Günlerden Galatasaray #29

Başakşehir deplasmanına çıktık dün akşam. Yere göğe koyulmayan, şampiyonluğuna kesin gözüyle bakılan, güya halkın takımı, müthiş Başakşehir bu muymuş? İkinci yarının başında 10 dakika derli toplu oynadılar onda da golü buldular sonra yine seriş... Herhalde beraberliğe fit olmuşlardı. Benimkiler dün akşam oynadıkları oyunu son dört maçta sahaya yansıtabilseler iddia ediyorum şu an liderdik. Ne hakem engellemesi ne başka bi şey. Emre'nin golüyle 1-1 berabere bitti ya maç, bu maçı hasbelkader kazansaydık, haftaya da Trabzon'u yenebilseydik lüzumsuz yere gaza gelip şampiyonluk şarkıları söyleyecektik. Gerçi dün Trabzon'un puan kaybetmesiyle, ya acaba mı diye bi beklentiye girmedik değil ama işte boşuna heyecan yapmayalım diye yaradan maçın hakkı beraberlik dedi. Maçın güzel yanı oynadığımız istekli oyundu evet ama daha güzel yanı ise Emin'in oynadığı sürede gösterdiği performanstı. Dilerim adını yıllarca konuşacağımız nefis bir stoper yetişiyordur da biz de buna tanıklık ediyoruzdur. Yürüyedurun!

Kızıl Nehirler | Jean Christophe Grange

Yıllardan beridir en yakın dostum Grange okur ve çok sever. Ben de polisiyeyi çok severim ama Grange ile yollarım yıllardır hiç kesişmemişti Kızıl Nehirler'e kadar. Kızıl Nehirler'den yıllar evvel Siyah Kan'ı okumuş, çok da çarpılmamıştım. Şimdi yalan yok. Kitabın arkasını okurken diyordu ki kalbi olanlar ve ocakta yemeği olanlar bu kitaba başlamasın. Allahın aşkına diye düşünüp gülmüştüm. Bi de Grange gözümde çok özel bi yerde ya, bu ne üçüncü sınıf romanlar gibi dedim. AZ BİLE SÖYLEMİŞ! Gözümü kırpmadan okudum, iki akşam üst üste servisten ineceğim yeri kaçırıyordum işten dönerken. İnanılmaz sürükleyiciydi. Tam olayı çözdüm diye ortalığa dökülüyorum, iş başka bir yerden patlıyor. Tamam diyorum katil şu, hop birden bakış açısı değişiyor kitapta. Gerilim kitabı olmanın hakkını sonuna kadar veriyor. Ana olayla bağlantılı üç cinayet işleniyor Fransa'nın uzak köşelerinde. Cinayetlerin hepsi birbiriyle bağlantılı ve hepsinde aynı cinayet şekli, aleti mevcut. Merkezden getirtilen tecrübeli polis Niemans ve çaylak polis Karim'in katili arayışlarını okuyoruz kitap boyunca. Benim gibi ıskalayanlardansanız, ıskalamayın. Kitabın bendeki baskısı Doğan Kitap'tan, 328 sayfa ve 43 TL. İndirim kovalayın, alın.

Momo | Michael Ende

Ben bu kitabı okurken muhtemelen distopik bir dünya olmasından sebep
1984'e, Fahrenheit 451 havası aldım. Kitaba adını veren Momo, küçük bir kız çocuğu. Çevresindekileri dinlemesiyle ve bu dinlemelerinin insanlara iyi gelmesiyle meşhur. Şehrin dışındaki antik tiyatroda yaşıyor. Kitaptaki kötü adamlar olan zaman hırsızlarına bir şekilde çevrim içi oluyor Momo ve aralarında bir savaş başlıyor. Hala okumamış olanlar ve okumayı düşünenler varsa daha çok uzatmayayım özet mevzusunu. Sadece 1984 ve Fahrenheit'a nereden benzettiğimi, işin distopikliğini anlatmak için bahsetmek istedim. Sanırım bu tarz kitapları okudukça fantastik evrene yaklaşıyorum inceden. Büyükler için masal yazıyordu arka kapağında. Momo tam da böyle bir kitap. İçindeki illüstrasyonlardan anlatım diline kadar her ayrıntı masal türüne göz kırpıyor. Sadece uzun bir masal diyebiliriz işte. Fakat zamanımızı bazen ne kadar boşa harcadığımıza yahut zaman ayırmamız gereken şeylere ince ince göndermeler yapıyor ve "masalların" hayal dünyasından da bu yönüyle ayrılıyor. Kitabın bendeki baskısı Pegasus Yayınlarından, 304 sayfa ve 30 TL.

Günlerden Galatasaray #28

Sanırım bu maçı Galatasaray için 2019 - 2020 sezonunun finali olarak yazabiliriz artık. Üst üste 3 maçta kaybettiğimiz (Beşiktaş - Rize - Gaziantep) 7 puan neticesinde nefis başladığımız ikinci yarıda elimize aldığımız tüm ipler ayağımıza dolandı. Şimdi biz şahane oynamadık kabul. Kaldı ki bu takım zaten bizim B takımımız çoğunlukla. Türkiye Kupası maçlarının takımı falan... Fakat şu maçı sahada, kenarda, içeride kontrol eden ona yakın hakem var değil mi? Peki bu hakemler Gaziantep'in attığı 2. golde kale önünde bulunan ve geriden gelen şuta da hareketlenen elemanın aktif bölgede ofsayta düştüğünü nasıl görmüyor? Aynı pozisyon yüzünden Başakşehir'in iki gün önce yediği gol iptal edilmiş mesela. Sadece koyulduğu gün duyulan bir daha da kimsenin görmediği bir kuyruklu yıldız kuralı olan kalecinin elinde top tutma süresine ilişkin kuralı bugüne kadar gören kaç kişi var? Kural uygulanacaksa herkese uygulanmalı mesela değil mi? Ama bu da elbette sadece ve tek başına Galatasaray'a uygulandı. Pozisyon rakip lehine gole çevrilir çevrilmez de maç bitirildi, santra bile olmadı falan... Enteresan işler. Herhalde geçen seneki şampiyonluğumuz birilerini kötü etkilemiş olacak ki her türlü talimatla takımın üstünden geçiyorlar. Bu sezon şampiyonluk gitti artık en pollyanna olan ben bile farkındayım. Peki ya kaybettiklerimiz? Fernando? Florin? Luyindama? Marcao? Bunların hesabını kim verecek? Kalan 6 maçta sakatlıksız bir periyot dilerim. Bir şekilde kendimizi Avrupa arenasına da atarsak, ben fitim bu sezona. Allah yardımcımız olsun bu yönetimlerle.

Çocukluk | Lev Nikolay Tolstoy

Kitabı almaya niyetlendiğimde arka kapağında Tolstoy'a dair yarı otobiyografik bir eser olduğu yazıyordu. Sırf nasıl bir çocukluk geçirmiştir acaba diye merak edip aldım üç kitabı da. Çocukluk, bir üçlemenin ilk halkası. Bundan sonra İlk Gençlik ve Gençlik kitapları var. Nikola'nın ailesini tanıyoruz kitapta... İlk aşkını, babasını, annesini, kardeşlerini, büyükannesini, kuzenlerini, arkadaşlarını tanıyoruz. Kitap adının hakkını veriyor. Bilirsiniz, çocukluk demek masumiyet demektir ya, kitabın genelinde de o masumiyet havası hakim. Nikola'nın oynadığı oyunlar, utangaç olduğu anlar, ilk aşkını tarif edişi... Kitapta beni en çok etkileyen şey dilinin akıcılığı ve basitliği oldu. Dünya klasiklerinin dili biraz ağırdır bilirsiniz. Bu kitap, umuyorum serinin kalanı da öyledir, yalınlığı ile diğerlerinden epey ayrı. Zaten Hasan Ali Yücel serisinin genel özelliği bu. Hangi dilde yazılmış olursa yazılsın illa ki sade. Kitabın bendeki baskısı Türkiye İş Bankası Yayınlarından, 172 sayfa ve 13 TL.

Günlerden Galatasaray #27

Ben şehir dışında olduğumdan bu maçı izleyemedim. İyi ki de izlememişim dedim. Çünkü hem Nando'yu hem de Florin'i yaşadıkları sakatlıkları görmüş olsaydım bir daha futbolun f'sini düşünemezdim, izlemeyi, taraf olmayı falan bırakalım... Maçın, şampiyonluğun bir önemi yok elbette şu noktada ama Rize karşısında da 2-0 mağlup olduk yazık ki. Olabilecek en kötü senaryoyu yaşadık ve bitti. Önümüzdeki maçlara bakalım. Yürüyedurun!

Aslında Hayal | Kürşat Başar

Kitabı cuma günü elime aldığımda hafta sonu deniz kıyısında da okurum diye düşünmüştüm. Fakat cuma günü kitabın dörtte üçünü okuyup, dün de bitirdim. Anı türündeki kitapları genel olarak seviyorum zaten. Kitapta Kürşat Başar'ın çocukluğundan günümüze kadar yaşadıklarından seçmeler var. Anılarının içine de yazdığı kitaplardan notlar düşmüş. Kitapların güzel reklamı yapılmış. Öyle ki Yaz kitabını almayı düşünüyorum ilk kitap alışverişimde. Kitabın kapağında Kürşat Başar'ın nefis bir fotoğrafı mevcut. Gördüğüm an gülümsemiştim kitapçıda kitabı gördüğümde. Arkasını bile okumadan alıp kasaya yürümüştüm. Bazı kitaplar böyle sadece gülümsettiği için bile iyi ki varlar! Anı türüyle ilgili olumsuz bir fikriniz yoksa mutlaka bir şans verin. Hayattaki bazı tesadüflerin insanları nerelere götürdüğüne ve aslında en iyi hikayelerin yaradan tarafından yazıldığını görünce şaşıracaksınız. Kitabın bendeki baskısı Everest Yayınlarından, 270 sayfa ve 23 TL.

Tanyeri Horozları | Yaşar Kemal

Bir Ada Hikayesi serisinin üçüncü kitabı Tanyeri Horozları. Okuyanlar bilir, daha önce Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana ve Karıncanın Su İçtiği kitaplarını okumuştum. Hikaye örgüsü içinde en çok beğendiğim kitap bu oldu. Poyraz'ın bir adaya yerleşip adayı yavaş yavaş geliştirip insanların adaya taşınmasını da sağlayarak kendisine yeni bir dünya kurmasının hikayesi aslında seri. Tanyeri Horozlarında da diğer kitaplarda olduğu gibi ada nüfusu arttı hatta limitine ulaştı diyebiliriz. Poyraz'ın peşindekiler, elleri boş döndü. Musa Kazım'ın Girit'e dönüşü imkansıza doğru ilerledi. Sanırım son kitapta artık Karınca Adası bir düğün görecek. En azından mutlu son bekleyen benim arzum bu yönde. Kitaptaki en çarpıcı yön anlatımdaki çabasızlık. Günlük okur gibiyim kitabı okurken. Kahvaltılar yapılıyor, zeytin toplanıyor, balık tutuluyor, şenlikli sofralar kuruluyor, vedalaşılıp yatılıyor falan...Gündelik olaylardan dört kitaplık, aşağı yukarı bin sayfalık bir seri yazmış Yaşar Kemal ve okutuyor da. Çarpıcı tarafı da tam olarak bu işte. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 432 sayfa ve 40 TL.

Kırmızı Pazartesi | Gabriel Garcia Marquez

Açıkçası
Yüzyıllık Yalnızlık kitabını okuduktan sonra Marquez'e karşı temkinli yaklaştım hep. Birazcık içim ısınsa sırf şu şahane kapakları yüzünden seri yapacağım kitaplarını. Kırmızı Pazartesi ile bu sabit fikrim kırıldı diyebiliriz. Yüzyıllık Yalnızlık'ı okurken kaybolmuştum. Kırmızı Pazartesi'de ise kalbim çarparak okudum. Kitap bir sahil kasabasında geçiyor. Ana tema işlenen bir cinayet üzerine kurulu. Bekaretin önemi, insanın hangi durumlarda katil olacağı, bir toplumun nasıl uyuşmuş şekilde işleneceği belli olan cinayeti engelleyemediği, davranış biçimlerini ortaya koyuyor ve aslında yüzlerce yıl öncesini anlatan bir hikayeyle günümüzün ne kadar bağlantılı olabileceğine dair de güzel bir yorum ortaya koyuyor. İnsanlar aynı çünkü. Sadece tarih değişiyor, dekor değişiyor... Hayat tatsız bir şekilde kendini tekrar edip duruyor. Bu kitap işte bende tam da bu hissiyatı uyandırdı ve sevdim. Bir kitabını daha deneyeyim, hadi bana Marquez kitabı önerin de rengarenk tamamlayayım seriyi... Kitabın bendeki nefis baskısı fotoğraftan da gördüğünüz üzere Can Yayınlarından, 106 sayfa ve 12 TL.

Casus | Paulo Coelho

Gerçek bir karakterden bir hikaye yazmış Coelho. Kendisini bugünlerde twitterda attığı Türkçe twitlerle tekrar görüyoruz tuhaf şekilde. Buna değinmeden geçemedim. Mata Hari karakteri 20. yüzyılın başında yaşamış ve casuslukla suçlanmış bir dansçı. Kendini içine düştüğü boğucu hayatlardan hep dansla kurtarmış bir kadın. Düştüğü son kötü durum hariç maalesef. Dünya savaşının ortasında, düşman iki millet olan Almanya ve Fransa'nın arasında, boyun eğmeden yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Kitap avukatıyla olan yazışmaları içeriyor. Mata Hari'nin geçmişe doğru yaptığı kendi iç yolculuğunu okuyoruz kitap boyunca. Arka kapakta yanlış zamanda doğmuş özgür bir kadın diyor. Bu cümleyi okurken kendimi gördüm. Ben de hep yanlış iklimde, yanlış coğrafyada doğduğumu düşünmüşümdür. Hızlıca akan, heyecanlı ve keyifli bir kitap. Hafta sonunda bir buçuk günde bitti. Kitabın bendeki baskısı Can Yayınlarından, 152 sayfa ve 21,50 TL.