Dünyayla Benim Aramda | 2022

Disney Plus Türkiye'ye gelecek dediklerinde ekrandan çok sevdiğim birkaç isim geçmişti; Halit Ergenç, Timuçin Esen ve Metin Akdülger bu isimlerde ilk üç sırayı almıştı açık ara. İlk izleme şansına nail olduğum isim ise Dünyayla Benim Aramda isimli bir dizi çeken Metin Akdülger oldu. Metin'in hatrına izlemeye başladım dizi ve geride bıraktığımız hafta yayınlanan bölümle "galiba" final de yaptı. Hadi konuşalım. Spoiler olabilir de olmayabilir de, uyarımla başlayayım.

El Tiempo Que Te Doy | Seni Unutma Zamanı | 2021

Geçen hafta akşamlarından bir tanesinde ne izlesem diye Netflix'te geziyorum. Önerilen diziler arasında bir mini dizi dikkatimi çekti. İspanyol yapımıydı, İtalyancaya yakın olduğu için severim İspanyolcayı da. Dedim ne kaybederim ki? Açtım izlemeye başladım. Kalbimi dağladığı için kısacık diziyi parça parça izlemek zorunda kaldım. Tek seferde bitiremedim. Dün gece itibariyle bitti. Bu saatlere ancak toparlanıp yazmaya hazır hissettim ve işte buradayım :) biraz konuşacağım artık. Yazının devamı spoiler içerebilir, uyarmış olayım.

Günlerden Galatasaray #11

Takım maça iyi başlayamayınca inceden bir korku iklimi oluştu bende. Geçen haftanın küslüğü devam ediyor diye. Sonradan açıldılar, öyle açıldılar ki biraz beceriyle farka gidilebilirdi. Yani gol beklentisinin bu kadar yüksek olmasına, 54684312478 tane gol pozisyonuna girilmesine, Nando hariç her topçunun gol atma ihtimalinin doğmasına rağmen şu maç 2-0 bitti ya, şaşkınlıkla seyrettim. Karagümrük son 3 maçında toplam 10 gol atmış, kırmızıyla bir saat 10 kişi oynamasalar belki yine atacaklar, belki yine dönecek maç ve benimkiler belki yine puan kaybedecekler. Gel gelelim bu kez kazanıldı. Bu noktada kazanmak geçen haftaki maçtan kalma hayal kırıklığının yaşattığı ölü toprağını üzerinden atması için önemliydi. Fakat ben hala takımın tatmin edici bir oyun sergilediğini düşünmüyorum. Gerçekten bayılarak izlediğim Dries ile Mata değişikliğine fitim mesela bir dahaki maça. Kerem ile Barış'ın değişikliği de denenebilir. Milot, sağ açıkta çok güzel oldu ki Yunus'u tertemiz kesti mesela. Belki Barış da on bir başlarsa Kerem'de aynı etkiyi doğurur. Kerem'i ve özellikle Yunus'u çok severim. Ama en çok sevdiğimiz Galatasaray ise onun başarısı için bazı fedakarlıklar yapılacak. Kazandık diye hakem konuşmayacağım sandınız dimi? Tabii ki hayır! Yunus'un attığı golde ofsayt yok. Emin'in "güya" faulü sebebiyle iptal edilen ilk golde ise hem Emin hem de Victor gol attı 2 sayılması gerekirken hiç sayılmadı. İnce ince işlenmeye devam ediliyor. Maçın en güzel yanı ise şüphesiz giydiğimiz formaydı. Keşke beyaz bir formam olsaydı da yarın store'a gidip şu imzayı ve ensedeki 100. yıl anısını işletebilseydim...

Empedokles'in Dostları | Amin Maalouf

Çok enteresan bambaşka bir yazar okuyor gibiydim.
Semerkant, Doğu'nun Limanları ve Uzaktan Aşk kitaplarından sonra şarktan sıyrılıp, geçmişten sıyrılıp, güvenli limanlarından sıyrılıp, Amerika ve batı merkezli, geleceğe dönük, distopik bir zamandan bahsediyor. Konfor alanının epey dışında bir işe imza attığı için kutlamak lazım aslında. Ki normalde distopik kitapları da Maalouf okumayı da seven bir okurumdur. Benim beklentim mi farklıydı nedir anlamadığım bir yavanlık vardı. Çarpılarak ve duygu yoğunluğu ile okuduğum Maalouf nerede bu kitap nerede... Sınavdı, çalışmaydı derken elimde uzun uzun kalınca, beni yormuş da olabilir diyeceğim ama yok cidden. Aslında konu itibariyle nefis bir fikir var; bir adada yaşayan Alec, radyosunun ve iletişim araçlarının çalışmamasıyla şaşırır ve yaşam olan en yakın adaya giderek nedenini araştırmaya başlar. Aslında bunun bir nükleer saldırı olduğunu düşünüyor olsa da, işler bir parça farklıdır... En özet haliyle bu şekilde anlatırım. Potansiyelli keyifli bir konu ama olmamış. Dağınık biraz evet, en iyi bu şekilde ifade ederim. Kitabın tek güzel tarafı baş kahramanımızın yaşadığı ada. İster istemez okurken gözümün önünde sahneler canlanıyordu okurken. Açıkçası havaların inceden soğumaya başladığı bugünlerde de tatlı hissettirdi. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 216 sayfa ve 42 TL.

Günlerden Galatasaray #10

Yani şu maçtan sonra bir de futbol konuşacak değilim. Galatasaray Dries ve Mauro ile 2-0 öne geçmesinin ardından Palabıyık soyadlı hakem sayesinde maç 2-2 bitti. Galatasaray'dan çarptığı 2 puanı tek tek kıvırıp baş köşesine koyabilir.
Koreografi için teşekkürü bir borç bilirim çocuklar. Üzülmeyin, biz haklıyız, biz kazanacağız.

Günlerden Galatasaray #9

Milli ara, bay geçmek, Adana maçın izleyememek falan derken bir ay Galatasaray'ı izleyememiştim. Bilgisayarın başına oturana kadar epey heyecanlıydım. Sonra maç başladı, yukarıda gördüğünüz dizilimi yaz sonundan, yani transferler açıklandıktan beri bekliyordum. Kerem'e kızgındım, hem Mata'nın hem Dries'in oynamasını istiyordum, Fred'i oynadığı süreçte beğenmiştim, yerli olarak da elbette önceliğim Yunus'tu, kalan iki kişinin de Abdülkerim ve Kazımcan olması gerekiyordu. Kağıt üzerinde benim rüya 11'imdi yani. Buradan anlıyoruz ki ben futboldan anlamıyormuşum. Şimdi geyiğe vuruyorum ama dün büyük bozuldum gerçekten. Şampiyonluk iddiası olan bir takım oynadığı her maçı çatır çatır kazanmak zorunda. Kazanamasa da kazanmak için çaba sarf etmek zo run da! İlk yarıda oynanan lakayt oyunu aşamıyorum. Aklıma geldikçe ifrit basıyor. Bak hakem falan konuşuldu dün akşam ve bence yediğimiz ilk golde Sacha'ya faul vardı, attığımız ilk golde de Alper'e "çarpan" top gol olarak sayılmadı, daha kötüsü izleme bile gereği duyulmadı, buna katılırım. Gel gör ki ne oynadık ki hakemden şikayet edeceğiz? Orayı bi' geçeceği yani. Bu maçın vah tühlük bir tarafı yok gözümde. Aksine tam derslik bir maç. Galatasaray ne değildir, ne olmamalıdır maçı. Sonuç olarak Alper'in tek golüne rağmen Kayseri'ye 2-1 yenildik dün akşam. Bi dahaki maça kadar sistemli ve sert bir çalışma, sıradaki maçta da galibiyet dilerim.

Bütün Şiirleri | Orhan Veli

Lise edebiyat derslerinden aklımda kalan nadir akımlardandır "Garip (birinci yeni)". Orhan Veli'nin de kitapta en iyi arkadaşlarım dediği Oktay Rıfat ve Melih Cevdet ile bu akımın temsilcileri olduğu mesela hala aklımda. Hala diyorum çünkü ben liseden 2004 yılında mezun oldum. 2004'te doğan veletler bugün oy kullanacak yaşa geldi. Ooo dinozor, alırım bi dal! Neyse buraya dalmamın sebebi alışıldık çerçevenin, o konfor alanının dışına çıkma çabasına çok büyük saygı duyuyorum. Şiirin kafiyeli dörtlü bir kalıbı vardır ya eline almış balyozu küüüt diye indirip dağıtmış ya dizeleri kafiyeleri, sonra da oturmuş deniz kenarına yakmış sigarasını keyfine bakmış gibi geldi okurken. Kitabın başında Garip akımını açıklarken bu durumu "otomatizm fikrine bağlanışın yersiz olduğu" şeklinde anlatıyor. Gel de saygı duyma şimdi bu isyan bayrağına! Not aldığım şiirleri; Dağ Başı, Davet, Giderayak, Ölüme Yakın ve elbette Ayrılış oldu. Güzel Havalar zaten Orhan Veli'nin imzası gibi, onu saymıyorum bile. Hepsinin içinde favorimse Giderayak. Çarpılarak okuduğumu itiraf etmeliyim. Kitabın bendeki baskısı Eksik Parça Yayınevinden, 256 sayfa, ben Migros'tan 12 TL'ye almıştım tatilde elimdeki kitap bitince, aynı yayınevini bulamadım şimdi fiyat araştırması yaparken, Doğan Kitap baskısı 19 TL görünüyor.

Auschwitz Kütüphanecisi | Antonio G. Iturbe

En son yazacağımı en baştan yazayım. İnsanlar olarak ne kadar güçlü hayal güçlerimiz olsa da, nasıl şahane kalemler olsak da, neler yazabilirsek yazalım, hala en sağlam hikayeler Tanrı'dan çıkıyor. Şu kitapta yazanlar kurgu da olsa gerçek kaynaklı olmasa, bir insanın zihninden peyda olsa, yok artık der ve fantastik/ütopik türe sokar geçeriz. Ama bu kitapta yazanlar gerçek, gerçekten yaşanmış, üzerinden geçen yaklaşık 80 yıla rağmen halen izleri görülebilecek kadar büyük bir vahşet içermiş. Kitapla ilgili kısa bir özet geçeyim; Nazi Almanya'sında Yahudilerin toplandığı bir kamp. Genç bir kız yasaklara rağmen eldeki kırık dökük birkaç kitaptan sorumlu oluyor ve bu görevi hayatının anlamı olarak görmeye başlıyor. Yemek sınırlı, yatacak yer problemi var, hijyen zaten hak getire, neredeyse içecek su bulamıyorlar ama o birkaç kitap, hayatına mana getiriyor Dita'nın. Kitabın bendeki baskısında 395. sayfada bir bölüm var bunula ilgili. Hayatın sürmeye devam edebilmesi için vücudun tek ihtiyacının yemek, içmek, barınmak olmadığı; kültüre de ihtiyaç duyulduğu ve bunun da insanı somon, zebra veya misk öküzünden ayırt etmeye yaradığından bahsediliyor. Kitabın birçok sayfası gibi bu bölümü de çarpılarak okudum. Ve elbette birçok sayfayı da gözlerim dolu dolu... Tüm kalbimle söyleyebilirim ki 
Auschwitz Kütüphanecisi, bu sene okuduğum en iyi kitaptı. Ki çok sevdiğim Livaneli'nin yeni kitabı olan Kaplanın Sırtında da bu sene tezgahından geçti, o şerhi de düşeyim. Kitabın bendeki baskısı Pegasus Yayınlarından, 408 sayfa ve 150 TL. İndirim falan kovalayıp alın ve okuyun. Bu kalbe dokunan hikayeden hiç kimse mahrum kalmasın dilerim.

Günlerden Galatasaray #8

Aslında bu yazı bir hafta önce yazılmalıydı. Fakat ben İstanbul'daydım, Galatasaray Adana'daydı, maçı izleyememiştim, öteleye öteleye bugüne geldim işte. Maçı izlemedim dedim ya, tüm kalbimle inanıyordum ki Adanademir'i yeneceğiz, liderliği perçinleyeceğiz, yola devam edeceğiz. Tek golle, tek farkla, Adana'ya da saygı duyarak, haddimizi de bilerek, bay geçeceğimiz haftaya rağmen liderliği cebe koyacağız. Olmadı. Adana maçı yarım saat 10 kişiyle oynadı, yine olmadı. Dries'ın gol atmasını deli gibi bekliyordum artık ben izlemezken atar kesin diye düşünüyordum içten içe, 8. maçı da hüsranla geçtik. Mauro'nun döneceği, Mata'nın asistler yapacağı, Dries, Yunus ve Kerem'in skor katkılarında bulunacağı Galatasaray'ı hasretle bekliyorum. Yürüyedurun!

Sahaf Mendel | Stefan Zweig

Yine kuş gibi bir kitapla karşınızdayım. Kendisi keyifli, okuması kolay, tek nefeste bitiyor, Zweig imzası taşıyor, görece ekonomik. E daha ne olsun? Size, bana, kitap seven herkese de okuması kalıyor. Kitapta üç uzun hikaye, yani üç novella mevcut. İlki kitaba ismini veren Sahaf Mendel'in hikayesi, sonunu benzetmesin, nefis bir insan kendisi. Okurken ben de böyle olurum inşallah dedim durdum, sonuna kadar elbette. Sonu bir parça üzdü. Bu hikayeyle ilgili önsözde bir de dipnot bulunuyor. Çevirmen der ki, Stefan Mendel karakterinde aslında kendisini yazmış ve otobiyografik bir hikayeymiş. Stefan'ın bir bibliyofil olmasına şaşırdık mı? Tabii ki hayır! Öyleyse tebessümle devam. İkinci hikaye Görülmeyen Koleksiyon. Bir sanat koleksiyoncusunun görme yetisini kaybetmesi üzerine bir hikaye. Kısacık fakat epey çarpıcıydı. Son hikaye ise Unutulmayacak Bir İnsan. Bu hikayenin özünde Şebnem Ferah'ın tabiriyle "iyi dostlar biriktirdim, hepsi ailem oldu" fikri mevcut. Eh, bu fikri kendi hayatında sıklıkla kullanan bir birey olarak bu hikayeye de çarpıldığımı söylememe gerek yok sanırım. Anton karakteri ile can bulan bu hikaye paylaşmanın kıymetini hepimize anlatmak için kaleme alınmış adeta. Yaşadığı dönemin karanlığının üzerine Stefan'ın hayatına son verdiğini de ekleyince bu karanlık dünyadan bu kadar ışıklı fikirler nasıl çıkmış, her seferinde yeniden şaşırıp hayranlık duyuyorum. Kitabın bendeki baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, 72 sayfa ve 18 TL. Iskalamayın bence.