Yılbaşında Televizyonda Ne Var?

Klişe dedin mi Serap Bahar, gelenek dedin mi Serap Bahar! Her sene olduğu gibi bu sene de uzaktan kumandanız olmaya geldim. Bugün televizyonda neler var? Akşam dümeni nereye kırsak daha çok eğleniriz? Bir Victoria's Secret defilemiz yok ama bakalım 31 Aralıkta hangi kanalda hangi program var haydi bi bakıp akşam için planı yapalım. Ben televizyondaki kanal sıralamasına göre gideceğim. İyi yıllar, iyi seyirler diliyorum şimdiden. 

2023'te Neler Oldu?

2023 yılı almanak yazısına hepimiz hoş geldik! Yıllık şahsi muhasebemi yaptığım ve bir yılbaşı klasiği olan bu yazıdan hepinizi sevgiyle selamlıyorum. Geçen gün ömürdendir diye güzel bir laf okumuştum. Hem her günün biricik ve kıymetli olduğunu anımsatıyor bu cümle bana hem de ömrün bir kum saati gibi ters çevrilip biz farkında bile olmadan akıp gittiğini. Biraz depresif, biraz gülücüklü, boşa gitmediğini temenni ettiğim bir yıl oldu 2023. Ana hatlarıyla biraz detaylandırmayalım mı?

Cumartesi | Ian McEwan

Ne yorucu kitaptı ama! McEwan'ın daha önce Çocuk Yasası ve Kefaret kitaplarını okumuş ve çok memnun kalmıştım. Fakat bu kitap... Sonlara doğru lütfen biraz açılmaya başlar gibi oldu, hooop yeniden sıkıcı moduna geçti. Kitap bir günde geçiyor. 15 Şubat 2003'te. Henry Perowne, Londra'da yaşayan bir doktor. Evli ve iki çocuk babası. Henry'nin başından bir günde geçen olayları okuyoruz kitapta. Bu arada İkiz Kulelere yapılan saldırı nedeniyle Amerika, Irak'a girmeyi planlıyor, tabii İngiltere de. Heathrow Havalimanına bir uçağın çarpmasıyla terörist bir atakla karşı karşıya kalmalarının vermiş olduğu yetkiye dayanarak Londra'da terör karşıtı yürüyüşler yapılmaya başlanıyor. Uçağın çarpmasına tesadüfen rastgelen Henry'nin başına trafikte bir tartışma sonucu bazı olaylar da geliyor fakat buradan sonrası biraz spoiler olacağı için teferruata girmiyorum. Aile bağları, ikili ilişkiler, yaşadığımız olaylara karşı alınan aksiyonların nelere mal olduğu üzerine yazılmış bir kitap Cumartesi. Tek günde geçtiği için uzun paragraflar, ortamın detaylı betimlemeleri derken, benim için, okuması epey güç bir kitap oldu. Kendimle ilgili şunu yakaladım; ben kitapta diyalog ne kadar azsa, okumakta o kadar zorlanıyorum. Neticede dün akşam itibariyle bitirdim ve yeni hikayeler için hazırım. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 270 sayfa ve indirimsiz fiyatı 72,60 TL. 

Günlerden Galatasaray #17

Fenerbahçe 0 - 0 Galatasaray
Uyumamak için oyun oynayarak izlediğim bir maç oldu. Katılımcılara teşekkür ederiz. İyi günler diliyorum. Cuma günü bunu tekrar yapalım gençler. Hedef 24, yürüyedurun!

The Crown | 2016-2023

Dönem dizilerine duyduğum hayranlık, özellikle Kraliçe Elizabeth'in ömrünün anlatıldığı bir iş olduğunda daha da ön plana çıkıyor. Zafiyet karşıtı ve güç meraklısı ruhum tabii ki 6 sezondaki her bölümü heyecan ve hayranlıkla izledi. Dizideki oyuncu seçimlerinin başarısı yüzünden hangi dönemin işlendiğini bile umursamadığım yerler oldu. Sırf castinge duyduğum saygı yüzünden bile tertemiz bir 7,5-8 puanı var bu dizinin. Yazının devamında sezonlarda işlenen dönemleri, sonrasında da fotoroman şeklinde karşılaştırmalı fotoğraflarla oyuncu seçiminin şahaneliğini gösterip bağlamayı planlıyorum. Başlayalım mı?

Günlerden Galatasaray #16

Galatasaray 1-0 Karagümrük (Kerem)
Yani çok maç izledim de bu kadar zeka geriliği yaşayan iki takımın karşılıklı maçını ilk kez izliyorum. Maç boyunca ki 100 dakika falan oynandı herhalde, maçı birbirlerine ikram edip durdular. Allahtan benimkiler ilk yarıda bir tane itelemişti de maç o golle neticelendi biz de 3 puanı aldık. Top oynanmadan geçilen bir maç neticesinde yarım sıfır olsun bizim olsun deriz ya bazı maçlara, işe bu maç onlardan birisiydi. Son zamanlarda böyle maç sonu yazıları çoğaldı ya, hayırlısı bakalım. Her maç derbi veya her maç Avrupa maçı olmayacak, oyuncuların her maça aynı motivasyon ile çıkmasını diliyorum öncelikle. Maçın adamı Nando'nun kart cezalısı olması nedeniyle kalede izlediğimiz Günay'dı bence. Çıkardığı pozisyonlar, aksiyon almadaki hızı lig için tatmin ediciydi. Nando'nun dinlenmesini istediğimiz haftalarda çok net denenir bence. Maçın bitmesine 1-2 dakika kala Karagümrük'ün kornerden attığı fakat sağ olsun Serdar sayesinde ofsayta düştükleri ve iptal edilen gol gelmiş olsa, çok daha ters konuşurduk hepimiz ama Serdar günü kurtaran adam oldu. Mauro'nun bugün de gol atamamış olmasını hafta sonu oynayacağımız derbide patlayacağına bağlayarak toparlıyorum. Hedef 24, yürüyedurun!

All The Light We Cannot See - Göremediğimiz Tüm Işıklar | 2023

Nasıl yumuşak nasıl güzel bir dizi anlatamam. Netflix'te izlediğim en nahif şey olabilir. Dün gece itibariyle bitti ve artık kişisel tarihimde de olmasını dilediğim için uyandığımla kahvemi alıp bilgisayarımın başına oturdum ve başladım dökülmeye. Son söyleyeceğimi de yazıya geçmeden en baştan söyleyeyim: Bu diziyi izlemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum. Öyle keyifli bir dizi çekilmiş ki İkinci Dünya Savaşı ekseninde geçen bir iş için can yakmadan akıp gidiyor. Haydi hemen konuşalım.

Kuş Uçuşu -Sezon 2- | 2023

Geçen sene bu zamanlar, Kuş Uçuşu'nun ilk sezonunu çarpılarak izlemiş ve buralara da düşürmüştüm, hatırlarsınız. İkinci sezon da 14'ünde yayına verildi ve 3 günün içinde temize havale ettim şahsen. Çok iyi dizi. Öyle bir şekilde bitti ki 3. sezonunu da seneye bu vakitler konuşuruz herhalde. Böyle Sherlock gibi tek sezon tek sene gidiyor bakalım keyifli şekilde. Oooo Sherlock ile kıyasladığıma göre epey sevmişim. Biraz daha devam etmek için burada böleyim.

Yolların Başlangıcı | Amin Maalouf

Amin Maalouf'un aile hikayesi. İki soy geriye giderek anlatıyor. Kitap babasının öldüğü noktadan başlıyor. Babasının anne ve babasından, onların anne ve babalarından bahsediyor. Aslında ağır aksak bir kitap ve okurken bana Marquez'in meşhur hikayesi Yüzyıllık Yalnızlık'ı anımsattı. Hem aile hikayesinden sebeple hem de isimleri ve karakterleri takip etmekte güçlük çektiriyor okurken. Ağır ağır akıyor. Geçmişe gidip günümüze, anlatıcının geçmişi araştırmalarının altında yatan güdülere göz kırpıyor. Onlarca yıl saklanan mektuplar, yazışmalar, parçalanan aileler, göç eden hem de öyle şehir değiştirmeli değil, ülke, kıta değiştirmeli, denizaşırı değişiklikler... Ülkesinin dışında yaşamayı hayal bile edemeyen benim gibi bir kadına epey uzak fikirlerdi okumaya başlamadan önce. Şu an biraz daha törpülendim belki de. Kitabın geçtiği dönem Osmanlı'nın son zamanlarından, 19. yüzyılın ortalarından başladığını ve ailenin yaşadığı Suriye-Lübnan-Irak üçgeninin Osmanlı'nın bir parçası olduğu, ama başka bir dinin mensubu olma kaynaklı azınlık durumuna düşmüş olmanın verdiği o içten içe isyanın bastırılma isteği çok canlıydı okurken. Son olarak yer yer Mustafa Kemal'e yapılan atıflar kitaptaki favorimdi. Anlatıcının halasının doğumuna yakın Mustafa Kemal, yeni bir ülke kurmasına duyduğu hayranlıktan dolayı, halaya Kemal adını vermek istiyorlar ama kız çocukları olunca Kamal'da karar kılıp vazgeçmiyorlar yine de. Hoş bir detaydı benim baktığım yerden. Okuması güç, aile hikayesi olarak görebilirseniz gider. Bende biraz ağır aktı, bırakmaya niyetlendiğim yerler oldu, günün sonunda ise okumak keyifliydi, her Maalouf kitabı gibi. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 426 sayfa ve indirimsiz fiyatı 135 TL.

Günlerden Galatasaray #15

Galatasaray 3-1 Adanademir Spor (Sacha, Kerem, Mauro)
Ama ne top tepmişiz yine be! İki tür futbol maçı vardır; bazılarını Pendik maçı gibi oynanmadan, bazı maçlar da Demir maçı gibi yaldır yaldır oynanarak kazanırsınız. Bu iki türün ortak özelliğiyse, Galatasaraylı futbolcuların gol kaçırma turnuvası düzenlemesi ve Tete'nin şampiyon olmasıdır. Şimdi şakayı bir kenara bırakırsak, Tete ekseri gol kaçırıyor zaten ama bu maçta ekstra bir sırıtması, savrukluğu da olmadı sanki. Ya da takım cidden iyiydi de bir şekilde tolore edildi de diyebiliriz. Takımın beyni sahada olunca, böyle güzel oyun kaçınılmaz oluyor. Kendisi eğleniyor, eğlendiriyor. Ben de sonuna kadar tadını çıkarıyorum 10'u izlemenin (ooo kelime şakası, alırım bir dal). Maçın kıymetli anlarından ilki Sacha'nın attığı goldü bence. Çünkü defansif anlamda gerçekten memleketin en iyi sağ beki olmasının yanı sıra gol katkısı da vererek belki de bize yar olmayacağının sinyallerini çakıyor arada. Kerem'in golü yine hem kıymetliydi, hem şıktı, ben gol oldu mu olmadı mı birkaç saniye bloke oldum mesela. Uzatmalarda gelen Mauro'nun penaltısını da kenardan hiç trip atmadan bekleyerek gelen ve illa ki skor katkısı veren Cedric'e borçluyuz. Teşekkürler superman! Hafta içi Kopenhag maçı var ya, biliyorum her maç final kafasıyla çıkmak bir noktadan sonra sürmenaj olmamıza sebep olabilir. Ama bunu da kazanarak atlatalım, söz daha rahat çıkacağız maçlara. Ha işler istediğimiz gibi gitmedi mi, harcadığımız emeğe, oynadığımız güzel oyuna üzülürüm, fakat asla kızmam. Çünkü hakkını verdiğimizi düşünüyorum. Ligde şu an lideriz, akşama ne olur bilemedim şu an. Hedef 24, yürüyedurun!

Günlerden Galatasaray #14

Pendikspor 0-2 (Cedric, Hakim)
Ama nasıl kazandık yürüye yürüye LOL. Şimdi gülüyorum ama golü atana kadar içim şişti. Saçma sapan, çabasız, rotasyonlu oynayıp çıktı takım sahadan. Tamam bir şekilde gol bulundu fakat bulunmaması da sürpriz olmazdı maalesef. Bir yanım böyle düşünüyor. Ama diğer yanım şu maçtan bile iki gollü galibiyet çıkıyorsa demek ki bir yerlerde doğru bir şeyler yapılıyor diye düşündürdü bana. Cedric'in girdikten sonra golü bulması, Hakim'in tüm maç deneyip Manchester maçındaki gibi nefis bir füze golü atması keyifliydi benim açımdan. Bu maça dair konuşacak pek bir şey olmadığı için burada kesebiliriz sanıyorum. Hedef 24, yürüyedurun!

Sen Olsaydın Yapmazdın, Biliyorum | Kürşat Başar

Havalar inceden soğumaya başlayınca benim bünyede bir romantiklik basması hasıl olur. Normal insanlar gibi bahar aylarında değil, kış girişinde, evet. İşte Kürşat Başar okumaya tam da o noktada karar verdim. "Bu kitap ne anlatıyor yahu" şeklinde kitaba girmeye çalıştıktan sonra, sanırım 50. sayfa civarında, sen kitap bi civcivlen! Nefessiz şekilde bitirdim. Selin isimli bir kızımız var. Anne babası ayrılmış, çocukluğunun ve ilk gençliğinin yazlarını Adalar'da geçirmiş biri. Kuzeni Elfe ve en yakın arkadaşı Nevit ile başlıyor gençliğin ilk gerginlikleri. Hem birbirine destek olan hem de birbirlerini epey yaralayan bir hikaye geçiyor bu üçgenin arasında. İki kadınla bir adamın olduğu yerdeki kaçınılmaz son, gizli aşk, kırılan bir kalp, kaybedilen bir bebek, uzaklaşmalar, kopuşlar... Aslında öylesine sıradan ve gündelik hayatta karşımıza çıkabilecek bir hikaye ki... Gerçekliğinden ve bu kadar yalın şekilde anlatılıyor olmasından etkileniyorsunuz kitabı okurken. Doğan Hızlan'ın arka kapaktaki yorumunda dediği gibi; "edebiyat, olağanı olağanüstüye dönüştürür." Kürşat Başar'ın bazı ofsayt yazdıkları var, buraya sıklıkla da yazıyorum. Fakat şu bir gerçek ki bir kadın penceresinden anlatılan hikayeyi de onun kadar iyi anlatabilecek erkek yazar nadirdir. Kitabın bendeki baskısı Everest Yayınlarından, 115 sayfa ve indirimsiz fiyatı 58,50 TL.

Türkiye'de Din ve Siyaset | Şerif Mardin

Bir süredir akademik yayınlardan uzaklaşmıştım. Roman denizine çok batmaya başlayıp dünya ile aramdaki gerçeklik algısını kaybederek boğulduğumu hissetmeye başladığımı fark edince, hemen okunacak kitaplar rafımı gözlerimle seri şekilde tarayıp Şerif Mardin Hoca'nın Türkiye'de Din ve Siyaset kitabına yapıştım. Türkçe ve yabancı dilde yazılmış çeşitli makaleler var kitabın içinde. Osmanlı döneminden, Cumhuriyetin ilk yıllarına, yakın geçmişe kadar dinin Türk tarihindeki yerini okuyoruz bu makalelerde. Yakın dönem "dincilerinden" de bahsediyor kitap, dönem dönem dinin iptidai şekilde kullanılıyor olmasından da... Bunu asla eleştirerek, tü kaka diyerek yapmıyor elbette. Tarafsız bir gözle yazılmış makaleler. Aslında din ve vicdan özgürlüğünü sorgulatıyor okurken. Çünkü makale sahipleri ekseri yazdıklarında herhangi bir yergi olmadığından dem vurarak başlıyorlar yazılarına. E hani özgürdük? Akademik bir çalışma içerisinde ele aldıkları konuyu irdeleyen bilim insanlarının bu tedirginliğini nasıl açıklıyoruz o zaman? Eğer bir araştırma içerisindeyseniz, işinizi görecek kadar kalifiye bir kitap. Sosyoloji dalında eğitim alıyorsanız, bilhassa Din Sosyolojisi konusunda fikir edinmek istiyorsanız, işin ehlidir hoca. Kitabın bendeki baskısı İletişim Yayınlarından, 315 sayfa ve indirimsiz hali 135 TL.

Günlerden Galatasaray #13

Galatasaray 4-0 Alanyaspor (Mauro, Dries x2, Wilfred)
Selaaaaam. Biz geri döndük, özlediniz mi? Zamanın ötesine bu maçı şu şekilde gönderiyorum; öyle tempolu bir maçtı ve Galatasaray kaybettiği toplara bile öyle seri şekilde cevap verip, öyle istekli oynuyordu ki, maçın hakemi sakatlanıp kendisini kenara aldırdı. Milli takım arasından önceki Hatay mağlubiyetinin ligin tek mağlubiyeti olmasını temenni ederek bu maçı atlattığımızı söyleyebilirim. Zira o maçta ne kadar ite kaka oynadıysa da takım bu maçta da o kadar arzuluydu. Bunun bence en büyük sebebi 10 numara pozisyonunun asıl sahibinin sahaya inmesiydi. Maçı izleyenler anladı bile çünkü Dries'in orta sahadan hücuma geçerken takımı mıymıylıktan uzaklaştırması (üzgünüm Kerem) bu maçın keyifle geçmesinin en büyük sebebiydi. Nefis oyununu 2 gol ve 1 de asist ile süsleyen Dries, keşke yollarımız daha önce kesişseydi, seviyorum seni! Maçı gol yemeden bitirmek de önemliydi bu noktada. Maç fazlasıyla lideriz. Önümüzde Manchester maçı var. Bu maçı almak gruptan çıkmak için kıymetli. Şimdi odağı oraya çevirmek lazım. Hedef 24, yürüyedurun!

Paranın Cinleri | Murathan Mungan

Kısacık bir Murathan Mungan kitabı Paranın Cinleri. Kendi tabiriyle söylüyorum "otobiyografisinin zorunlu kardeşi"ymiş bu kitap. Otobiyografiyi kotarana kadar bununla idare edersiniz demeye getirmiş. 
Mardin'de köy ağalığının verdiği o zenginlikten İstanbul'da işçi ailesi olmanın yokluğuna uzanan bir ailenin çocuğu olarak, çocukluğunun geçtiği Mardin'den kendisiyle, yakın çevresiyle, ailesiyle ilgili kısa kısa anekdotlar okuyoruz kitapta. On tane anı var. Doğu ile batıyı sentezlemeye çalışması, devleti görüş şekli ve gözünde konumlaması, ilk sevgilisi için teptiği yollar, çocukluğunu gösterdiği aşkı üzerinden yaptığı ve beni çarpan nefis aşk tanımlaması, bir erkek çocuk olarak illa ki babası... Gerçekten kaç yaşına gelirlerse gelsinler erkek çocuklarının sürekli babalarına kendilerini ispat etme çabasını ne yapacağız yahu? Günün sonunda Mungan'ı daha yakından tanımak keyifliydi. Kitabın kapağında Mungan'ın çocukluk fotoğrafı olduğu gibi içinde de ailesinin çeşitli fotoğrafları mevcut. Tek şaşırdığım tarafı ben bu kitabı sabahtan akşama bitirirdim normal şartlarda ama tüm hafta sonumu işgal etti. O da benim tembelliğimden yahu şimdi kitaba suç bulmayalım. Kitabın bendeki baskısı Metis Yayınlarından, 104 sayfa ve indirimsiz hali 80 TL.

Kefaret | Ian McEwan

İkinci Dünya Savaşı İngilitere'sindeyiz. Soylu bir ailenin kızı olan Briony Tallis, ki kendisi 12-13 yaşlarında bir kız çocuğu, ilk oyununu yazmış ve ailenin diğer çocuklarını oynatarak büyüklere bir gösteri hazırlamıştır. Provalar esnasında ablası Cecilia ile ailenin müştemilatında kalan Grace'in oğlu Robbie'nin yakın temasını, yanlış yorumlayarak kız çocuğu şımarıklığı ile oyunu iptal eder ve bu ailedeki diğer çocukların tepkisine neden olur. Gecenin ilerleyen saatlerinde yaşanan bir olayı da Cecilia ile Robbie'nin yakınlaşmasına bağlayan Briony'nin lafıyla Robbie tutuklanır ve Almanya karşısında savaşmak için Fransa'ya gönderilir. Hikayenin ana çatısı bu şekilde. Kitaptaki karakterlerin, birinin değil, ikisinin değil, baş karakterlerin değil, tüm karakterlerin birer birer okura anlatılması ve hepsini etiyle kemiğiyle karşınızda görmenize sebep oluyor. McEwan'ın en büyük başardığı şey de bu sanırım. Kitabı Briony'nin ağzından yazıyor ve ne 12-13 yaşında bir kız çocuğuyken anlattıklarına ne de 85 yaşındaki doğum gününden yazdıklarına inanmakta güçlük çekiyorsunuz. Bir yanlış yorumun birden fazla insanın hayatını nasıl alt üst ettiğini okuyunca iki düşün bir söyle atasözünü anımsatıyor. Kitap Atonement isimli bir filme de uyarlanmış ki akşama da onu izleyeceğim Amazon üzerinden. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 336 sayfa ve indirimsiz fiyatı 110 TL. 
Güzel kitap bence denenir. İndirim kovalayıp mutlaka okuyun. 

Günlerden Galatasaray #12

Hatayspor 2-1 Galatasaray (Wilfred)
Ve namağlup serisi sona erer! Geçen sezonki Beşiktaş maçından sonra ligde hiç yenilmeyen, Şampiyonlar Liginde elemeler dahil yaptığı 10 maçta da yalnızca Bayern'e mağlup olan Galatasaray'ı yenecek takım Hatay'daymış! Öncelikle kendilerini tebrik ediyor ve maça geçiyorum. Kötü oynayarak kazandığımız, ite kaka kazandığımız maçlar olmuştu, evet, fakat mağlubiyeti bu kadar aradığımız maç ilk kez izledim bu sezon ve bulduğumuzu da gördük. Kağıt üzerinde kurulabilecek en iyi on birlerden birisiyle çıkmış olmakla birlikte bu kalitenin nasıl çalışmadığını anlayabilmek mümkün değil. Şampiyonlar Ligi'ne giderken akıllar orada, Şampiyonlar Ligi'nden dönerken fiziksel ve mental yorgunluk var. Şampiyonlar Ligi'nde olmak istiyorsanız, bunlar olacaktır üzgünüm. Alışmak ve maç maç gidip seri şekilde kafayı lig-şl arasındaki odakta geliştirmek gerekiyor. Yeni bir takımız fakat ekseri bunları başarmış, tecrübeli oyunculardan oluşan bir takımız. Bu tarz problemleri yaşamamak gerekiyor artık. Maçın sonundaki pozisyon, hakem falan konuşmak istemiyorum zira bu maçın kaybedilmesinin sebebi -ve artırıyorum son birkaç maçın sancılı geçmesinin- gole çevrilemeden harcanan pozisyonlardır. Son vuruş çalışması lazım takımın. Gol atamadıkça lüzumsuz bir elektrik yükleniyor. Bu maç da böyle geçsin bakalım. Milli takım arasına kendimizi 3 puanla atabilseydik iyiydi ama, kısmet. Hedef 24, yürüyedurun!

Aşka Övgü | Alain Badiou

İncecik bir felsefe kitabı bulmuşken kaçırmamak için aldım ve gün içinde de bitirdim. Kısacık, hap gibi, Zweig kitapları gibi, çok tatlı oldu. Badiou, Rabat doğumlu bir felsefeci. Fransa'da sevgililer gününde bir konferans düzenleniyor. Bu konferansa Badiou'yu konuşmacı olarak çağırıyorlar. Truong isimli bir de yayıncımız var. Badiou ile söyleşi yapıyorlar. Soru cevap şeklinde yapılan bu paneldeki konuşmayı da kitaplaştırmışlar. Serap da dayanamamış almış okumuş. Kitap, sunuş ve son söz hariç altı bölümden oluşuyor. Aşkı sanatla, siyasetle, felsefeyle eşleştirerek kendince anlatıyor. Benim en yakın hissettiğim bölüm "Sevgililerin Kurduğu" isimli olandı. Çünkü uslanmaz bir romantik olduğum için siyaseti, felsefeyi falan değil sevdiceğe duyulan aşkı anlatıyor. Sarkozy'nin Fransa Devlet Başkanı iken aldatılmasına ilişkin yazdığı kitaptan da bahsedilen yerler vardı. Kesinlikle magazin değil, ama örnek verdiği şekilde okumak keyifliydi. Ben okurken keyif aldım. Denemek isterseniz, biraz felsefeye ilginiz varsa, bence çalışır. Kitabın bendeki baskısı Tellekt Yayınlarından, 72 sayfa ve indirimsiz fiyatı 72 TL. 

İkiz Bedenler | Tess Gerritsen

Ne kitap yazmış be! Polisiye türünü okuduğumda beklediğim; sürükleyici olsun, yeterli miktarda gerilim ve şiddet içersin, beni şaşırtan öğeler içersin, tatmin edici bir sonu olsun tamam işte. Kitaba başladığım gün neredeyse yarılamıştım, yani sıraladığım kriterleri fazla fazla karşıladı. Gerritsen kitapları, özellikle dedektif Rizzoli ve adli tıp hekimi Isles ablalarımın serisi, beni tam manasıyla gerilimden heyecana sürüklüyor. Okuduğum kitapları arasında boşu yok. Şu kitaba tertemiz 8 puan verirsin bitirdikten sonra fakat işte polisiye olması zaten amacı akıp gitmek olan bir kitabı arşa çıkarmalı övmeme engel oluyor. Keşke seriyi sırayla okusaydım da karakterlerle ilgili şaşırtıcı şeylerle karşılaşmadan önce haberim olsaydı (yazar burada spoiler vermek istemiyor). Farklı kitaplarda farklı cinayetler anlatılmakla ve o kitaptaki cinayet o kitapta bitmekle birlikte, ana karakterlerimiz Maura ve Jane'in hikayesi ilerlediği, hayat devam ettiği için kitaplar da çıkış sırasıyla okunsaymış tarafımdan, daha sağlıklı olurmuş. Neyse arada atladığım kitabı sepete ekledim. İlk fırsatta buralarda görürsünüz. Kitabın özet hali şu; hamile kadınlar teker teker ortadan kaybolur ve cesetleri bulunur. Bir seri katilimiz mevcut fakat kim, neden ve ne zaman sorularının cevabı ortaya çıkmıyor bir süre. İşin içinde Isles'ın farklı bir yönden dahil olmasıyla kitap kendine kilitleyiveriyor. Eğer polisiyeden ve adli tıpla süslenmiş polisiyeden hoşlanıyorsanız ıskalamayın. Kitabın bendeki baskısı Doğan Kitap'tan, 376 sayfa ve indirimsiz fiyatı 185 TL. Daha ucuza bulun, kampanya kovalayın, ama okuyun.

Dil İçgüdüsü | Steven Pinker

Çok çok uzun bir süreden sonra ilk kez bir kitabı ite kaka okudum ve bitirebilmek için gerçekten çaba sarf ettim. Akmıyor kitap. Çevirisi çok başarılı değil. Örnekler ekseri kitabın anadili olan İngilizce üzerinden verildiğinden sürekli tekrara düşmüş gibi hissettiriyor. Chomsky'nin -ki kendisi dil üzerine çalışan bu alandaki en ünlü dilbilimcilerdendir- savunduğu dilin sonradan öğrenilen bir şey olmasından ziyade içgüdüsel olarak insanda var olduğu fikrini savunuyor Pinker. Chomsky'nin kendisi de bu kitapla ilgili olumlu değerlendirmelerde bulunmuş hatta. Bu güzel tarafı. Bu kitabı İngiliz Edebiyatı veya İngilizce ile ilgili herhangi bir bölüm okuyan bir arkadaş okusa, büyük faydasını görebilir. Fiil çekimlemelerinden tut da birleşik kelimelerin nasıl türetildiğine dair envai çeşit bilgi veriliyor. Bak bunu çeviri olarak değilse de Türkçe halini yazan olsa, yutar gibi okurdum. Fakat bu kitaba odaklanmakta aşırı zorlandım ki pek vaki değildir bu kişisel okuma tarihimde. Fikir güzel, denenmesi güzel, kendi dilinde eminim başarılıdır, ama çevirisi ı ıh. Hani klişe bir laf vardır, orijinali iyi de çevirince özelliğini kaybediyor diye, işte tam da onu hissettim okurken. Neyse bu da böyle olsun bakalım, yapacak bir şey yok. Kitabın bendeki baskısı Bilge Yayınlarından, 544 sayfa ve indirimsiz fiyatı 225 TL. Alan çalışması falan yapmıyorsanız, bence gereksiz masraf. Fakat alandan bir çalışma için okumanız gerekiyorsa sitelerden indirim kovalamanızı öneririm.

Günlerden Galatasaray #11

Galatasaray 2-1 Kasımpaşa (Wilfred x2)
Hafta içi oynanacak Bayern maçından önce akılların yine Şampiyonlar Liginde olduğunu umduğum bir maçtı. Zira oynanan oyun pek de tatmin etmedi. Bu çocuklar ya böyle ite kaka oynuyorlar her maçı ya da yaldır yaldır oynayıp gol atamıyorlar. Gerçi bu maçın da ilk 15-20 dakikasında Wilfred'in tek başına mundar ettiği en az 3 pozisyon saymıştım ama sonra öyle bir gol attı ki kendini affettirdi desem yeri. İkinci yarının da hemen başında yine Wilfred ile golü atınca maç 2-0'a geldi. Hemen akabinde yediğimiz golle fark bire inmiş olsa da maçı 2-1 kazandık neticede. Bunlar işin tatlı tarafları. Bu maça dair kalp kırıklığımız ise Nando'nun sakatlanıp hepimizin gözyaşları arasında sahayı terk etmesiydi. Bu çocuk hala hepimizin kıymetlisi. On küsur yıl sonunda artık bizden birisi. Akşam twitter'da okuduklarıma göre dirsek çıkmış sonra sahada Yener Hoca ilgileniyordu ya, orada oturtmuşlar anladığım kadarıyla. Kol askısıyla çıkıyordu stattan akşam. Acı çekiyor gibi de değildi pek, çok şükür. Son olarak Victor. Bir süredir oynayamıyorum diye trip atıp duruyordu ortamlarda. Dün akşam ilk on birde başlayınca yüzü de gülmeye başladı. Kendini hazır tutması açısından epey kıymetli. Bu da güzel haber. Son olarak peki Mauro'nun kaptanlığı??? Aşşşırı yakışmadı mı?💑 İyisiyle kötüsüyle bir haftayı daha bitirdik bu maçla. On bir maç on galibiyet 31 puan. Vallahi razıyız! Hedef 24, yürüyedurun!

Kuru Otlar Üstüne | 2023

Ahlat Ağacı'nı sinemada izlediğimde büyülenmiştim. Havası, tarzı, şahane oyunculuklar... Sonra tüm Nuri Bilge Ceylan külliyatını izleyip tamamladım ve hepsinin birbirinden kıymetli işler olduğunu gördüm. Bu referansla da Kuru Otlar Üstüne çekim aşamasından gösterime girene kadar heyecanla beklediğim bir film oldu. Nihayet salı akşamı bir anlık kararla, vizyondan da çıkar korkusuyla, iş çıkışı 20.00 seansına bilet alıp izledim filmi. Eksik kalmasın kişisel tarihimden diye de üstüne uyuduktan sonra başladım yazmaya.

Günlerde Galatasaray #10

Cumhuriyetimizin 100. yaşını tüm kalbimle kutluyorum. Gazi Mustafa Kemal'in en büyük eserini nefes aldığım sürece böyle seveceğime ve kalbi kötü insanlardan koruyacağıma tüm benliğimle söz veriyorum!
Rizespor 0-1 Galatasaray (Sergio)
Şu maç başlarken tek arzum sakatlık, kaza, bela olmadan maçı bitirmekti. Ona bir check attık. Sonra Sergio sislerin arasından çıkan Romeo gibi geldi, golü de attı. Nando kaptanım gol de yemedi. Bence dört dörtlük değil dokuz sekizlik bir maç oldu yani. İyi oynamadan, üç güne bir maç yorgunluğuna rağmen, şu maçı aldık ya çok keyifliyim. Rize'den pek haz etmiyorum malum. Rize'yi böyle yenmek benim için ekstra mutluluk sebebi. Kim ne derse desin, nasıl eleştirirse eleştirsin gerçekten zerre umrumda değil, takım da benim gibi düşünüyordur umarım. Kerem'in kaçırdığı bir pozisyon var, o konuda da iki kelam etmek isterim. Kerem birkaç maçtır sürekli kaçırıyor, bu kötü. Belki de -ve umarım- şanssızlık. Ama şunun farkına varmak lazım. Kerem kaçırıyor ya, bunun sebebi deniyor olması. Deneyecek, daha güzel kaçıracak, ama bir noktada belki çalışarak çözecek bu işi belki de kısmetsizliğini yenerek çözecek ve o gün atmaya başlayacak, bırakmadan. Oynadığı mevki Wilfred ve Tete'nin takıma girmesi nedeniyle biraz ortaya doğru kaydı. Yeni yer, yeni kanatlar, çok fırsat bulamıyor ama başaracak. Ben tüm kalbimle inanıyorum. Lütfen siz de inanın. Instagram'da falan çocuğa atılan yorumlar korkunç. Deli misiniz yahu?! Rahat bırakın şu çocuğu. Galatasaray kaptanı herhalde Galatasaray'ı sizin kadar düşünüyor ve kaçırdığı gollere sizden daha fazla kahroluyordur. Neyse, on maçta dokuz galibiyet. Altmış dakika Bayern Münih'i sahasına hapseden bir takım. Ben bu takımdan razıyım. Hedef 24, yürüyedurun!

Meczup Dede | Erdal Tuna

Mesai arkadaşlarımdan Erdal Tuna'nın yazdığı 3. kitapmış Meczup Dede. Kendisiyle sohbet ederken aldığım keyfi, kitabından da alabilir miyim merakıyla basılır basılmaz temin ettim. Götürdüm hemen imzalattım. Sonra da okumaya başladım. Kitapta Arzu isimli bir kız var. Babasını kaybetmiş, annesiyle yaşayan bir üniversite öğrencisi Arzu. Fotoğraf eğitimi alıyor. Bir gün fotoğraf çekerken Murat isimli bir gençle tanışıyor ve büyük aşk yaşıyorlar. Fakat hayatın hazırladığı bazı sürprizler bu aşkın üzerine gölgeler düşürüyor. Kitaba başlarken Yeşilçam tadında bir hikaye okuyacağımı düşünmüştüm açıkçası. Fakat hikaye öyle bir şekilde evrildi
 ki, kitap biter bitmez Erdal'ın yanına gidip "seni boğacağım" şeklinde yaptım kitapla ilgili ilk yorumumu. Hiç beklemediğim, müthiş bir ters köşeyle bitti kitap. "Askıda kalan yerler olduğunu" söyledim, "okura bıraktım, elim varmadı tamamlamaya" dedi. İyi de etti galiba. Çünkü kitap klişelerden uzak, akıcı ve itiraf etmeliyim ki keyifliydi. Kitaba dair tek eleştirim imla düzenlemeleriyle ilgili olacak ki Erdal'a da aynısını söylediğim için içim çok rahat. Bağlaçlar, kurallar, ayrılması gerekip ayrılmamış olan işaretler, gözüme ister istemez batıyor ki mesleki deformasyon diye düşünüyorum artık. Kitabın baskısı Lora Yayıncılıktan, 250 sayfa ve Trendyol'da 179 TL.

Taş Meclisi | Jean Christophe Grange

Son sözü önden söylemeliyim, tutamayacağım. Arkadaşlar, okuduğum Grange kitapları içinde en hoşlanmadığım bu kitap oldu. Sanki Grange kitabı değil gibiydi, çok enteresan. Kitap biraz da fantastik ögeler barındırdığı için beni itmiş olabilir, sorun kitapta değil bende belki de evet. Kitabın arka kapağında parapsikoloji, şamanizm, telepati kelimelerini okuduğumda arkama bakmadan kaçmalıydım aslında ama işte Grange okumaktan keyif aldığım için edinmiş bulundum maalesef. Kitapta böyle keyiflene keyiflene okuduğum tek mevzu -umarım spoiler olmaz- Moğolistan yolculuğuydu. Dondurucu soğuklar, o ilkel yolculuklar, geyiğe binme fikri, yolcu değil de kargo uçağıyla gitmek falan müthiş bir konforsuzluk vaat eden ama harika bir macera gibi göründü gözüme okurken. Ya da Grange'ın yazım şekli bana bu fikri tatlı gösterdi, bilemiyorum Altan. Bir de şu evlat edinme mevzusu var... Sanıyorum yoğun empati kurduğum bir konu olduğundan kitabın konusunun evlat edinme üzerinden inşa edilmesi, beklemediğim türden bir sürprizdi. Neticede kitabı tamamladım, aradan çıktı desem daha doğru olur. Bana çok hitap etmedi, elbette seveni vardır. Kitabın bendeki baskısı Doğan Kitaptan, 412 sayfa ve indirimsiz fiyatı 195 TL. Siz sıraladığım konuları ve fantastik türdeki kitapları ve hatta Grange kitaplarını çok seviyorsanız, bir şans vermek için indirim kovalamayı unutmayın. Zira bu kitaba 200 lira vereceğime İş Bankası Kültür Yayınlarından en az 4-5 kitap alır arkama yaslanır, keyfime bakarım.

Günlerden Galatasaray #9

Galatasaray 2-1 Beşiktaş (Mauro x2)
Tam olarak beklediğim oyun değildi öncelikle eleştirerek başlayayım. Yaklaşık 6 ay önce bizi yenen son takım olan Beşiktaş'ın görece çok da parlak bir oyun ortaya koymadığını ve rahat geçeceğini düşünüyordum maçın. Üstüne üstlük kalecileri de kırmızı kartla oyun dışında kalınca, tamam dedim, arkamıza yaslanırız ve tadını çıkarırız. Ama canım Galatasaray bize asla rahat bir maç izletmez tabii ki. Artık kafalar salı akşamında Bayern maçında mıydı, yoksa milli ara sonrası klasik tökezlemelerden birini mi yaşadık bilemiyorum, genel olarak oynanan oyun pek tatmin edici değildi benim açımdan. Yine de kazandığımız için söylüyorum, iyi biten her şey iyidir cümlesini düstur edinir ve derim ki, bu maçtan kayıpsız çıkan takıma hiçbir lafım yok. İkinci golünü penaltıdan atan Mauro'nun ilk golünü nasıl attığını bir süre tartıştık, çözemedik. Acaba bu takımın büyücüsü Kerem Aktürkoğlu değil de Mauro Bey mi? Beşiktaş için üzgünüm, umarım ilk yarıda kalan bütün derbilerini kazanırlar. Neticede hocaları yabancı değil 😋 Günün sonunda, ne mutlu bana ki, Icardi'si olan kazanıyor. Maçın başındaki koreografi şovu da 3 puanın kaymağıydı açıkçası. Bir tür amme hizmeti olarak koreografinin iki halini de büyük fotoğraflar olarak paylaşıyorum. Üzerine tıklarsanız masaüstü boyutuna gelecek halini göreceksiniz. Hedef 24, yürüyedurun!

En Kısa Andır Mucize | Charles Bukowski

Merhabalar, dün bir parça yer altı edebiyatı okudum ve girdiğim hızla da çıktım yer altından. Benim gibi haza bir hanımefendiye daha sanatsal edebiyat yaraşır çünkü. İşin şakası bir yana, Bukowski ile tanışma kitabım olur kendileri. Tanışmamız ve ayrılmamız biraz üst üste olacak ama 2023'ün dünyasında artık ilişkiler hızlı başlayıp bitiyor malumunuz. Hızlı şekilde bitmesinin sebebi kitabın bir şiir kitabı tadında yazılmış olması. Alt alta sıralanmış kısa cümlelerle yazılmış kısa hikayeler ve anekdotlar var kitapta. Hank isimli orta yaş üzeri bir abimiz var kitabın anlatıcısı olarak. Yalnız yaşayan, at yarışından hoşlanan, yiyen, içen, gezen bir yazar arkadaşımız bu Hank. Bilinen de bir yazar. Fakat tanınmaktan ve popüler olmaktan pek hoşnut değil. Ama genç ve uzun bacaklı bir kadınsanız, işler biraz değişebilir. Daha aforizmalar içeren bir kitap diye hayal etmiştim fuarda kendisiyle göz göze gelip alırken, pek beklediğim gibi çıkmadı yazık ki. Yine de bir insan tasviri okudum ki, paylaşmadan geçmek büyük haksızlık olur. Bankada karşılaştığı boş beleş bir heriften şu şekilde bahsediyor; "hayatında başına henüz bir şey gelmemiş birinin şahsiyetsiz ve kaygısız yüzüne sahipti" nefis değil mi yahu? Kitaba çarpılmamış olabilirim ama bu tasvire çarpılmamak elde değil. Kitabın bendeki baskısı Parantez Yayınlarından, 256 sayfa ve indirimsiz liste fiyatı 120 TL. Siz birkaç yerden fiyat almayı ihmal etmeyin yine de.

Veronika Ölmek İstiyor | Paulo Coelho

Son okuduğum Coelho kitabı
Şeytan ve Genç Kadın'da "yedinci gün" başlıklı bir üçlemesi olduğundan ve bu üçlemeyi oluşturan kitaplardan birinin de bu kitap olduğundan bahsediyordu. Hayır, birbirinin devamı şeklinde değil ama bu "yedi gün" içerisinde bütün olayın bağlanması açısından birbirini gören iki kitap oldu. Üçüncüyü de aldım ama hemen sıraya giremeyecek sanırım. Veronika Ölmek İstiyor'da karakterimiz hayatın tekdüzeliğinden bıkarak ölümün eşiğine gelen fakat kendisine bir haftalık ömrü olduğu söylenince yaşamın kıymetini anlayan ve tüm sınırlarını aşarak kendini kısıtlamadan yaşamaya başlayan bir kadın. İntiharından sonra yatırıldığı akıl hastanesinde geçen 7 günde deliliğin bir tür özgürleşme olduğundan bahsederken fark ettim ki hastayken bir de bu kitabın kasvetini bünyeye kastırmaya hiç gerek yokmuş. Hayattan vazgeçme eşiği beni hep şaşırtmıştır. Hem çok uzak ve imkansız hem de bir anda karar verecekmiş kadar yakın hissettiriyor bu eşik düşününce. Normalliği sorgulatan ve kafa karışıklıklarına gark eden bir kitap. Benim gibi hasta yatarken okumayın. Daha yüksek bir moddayken okuyup rafa kaldırmalık bir kitap olarak değerlendirilmeli kanımca. Bendeki baskısı gördüğünüz üzere Can Yayınlarından, 198 sayfa ve 130 TL.