Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana | Yaşar Kemal

Yaşar Kemal'in kitaplarına İnce Memed serisinden başlamak istemedim. Biraz yazarı tanımak biraz da diline vakıf olmak için Bir Ada Hikayesi serisini seçtim tanışmak adına. Serinin ilk kitabı da Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana olduğundan tanıştık kendisiyle. Hikaye bir Ege adasında geçiyor. Kurtuluş Savaşı sonrasındaki mübadele döneminde yaşayan insanların hikayesi. Rumların Yunanistan'a gönderilmesi, Yunanistan'da yaşayan Türklerin bu tarafa getirilmesi üzerinden Ada'ya yerleşen iki adamın hikayesi var kitapta. Poyraz Musa ile Vasili'nin hikayesi. Önce birbirlerinden saklanan bu ikilinin zaman ve yalnızlıkları sayesinde kardeş kadar yakınlaşıyorlar. Peki Ege'de geçen hikaye neden Fırat Nehriyle anılıyor? İşte onun cevabı da, eğer okursanız, kitabın içindeki bir detayda gizli. Sarıkamış'tan Ege'ye uzanan bir hikaye var, Balkanlar var, Kurtuluş Savaşı var, ucundan kıyısından Mustafa Kemal'e göz kırpıyor, bunlar kitabın bende yarattığı olumlu hissiyatlar. Öte yandan hikayeler arasında git gel çok yapılmış kitapta. Bu da hikayenin biraz savrulmasına ve benim odaklanma problemi yaşamama sebep oldu açıkçası. Hikaye adaya 3. ailenin taşınmasıyla bitiyor. İkinci kitabı denemek için bence kafi. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 318 sayfa ve 30 TL.

Günlerden Galatasaray #19

Şu maça bilet bulup gidemedim ya, yanarım ona yanarım. Passolig çıktığından beri gerçekten maç biletlerinin böyle karambole satılması beni çok geriyor. Neyse, statta yada evde koltuğumda, ben her türlü Galatasaray'ı gözlerimin hapsine aldım. Canım Galatasaray da üçte üç ile yola devam ediyor ligde. Dün akşam Konya deplasmanındaydı takım. Konya'nın ne kadar kapanacağının farkındaydım bu yüzden golün erken bulunmasının önemli olduğunu düşünüyordum hep. Derken superman sahneye çıktı ve tam bir golcü vuruşuyla, tam bir Falcao vuruşuyla takımı öne geçirdi. İlk yarı bitmeden Emre bebeğim Akbaba da ikinci golü atınca maç artık dönülmez akşamın ufkuna doğru yelken aldı diyebiliriz sanıyorum. Kapanış golü de nöbetçi golcümüz Adem'in ayağından geldi. Maçın ikinci yarısında Marcelo ve Radamel'in sakatlanır gibi yapıp oyundan çıkmaları biraz gerse de, Radamel ve Hocamın maç sonunda söylediklerinden ciddi bir şey olmadığını düşünüyorum. Takımın maçın tamamında galibiyet kovaladığını söylemek mümkün. Hani derler ya bu maç sabaha kadar oynansa diye, işte sabaha kadar da oynansa Galatasaray'ın galip geleceği bir maçtı. Şampiyonluk için galip gelmeye devam etmeliyiz. Diğerleri elbet tökezleyecek. Yürüyedurun aslanlarım! 

Günlerden Galatasaray #18

Galatasaray dün öğleden sonra Denizlispor'u ağırladı. Maçın özellikle ilk yarısında gösterilen performansın lige yayılması durumunda, Galatasaray şampiyonluğun en büyük adaylarından bir tanesi olacaktır. Martin ve Emre'nin takıma dönmesi, Mario'nun hırsı, Radamel'in çabası ve Seri'nin ilk devreye nazaran takıma daha iyi adapte oluşu ilk yarıdaki oyunun sebepleri arasında diyebiliriz. Özellikle yeni transferlerden Marcelo'nun çizdiği performans ise ilk maçı olmasına rağmen dikkat çekiciydi, bir süredir oynamadığı şerhini de düşelim buraya... İkinci yarıda ise taban tabana zıt bir Galatasaray izledik yazık ki. Alınan 2-0'lık sonucu korumaya yönelik ve ilk yarının performansını dengelemek maksadıyla ikinci yarıda biraz daha geride oynamayı bir nebze de olsa anlayabilirim. Her taraftar gibi ben de ilk yarıdaki oyunun tüm sezona yayılmasını dilerim elbette ama öyle bir dünya yok elbette bunun da bilincindeyim. Hani illa eleştireceksek bu kadar arzulu bir ilk yarının farklı bitmesini isterdim ki bunun sebebi de son vuruşların tatmin edici olmaması diyebilirim. Maçı Emre ve Radamel'in golleriyle 2-1 kazandık ve lige galibiyetle dönüş yaptık. Umuyorum kalan 16 maçı da kazanır (oooo peri masalı) ve şampiyonluğa yürürüz. Sen yine aslan gibi savaş GALATASARAY!

Jojo Rabbit ~ Tavşan Jojo | 2019

Oscar adayları açıklandı. En iyi film adaylarından izlemediklerimin fragmanlarını seyrediyorum. Hani her sene benzer filmler aday oluyor diyoruz ya en iyi film dalında, işte bu film o her sene aday çıkaran ikinci dünya savaşı türünün bir örneği. Fragmanı izlerken bile "bu film oscar adayı olsun diye yapılmış" cümlesi yanıp yanıp söndü kafamda. Fakat izledikten sonra fark ettim ki kendi içinde o kadar keyifli ve bir o kadar farklı. Neymiş Tavşan Jojo'nun alametifarikası hadi konuşalım.

Engereğin Gözü | Zülfü Livaneli

Okuduğum en iyi Livaneli kitaplarından birisiydi, son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Livaneli kitapla ilgili, kitabın sonundaki söyleşi kısmında, "iktidar alevinin çevresinde dönen pervaneler için yazdım bu kitabı" diyor ki bence bu kitaba ilişkin yapılabilecek tek cümlelik özet de budur, ne bir eksik ne bir fazla. Bir harem ağasının ağzından bir padişahın kendi sarayının zindanına kapatılmasını dinliyoruz. Öyle güzel bir dil ve öyle sağlam bir altyapı var ki kitapta; kin, nefret ve hırsı okurken öte yandan ebeveynlik, sevgi ile merhameti de görüyorsunuz aynı cümlelerin içinde. Aslında tarihi değil psikolojik bir roman diyebiliriz Engereğin Gözü'ne. Tarih, yine Livaneli'nin tabiriyle bu hikayenin asıldığı bir askı, hikayenin önünde sergilendiği bir dekor gibi. Bir de bende yarattığı etkiyi paylaşayım, kitabı okurken nedense Ferzan Özpetek'in Harem Suare filmini izler gibi oldum. Benzer kadınlar, benzer olaylar, benzer harem ağası... Neyse daha fazla ipucu vermeyeyim okumayanlara sürpriz olsun. Kitaptaki kara kalem resimlerin sahibi Mahmut Karatoprak da çok iyi iş çıkarmış, atlamayayım. Kitabın bendeki baskısı Doğan Kitap'tan, 168 sayfa ve 22 TL. Sakın ıskalamayın bu kitabı!

Uzaktan Aşk | Amin Maalouf

Tiyatro türündeki (böyle bir tür var mı emin değilim) kitapları okurken zihnimde canlandırma yapmak daha kolay oluyor. Çünkü karakterlerin konuşmalarından oluşuyor, çünkü dekoru da anlatıyor, çünkü bölüm bittiğinde PERDE ile kapandığına işaret ediyor. Uzaktan Aşk bu türde bir kitaptı. Uzak diyarların birinde ozan olan o diyarın prensi hiç görmediği bir kadına aşık oluyor. Hiç görmediği bu kadının aslında var olduğunu ise bir gezginden duyuyor. Kadına olan aşkını şiirsel şekilde öyle güzel anlatıyor ki etrafındaki insanlara şiirleri, şarkıları döne dolaşa kadına ulaşıyor. Eh olay bir kitapta hem de bir tiyatro oyununda geçtiğine göre kadın da bundan etkileniyor elbette. Maalouf'un o şiirsel dilini yalnız romanlarında değil tiyatro metninde de bulmak keyifliydi benim açımdan. Yapı Kredi Yayınlarından çıkan kitap 82 sayfa ve 9,50 TL. Kitap bir Semerkant yada Doğu'nun Limanları değil, kabul. Herkesin sevmeyeceği bir tür olduğu şerhini düşerek okunabilir olduğu son sözümdür evet.

Gelmiş Bulundum | Edip Cansever

Bilenler bilir, şiir dedin mi İkinci Yenicilerin peşinden giderim. Orhan Veli, Edip Cansever, Turgut Uyar ve elbette Cemal Süreya... Hislerini bu kadar etkileyici şekilde paylaşan başka bir grup şair var mıdır bilmiyorum. Mümkün oldukça şiirlerini okuyorum, okuduğum diğer kitapların arasında. Son fethettiğim kale ise Edip'in Gelmiş Bulundum kitabı. Cemal Süreya, adını verdiği şiirde Edip için der ki, "her şeyin fazlası zarardır ya, fazla şiirden öldü Edip Cansever", demin sıraladığım isimler arasında benim içinse son sıradadır. Cemal Süreya ve Turgut Uyar'ı çok daha fazla severim mesela. Yine de Edip'i okumak keyifliydi. Kitapta yaklaşık 50 tane şiir var. Hayata dair yazdığı şiirler beni çok çarpmıyor ama sevmeye dair şiirlerine zaafım var. Yapı Kredi Yayınlarının seçme şiirler serisinin kitaplarından birisi olan Gelmiş Bulundum, 116 sayfa ve 8 TL.

Sergüzeşt | Samipaşazade Sezai

Sergüzeşt (her yazdığım r harfini atlıyorum); macera, serüven anlamını taşıyor. Fakat kitaba adını veren anlamı bence, insanın başından geçen olaylar. Kitap olarak önemi ise sanıyorum Türklerde/Osmanlı Devletinde köleliği anlatan nadir kitaplardan birisi, belki de tek kitap. Zira cariyelik sistemine, kadın alım satımına ilişkin yüzlerce makale bulabiliriz ama "köle" kavramının işlenişine ben ilk kez şahit oldum. Osmanlı Devletine ilişkin sağlam sosyolojik tespitlerin bulunması da cabası! Yani alelade bir hikayeden fazlası var buralarda. Kitapta çok güzel cümleler saklı. Bir çocuğun esir olarak alınıp satılan başka bir çocuğa söylediği "ben seni burada dolaba saklarım kimse bulamaz" cümlesi, esir olarak alınıp satılan kıza ilişkin kurulan "kırılmış bir gönül satılmış bir muhabbet mazi olmuş bir istikbal hep orada, arkasında duruyordu" cümlesi, "bilinmez ki şarkta her hakikat kadınlar gibi örtülü" şeklinde kurulmuş eleştiri cümlesi ve son olarak intihar ile ilgili "insanın hayatın görev ve sorumluluklarından istifası" şeklinde yapılmış betimleme tam birer inci tanesi gibi. Yazıldığı döneme (1880-1900) baktığımızda epey cüretkar olduğunu kabul etmek gerekiyor. Kadınların özgürlüğü konusuna karşı hassas olan beni çarptı bu kitap. Özellikle finali ile... Kitabın bendeki baskısı klasikleri yeniden mükemmel kapaklarla piyasaya süren İşbankası Yayınlarından, 112 sayfa ve 10 TL. Okumayı ihmal etmeyin.

Dalgalar | Virginia Woolf

Derler ki bu kitabı yazmış Virginia Woolf, sonra eline almış sesli okumuş. Sonra da gerekli düzeltmeleri yapmış. Kitabın kendi içindeki dalgalanmasının sebebi de buymuş. Eğer kendimizi vererek okursak sımsıkı bağlıyormuş. Bende böyle çalışmadı maalesef. Baştan sıkı tutmadıysam demek... Altı tane karakter var bunlar çocukluk arkadaşı. Kendi iç sesleriyle konuşarak hayatlarını anlatıyorlar. Kendi iç sesleriyle anlattığı için de bazen bu hangi karakter diye arada bırakıyor. Arada birkaç bölüm de gün doğumu, güneşin yükselmesi ve batışına kadar geçen zamanı betimleyerek geçiyor. O bölümler epey lirik. Güneşin doğa üzerindeki etkisi, denizin sahile vuruşu falan tam benim kalemim malum. Gün batınca da karakterlerin hayatları nihayete eriyor. Bir nevi karakterlerin hayatını günle paralel olarak anlatıyor. Nüans ise şu, günler biter, hayatlar geçer fakat dalgalar sahile vurmaya devam eder yani hayat sürer. Çok ince detay değil mi?! Bir de kitabı okurken tam olarak roman da diyemiyorsunuz, şiir de diyemiyorsunuz. Yazılışında şiirsel bir anlatım var. Ama metin nesir olarak yazılmış haliyle. Woolf'un tabiriyle oyun/şiir türünde kitap. Woolf benim okuduğum en güçlü kadın yazarlardan birisi. Hayatına, yaşadıklarına ve yazdıklarına çok büyük saygı duyuyorum. Bu kitap özelinde çok sevemedim yazık ki. Kitabın bendeki baskısı Türkiye İş Bankası Yayınlarından, 256 sayfa ve 16 TL.

Baba Parası | 2020

Sokakta oynasınlar, kaldırımda izlerim. Böyle yazdım instagramda afişin önünde çektirdiğim fotoğrafa. Çıktığı gün izlemeye gidecektim, olmadı, ikinci gün gittim. Hiçbir yorum okumadan, yalnızca fragmanı seyrederek ve tüm Selçuk Aydemir külliyatını okuyup izlemenin verdiği "kesin çok güleceğim" garantisiyle gittim. Güldüm de fakat sanırım ben ilk kez bir Selçuk Aydemir işini eleştireceğim. Spoiler vermeme garantisi vermeyerek filmin bana yaşattıklarına geçiyorum buyursunlar.

Bir Ses Böler Geceyi & Çıplak Ayaklıydı Gece | Ahmet Ümit

İki kitap birden konsepti ile geldim. Kitap fuarından aldıktan sonra fark etmiştim bu detayı. Kör şekilde alışveriş yapıyorum resmen kitap alırken. Kitabın Bir Ses Böler Geceyi isimli tarafında Süha isimli bir karakterin trafik kazası yapmasının ardından yardım aramaya gittiği köyde bir alevi toplantısına şahit oluşunu anlatıyor. Karakterin geçmişini anımsadığı anlar ile toplantı arasında gidip gelişi okuyoruz. Çıplak Ayaklıydı Gece tarafında ise 9 farklı kısa hikaye mevcut. 9 hikaye arasında en çok Sığınak beni etkiledi. İnsanın günlük hayatında yaptığı en basit şeylerin bile aslında özgürlüğün gölgesinde yapıldığını ve özgürlük olmazsa hiçbir şeyimizin olmayacağını anlatıyordu. Kitap 80 kuşağının komünizme, solculuğa, antifaşistliğine bol bol göndermelerde bulunuyor. Darbe döneminde hapis yatanlar, evinden çıkamayanlar, sevdiklerinden kopanlar bu 9+1 hikayenin kahramanları aslında. Nevzat Komiseri okumayı çok sevdiğim Ahmet Ümit'in bu "solcu" tarafını da okumayı seviyorum sanırım. Kitapların bendeki baskısı Everest Yayınlarından, toplamda 308 sayfa ve 14,90 TL. Herkese hitap etmeyebilir. Fakat Ahmet Ümit severseniz bence bu kitapları da seversiniz.