başta Ender&Çetin dostluğu sonra da müthiş Ankara tasvirlerin ve kelimeleri lokomotife bağlı vagonlar gibi birbirine bağlayarak önümden akıtıp geçirdiğin için dilerim cennete gidersin. Kitap İletişim Yayınlarından çıkma, 167 sayfa ve 24 TL. Bu kitabı okumazsanız hayatınızda bir şeyler eksik kalır.

ps: Yazıdaki gizli özne, bir gün bu yazıyı benim dürtmemle yahut kendi kendine keşfederek okursan çaktırma. Ne de olsa biz konuşmadan da anlaşan Ender ve Çetin'iz (Çetin benim evet ve bu çok net!).