Damızlık Kızın Öyküsü | Margaret Atwood

Dizisini çarpılarak izlediğim Handmaid's Tale hikayesinin kitabı Damızlık Kızın Öyküsü. Atwood tarafından yaratılmış distopik bir çevrede geçiyor. Zamanın bir yerinde, nükleer bir patlama neticesinde bazı kadınlar doğurganlıklarını kaybediyorlar ve Cambridge çevresinde kurulan Gilead isimli bir tiranlık, doğurganlığını kaybetmemiş kadınlar ülkenin nüfus devamlılığını sağlayabilmeleri maksadıyla, ülkenin ileri gelen ailelerinin yanına veriliyor. Damızlık kız tabiri de işte buradan geliyor. Atwood'a bu bir feminist kitap mı diye sormuşlar (kitabın ön sözünde) o da feminizmden ne anladığınıza göre değişir demiş. Kadınlara yapılan cinsel bir şiddet var kitapta. Ataerkil düzenin kadınlar üzerine kurabileceği baskının belki de had safhasını görüyoruz. Aklımızın alabildiği en uç noktalardan birisi bu olsa gerek: Yalnızca kadınsınız diye size damızlık muamelesi yapılması... Bu yüzden evet, bence bir feminist kitap. Fakat ne olması gerektiğinden ziyade "bakın bu olabilir, olmasın" diye bağırıyor her sayfasında. Kadının bedeninin bir kuluçka makinesi olarak görülmemesini diliyor kendi penceresinden. Diziyle kıyaslamam gerekirse kitabın bittiği yerde dizi bitmedi, izlemeyenlere de okumayanlara da spoiler vermeden böyle diyeyim yalnızca. Elbette ana hikaye ortak fakat ayrıldığı noktalar da mevcut. Kitabın bendeki baskısı Doğan Kitap'tan, 384 sayfa ve 48 TL. Iskalamayın.

Adele | 30

19, 21 ve 25 Adele'in albümlerinin isimleri. 30 ise 4. ve son çıkan albümü. Diğer albümlerine göre caz esansının daha kuvvetli olduğu bir albüm. Son iki senedir listelerimde üst sıraları zorlayacak kadar caz dinlemeye başladığımdan olacak, benim en beğendiğim Adele albümü oldu. Someone Like You'nun yerini hiçbir şarkısı alamaz, o göz bebeğim. Fakat bu albümde salt Adele sesi duyuyoruz. Kimi şarkılarda yalnızca fonda bir piyano ve başka hiçbir enstrüman olmadan Adele'in sesi var. Sağlam gırtlak ister bunu başarmak, özellikle müzikal alt yapı cazdan oluşuyorsa... Albümde 12 şarkı var. Benim favorilerim albümün ayrıca çıkış şarkısı olan Easy On Me, elbette Woman Like Me ve To Be Loved oldu. Plasem ise bana siyah beyaz bir film izleme hissiyatı yaşatan All Night Parking. Açıkçası Adele boşanmasının acısını bizden, onu dinleyenlerden çıkaracak zannediyordum. Paramparça edecek, kalp kıracak şarkılar bekliyordum. Ters köşe oldum, şarkılar gayet keyifli. 12 şarkıda şunu bir daha dinlemem muhtemelen dediğim bir şarkı bile yok. Öyle ki dinlemeye başladığım günden beri de serviste gelip giderken, kitap okurken, dinlenirken sürekli kulağımda, hatta şu an bile... Huzurlu, aynı zamanda da güçlü bir albüm olmuş bana göre. Bakalım sevecek misiniz? 

İrade Terbiyesi | Jules Payot

Serdar Kuzuloğlu'nun podcast'ini dinlerken duymuştum ilk. Sonra da sanırım Özgür Mumcu ve Eray Özer'in podcast'inde geçti bu kitap. Hayır, kitap podcast'lere özel değil elbette. Okumaya karar verdiğimde ismi bile beni cezbetmeye yetmişti çünkü başka türde şeyler okumak, yeni pencereler açmak bu sıralar okuma serüvenimin en belirgin sebepleri arasında yer alıyor. Jules Payot bir pedagog ve bu kitabı neredeyse 200 sene önce yazmış. Fakat zamanın ötesinde bir kitap olduğu için bugün okuyan beni de içine çekebiliyor. Gel gelelim kitabı okuması gereken kişi ben değilmişim, okurken fark ettim. Bu kitabı üniversite öğrencileri okumalı. Çocuğu üniversiteye giden ebeveynler okumalı. Lise ve üniversitede öğretici görevdeki insanlar okumalı. Çünkü kitabın irade terbiyesi vermeyi hedeflediği kitle, 34 yaşında, hayatının bir bölümünü kurmuş ve ilerlemiş bir kadından ziyade, eğitiminin son bölümüne başlamış, lisenin disiplininden çıkıp "üniversiteli" kafasına girince ipinden kurtulmuş eşek gibi hayata atılmak için yanıp tutuşan gençlerden oluşuyor. Öyle ki hayatımın o döneminde bu kitabı okumuş olsaydım, ki disiplinli oluşuyla ünlü bir insan değilimdir, belki de daha farklı bir hayat yaşıyor olabilirmişim diye hissettirdi. Kitap 200 sene önce yazılmış dedim ya, bugüne bakınca yalnızca fonun değiştiğini çocukların hala aynı dertlerinin olduğunu, kitaptaki 1800'lü yıllardaki Parisli gençlerle 2020'li yıllarda Türkiye'de yaşayan gençlerin aynı yollardan geçtiğini görmek dünyanın aslında ne kadar basit olduğunu düşündürdü bana. Hayat kendini tekrar edip duruyor, biz de birer fare gibi o çemberin içinde dönüp duruyoruz. Kitabın bendeki baskısı Ediz Yayınevi'nden, 200 sayfa ve 25 TL. 

Tek Adam Cilt 1 | Şevket Süreyya Aydemir

Hayatımda yapmak isteyip bir türlü fırsatına erişemediğim bir çentiği daha atmanın büyük keyfi içerisindeyim. Tek Adam, Mustafa Kemal'in anlatıldığı 3 ciltlik bir eser. Serinin ilk cildi Mustafa Kemal'in doğumundan Samsun'a çıkışına geçen sürenin anlatıldığı tarih aralığından bahsediyor. Kitap 8 bölüm ve eklerin yer aldığı bir son kısımdan oluşuyor. Bu bölümlerin arasında annesinin ele alındığı ilk bölüm ile Enver Paşa ile olan çekişmelerinin anlatıldığı 4. bölüm beni en çok etkileyen bölümler oldu. En çok sinirlendiğim sayfalar ise Sarıkamış'ın anlatıldığı kısım ve itilaf devletlerinin İstanbul'a çıkarma yaptığı dönemin anlatıldığı kısımlardaydı. Göz göre göre ölüme yürünen Sarıkamış vakası sanıyorum tarihimizin gelmiş geçmiş en büyük cinayetidir. Yönetme hakkına sahip insanların kendi hırsları uğruna binlerce insanı ölüme götürmesi gaflet değildir de nedir acaba? Sonra İstanbul mevzusu... Bugün bazı haber kanalları son padişahin mağrur bir sürgünle ülkesinden uzaklaştırıldığı yönünde bazı haberler yapıyorlar ki bilmeyene tertemiz yuttururlar. İstanbul'u İngilizlere anahtar verecek kadar peşkeş çektiği sonra da can korkusuyla kaçıp gittiği anlatılmaz mesela... Neyse, yazdıkça yine yükselmeye başlıyorum. En iyisi siz de deneyin sonra tekrar konuşalım. Kitabın bendeki baskısı Remzi Kitabevi'nden, 392 sayfa ve 45 TL. Kitap okurken bile para pul konuşmaktan tiksiniyorum ama bizi buna mecbur bırakanlar bir gün utanır inşallah. Seriyi Amazon'da indirime girdiğinde sanıyorum 90 TL'ye almıştım. İndirim kovalayın ve mutlaka edinin. Tarihi doğru şekilde öğrenmenin tek yolu belgelerden okumaktır, unutmayın.

Hazan | Ayşe Kulin

Ayşe Kulin'in bir üst nesilden itibaren otobiyografisini yazdığı seriden benim elimde
Veda, Umut, Hayat ve Hüzün mevcut. Bunun dışında bir de orta yaş sonrasını anlattığı Hayal isimli kitabı varmış, okumamıştım, sepetime ekledim, ilk fırsatta edinip okuyacağım. Okuduğum kitapların linklerine tıklarsanız hepsini keyifle ve birçok kısmını da gözlerim dolu dolu okuduğumu göreceksiniz. Ayşe Kulin yalnızca ailesinin ve kendisinin hikayesini anlatmakla kalmıyor, kitapta geçen dönemin Türkiye'sine de şöyle bir mercek tutarak tarihe de güzel bir not düşüyor seride. Hazan ise, kendi tabiriyle söylüyorum, Ayşe Kulin otobiyografi serisinin son kitabı. Artık 80 yaşının eşiğinde olan yazar bir nevi okuyucusuna veda ediyor. Elbette Allah geçinden versin, kaldı ki Kulin'in göçmen olan ataları epey uzun da yaşıyorlarmış maşallah, ama kitapta o veda havası hiç dinmek bilmedi. Umuyorum kitabın bir yerinde şaka yollu çıtlattığı "kış" kitabını da yazabilmek kısmet olur. Serinin diğer kitapları gibi hikayeleştirilmiş bir şekilde değil de anıların kare kare dökülmesi şeklinde akıyor. Arşivinden okurları için çıkardığı fotoğraflar kadar Irvin Mandel tarafından kitabın içerisine serpiştirilmiş illüstrasyonlar da keyifliydi. Kitapla ilgili düşeceğim tek şerh, bu kitabı herkes sevmez. Meraklısı okur. Kulin severler okur. Ben okudum, keyifliydi. Kitabın bendeki baskısı Everest Yayınlarından, 350 sayfa ve 39 TL.

Mutlu Olma Sanatı | Arthur Schopenhauer

Kısa klasiklere arada bir göz gezdirmek hoşuma gidiyor. Hem sert kitapların akabinde bir dinlenme molası oluyor hem de kısacık olduğu için ekseri aynı gün içerisinde bitiyor. Schopenhauer'e göre hayattaki 45 kuralı icra ederseniz mutluluk sanatını icra etmiş olacaksınız. Kitapta kimisi üç satır kimisi üç sayfa olan 45 kural var. Mutluluk için sürekli vurgulanan şeyler; kendi kendine yetmenin gücü, vücudun sağlığı ve neşeli bir mizaç. Okumayanlar için spoiler vermeyeyim ama eudaemonia diye bir kavramdan bahsediliyor kitapta. Bu kavram insanı mutluluğa eriştiren hayatın bilgisi manasına geliyormuş. Yine spoiler vermeyeyim ama kitabın adı ne kadar Mutlu Olma Sanatı olsa da, aslında mutluluğun gerçek olamayacağını anlatıyor. Bir de kitapta en sevdiğim şey bazı Latince deyişlerin var olmasıydı. Özellikle şu cümlenin Latincesi de Türkçesi de çarpıcıydı: "Aklı başında kişi hoş olanın değil, acı vermeyenin peşindedir." Benim böyle bir huyum yok ama kitap altı çizen birisiyseniz ve okumaya da niyetlenirseniz, bu kitabı bol bol çizeceğinizden şüpheniz olmasın. Kitabın bendeki baskısı Can Yayınları'ndan, 53 sayfa ve 8,5 TL.

Kadının Adı Yok | Duygu Asena

Dört sene Ankara'da kusursuz bir çevrede, el bebek gül bebek çalışırken ailemin Konya'da yaşıyor olması nedeniyle tayin istedim. Tayinim gerçekleştikten birkaç ay sonraydı sanırım, bir işi sempatik kanalla halledivermiştim. Birlikte çalıştığım elemanlardan birisi dişlerinin arasından "çifte standart" demişti işi halletmeme. Hayatımda hiçbir cümleden, deli gibi sevdiğim adamın sırf ondan daha kolay vazgeçeyim diye söylediğine emin olduğum (çünkü olayın üzerinden birkaç yıl geçti ve aynı adam her gün tam aksini söylüyor) "seni sevmiyorum" cümlesinden bile bu kadar tiksinmemiştim. Daha geriye sarıyorum, çocuk aklımla oğlanlarla misket, kızlarla bebek oynar ve aynı şeyleri grup olarak oynayamadığımız için ifrit olurdum. Büyüyünce buna toplumsal cinsiyet kalıpları adının verildiğini ve feminizmin de önce bunu bitirmek için uğraştığını okudum, dinledim, öğrendim. Çünkü toplumsal cinsiyetin sonu gelirse o hep kovaladığımız eşitliğin, çocuk aklımla aramıza sokulan ayrılığın sonunun geleceğini düşündüm her zaman. Duygu Asena'nın bu şahane kitabı işte tam da bu düşüncemin tezahürü gibi. Ailesinin dışarıdaki dünyadan soyutlamaya çabaladığı bir kız çocuğu, büyüdükçe kendisini ispat etmeye çalışan bir kadına dönüşüyor. O kadın kendisini geliştirip başardıkça, erkeklerin ve hatta diğer kadınların kafasında hep aynı cümle; "acaba kimin torpillisi?". 

Kitabın adı da tam bu minvalde belirlenmiş. Kadının Adı Yok yıllardır okumak için tutuştuğum fakat her şeyin bir vakti var cümlesinin gerçekliğini kavradığım bir eser. Belki 3-5 sene önceki Serap, bu kadar çarpılmazdı. Elimde olsa, Mustafa Kemal'in Nutuk'unu herkese okutmak istediğim gibi bu kitabı da yalnız kadınlara değil herkese okutmak isterdim. Kadınlara çaresiz değilsiniz, çare sizsiniz diyebilmek; erkeklere ise kadınların sahibi değil en çok yol arkadaşı olduğunuzun farkına varın artık diyebilmek için, toplumsal yargı kalıplarını yıkabilmek için, eşitlik için, birken bile birey olabilmek için! Kitabın bendeki baskısı Doğan Kitap'tan, 198 sayfa ve 38 TL. Okumak için bir gün bile beklememenizi dilerim.

Cerrah | Tess Gerritsen

Gerritsen adını sıklıkla duymaya başlamıştım. Bir serisi olduğunu ve bu serinin başlangıç kitabının da Cerrah olduğunu da biliyordum. Diğer kitaplarını da merakla bekliyorum. Geçtiğimiz haftalarda gittiğim kitap fuarında Doğan Kitap'taki güzel indirimi görünce hemen yapıştım tabii. Başladıktan sonra da cayır cayır aktı kitap. Zaten polisiyenin en sevdiğim tarafı bu. Kitap isterse 4565412 sayfa olsun bir nefeste bitirmeyi kabul et, bir nefeste bitirirsin. Arada bir serpiştirince böyle akıp giden kitap iyi oluyor. Neyse kitaba döneyim, goygoyu hep yaparız. Bir katilimiz var kitapta. Kadınların önce rahmini alıyor sonra da onları öldürüyor. Kitapta bile kadına şiddet, evet. Okurken gerilmeden çevirdiğim tek bir sayfa bile olmadı. Yazarın doktorluktan geldiğini okumuştum bir yerlerde. Tıbbi terimler, kitabın altında açıklamalarına kadar var, kitaptaki gerilimi sürekli yüksek tutuyor. Bazı sayfalarda, bu tarz kitaplarda ekseri sonlara doğru görülen, heyecan ve adrenalinin artması dolayısıyla da uçarcasına okuma arzusu bünyeyi ele geçiriyor. Katilin kim olduğunu tahmin etme mevzusu polisiye okurken genelde vardır ya, işte bu kitabı okurken olmayacak. Bu yüzden hala okumadıysanız ve niyetlenirseniz tavsiyem katil kim sorusuna cevap aramak yerine kitabın keyfine varmanız olur. Kitabın bendeki baskısı Doğan Kitap'tan, 376 sayfa ve 47 TL. Polisiye gerilim seviyorsanız ıskalamayın.