Günlerden Galatasaray #34

Adanademirspor 0-3 Galatasaray (Hakim, Kerem D., Mauro)
Püh yazıklar olsun o ilk yarıya. İçimize döndük gerginlikten. Orta sahalar kolay geçildi evet, defans duvar gibiydi, üç gün oynansın bu maç gol yemezdik, öyle bir duvar. Buraya kadar şahane. Fakat kale çizgisini bi geçemedi takım. Yok kaleci kurtardı, yok direkten döndü, yok benimkiler beceriksizlik etti... Demek ki gerçekten her şeyin bir vakti varmış. İlk yarıdaki bu yoğun oyun neticesinde rakip biraz yıpranmış olacak ki, son yarım saatte işi çözüp arkamıza yaslandık yine. İlk golde Hakim'in kilit sol ayağına sağlık, ikinci golde Kerem'in sıfıra inip kaleyi nişanlaması sürprizliydi, son goldeyse Dries'in Mauro'ya gol attırma çabasına eriyerek yine ince görüp kendisini övmeyi başardığımı düşünüyorum. Dries karşısında saygı duymamak elde değil bu arada. Futbolun onu bırakmadığını ve hala yarı yaşında çocukların yanında yaldır yaldır oynadığını görmek müthiş bir tatmin futbol adına. Yine de bu maç özelinde maçın adamına herkes gibi ben de Nando'yu yazarım. Hani geçen sene sanırım Malatya maçındaydı, Victor bir pozisyonu çevirmişti de akabinde Mauro gol atmıştı herkes Victor'u kutlamıştı ya, işte öyle bir şey. Maçın tamamında kurtardığı pozisyonlar olmasa bu sezonki ikinci mağlubiyetimizi almazdık bence ama 2 puan bırakıp dönerdik şüphesiz. Kaptanım mayısa bir hafta önceden girdi diyebiliriz bu noktada. Adana için çok sevdiğim bir arkadaşımın king oynarken bizi yendiğinde kurduğu cümleyi kurabilirim sanıyorum: iyisiniz ama yeterince değil. Bu şımarıklık başıma bela olmazsa (benden ötürü), 105 puanlık şampiyonluk geliyor diyebiliriz artık. Oha Galatasaray! Şaka şaka, keşke daha fazlası olsaydı derken kendimi barbar gibi hissediyorum ama olaydı iyiydi be! Üst üste 15. galibiyetle kendi rekorumuzu egale ettik, sanıyorum 22 maçtır da yenilmiyoruz. Ben bu takımdan razıyım, Allah da razı olsun. Hedef 24, yürüyedurun!

Günlerden Galatasaray #33

Öncelikle 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun. Başta ulu önder Mustafa Kemal tüm kahramanlarımızı yad ediyorum. 
Galatasaray 4-1 Pendikspor (Mauro, Dries, Abdülkerim, Kerem A.)
Aslında bu maç geçtiğimiz akşam oynandı fakat ben şehir dışında olduğumdan, bilgisayarım yanımda olmadığından yazıyı yeni yazıyorum siz de yeni okuyorsunuz. Ben bu satırları yazarken en yakın rakibimiz Fenerbahçe, maçını berabere bitirdi ve puan farkı dörde çıktı. Tıpkı bu maçtaki gol sayısı gibi! Maçı ince ince işleyerek tıpkı geçen haftaki Alanya maçında olduğu gibi kazanmasını bilmelerinden çok hoşlanıyorum. Hani şu vitesi istediği an yükseltip, skoru alıp, sonra işi şova çevirmelerinden bahsediyorum. Galatasaray, oynadığı oyundan zevk alıyor. Eğlendiği için daha iyi oynuyor, daha iyi oynadığı için daha rahat çıkıyor her maça. Sanırım işin kritik noktası ve x faktörü tamamen bu. Hocanın tercihlerini çok takdir ediyorum bu arada. Kerem'in ilk 11 başlamaması bu kararların başında geliyordu Pendik maçı özelinde. Hakim'in 11'de başlaması sonra da gösterdiği çaba keşke sezon içerisinde yaşadığı sakatlıklardan azade onu bir sezon boyunca doya doya izleyebilseydik fikrini yakıyor benim aklımda sürekli. Durumlar böyle. Artık kesin gibi zaten de ben yine de bozmayayım kalbimi. Hedef 24, yürüyedurun!

Succession | 2018 - 2023

Veda zamanı gelmiş, öyleyse Roy ailesini usulünce ve üç evetle uğurlayabiliriz. Succession, bir HBO dizisi ve biliyorsunuz, HBO bu işlerin kompetanı olduğundan boş işi ekseri yoktur. Biraz buna güvenerek biraz da vakit bolluğundan geçen sene bacağımı kırdığım dönemde başlamış ve BluTv bölümleri yayınladıkça da izlemeye devam etmiştim. Neticede güncel takip edenlerden biraz geç de olsa geçtiğimiz hafta tamamladım diziyi ve geldik buralara. İzleyenler, izlemek isteyenler ve hiç duymamış olanlar için ortaya karışık bir sohbet içerisine girelim. Buyursunlar!

Bir Yazarın Güncesi | Virginia Woolf

Ramazandı, işler güçlerdi, bayramdı, tatildi derken neredeyse bir aydır aynı kitapla gezip duruyorum. Neyse ki dün itibariyle bitti. Kitapta Virginia Woolf'un 1918-1941 arasında tuttuğu günlükler basılmış. Birinin günlüğünü okumak gibi bir izansızlığa girilmesine sonsuza kadar karşı olacağım, öte yandan kült eserlerinin nasıl çıktığının yanı sıra yaptığı geziler, okuduğu kitaplar, yazdığı makale ve eleştiriler, çevresiyle kurduğu ilişkiler ve tabii ki günlüklerin yazılı olduğu dönemde yalnızca bölgesel olarak değil tüm dünyayı etkileyen savaşların da fondan şöyle bir geçtiği kitap olarak karşımıza çıkıyor. Haliyle kitap Woolf'un intiharı ile de sona eriyor. Zaten sonlara doğru İkinci Dünya Savaşı'nın verdiği psikolojik baskıyla da kitabın ağırlaştığını hissediyorsunuz okurken. İnsanın hayatından vazgeçebiliyor olması sanıyorum müthiş büyük bir eşik. Zor, ağır, ama her şeye karşı kocaman bir boş vermişlik, düşünsenize! Nasıl bir hafifliktir acaba?! Neyse, konumuz bu değil. Kitabın bendeki baskısı İletişim Yayınlarından, 424 sayfa ve indirimsiz fiyatı 181 TL. Woolf'u okumaktan keyif alıyorsanız, başka birinin hayatını kendi gözünden çarpıcı bir şekilde okumak isterseniz deneyin. Fakat baştan uyarıyorum, okuması epey ağır bir kitap. Benim gibi birinin elinde bile 3 hafta süründüğüne göre...

Günlerden Galatasaray #32

Alanyaspor 0-4 Galatasaray (Barış x2, Hakim, Mauro)
Bütün hafta Alanya'nın birkaç maçtır kaybetmeyişinden, ne kadar diri oluşundan, Tekke'nin takımı ne kadar iyi hazırladığından ve primden falan bahsettiler. İlk yarıda da gol olmayınca, "püh gidiyor mu maç" diye düşündüm. Devre arasında bi totemim var onu yaptım. Sonucu görüyorsunuz! Şaka bir yana Galatasaray'ın toteme ihtiyacı yok. Zira başında Okan Buruk var. İlk yarının en çok dökülen adamı Kerem A. ile maç eksiği olan Serge'yi tek çizgide oyundan alıp yerine Hakim ve Kaan'ı eklemesi müthiş basitlikte bir oyun okumaydı mesela. Sonrasını biliyorsunuz zaten. Barış'ın ilk golü, Hakim'in kendi kalitesini istediğinde nasıl gösterebileceğine dair attığı nefis gol, Barış'ın ikinci ve ilkinin neredeyse tekrarı gibi olan golü ve neticesinde bir cemre gibi maçın kazanılacağını katmerleyen Mauro'nun golü... Okan Hoca'nın bu takıma entegre ettiği en mühim özellik şu bence; takımı bırakıyor kendi haline. Kafanıza göre oynayın, rölantiye alın, alçalın, yükselin diyor. Ama yeri geldiği zaman iki müdahale ile işi sıkı tutup oyunu istediği skora getirmesi işten bile olmuyor. İşte bu sebeple Okan Hoca iyi ki Galatasaray'ın başında. Kaldı 6 maç. Galatasaray'ın kaybedeceği bir maç göremiyorum fikstüre bakınca. İnşallah 100+ puan ile bitecek lig gibi bir his vuku buluyor kalbime. Hedef 24, yürüyedurun!

Günlerden Galatasaray #31

Galatasaray 1-0 Hatayspor (Mauro)
Ne kıl maçtı yahu bu! Milli maç arasından sonra yaldır yaldır oynayan bir takım beklemiyordum zaten de, top tepmeyi mi unuttunuz aslanım naptınız?! Milli maç arasına bulduk diyelim haydi oyunu ama puan kaybı gelse Hoca'ya yazardı maalesef. Zira Hakim ile Wilfred'in aynı anda sahada olmasını şahsen pek tasvip etmiyordum ben. Hakim'in oyun becerisi inanılmaz yüksek. Keşke sakatlık falan yaşamasaydı da bu ipek gibi oyununu daha çok izleyebilseydik. Maç eksiği çok belli oldu yine de. Çabuk düştü yani oyundan. Daha erken değişiklik gelebilir veya dediğim gibi maça sonradan girerek oyuna etki edebilirdi. Neyse bu da bir tecrübedir, bir daha yapmaz. Maçın tek golü Mauro'nun kafa vuruşundan geldi. Dries'in nefis korner ortasıyla geldi o gol de. Bir de gol yedik ama ofsayt mı Nando'ya yapılan faul mü bilmiyorum iptal edildi işte. Bu maçın bir özelliği de Nando'nun 500. Barış Alper'in de 100. maçı olmasıydı. Barış'ın yolu uzun daha çok dalya der. Ama Nando... 2011'de buralara düştüğünde hiçbirimiz bu kadarını beklemiyordu. Fark yaratarak kazandırdığı şampiyonluklar bir yana, sporun içinde bir figür olarak da varlığı çok kıymetli. Yoldan yüz rakip taraftar çevirsek 95'i Nando'yla ilgili güzel şeyler söyler. Kalan 5'ine bayramdan sonra sövelim hep birlikte. 600. maçı görür müyüz bilmiyorum, ama iyi ki yolu bizimle kesişti. Çok seviyorum Kaptan'ı! Şampiyonluğa 7 maç, 21 puan kaldı. Hedef 24, yürüyedurun!

Six Feet Under | 2001-2005

Efsane diziler kuşağımızda bugün bazılarınızdan daha yaşlı olan bir diziyi, Six Feet Under'ı konuşacağız. Bir süredir izliyordum kendilerini, dün gece itibariyle bitirdim ve iddialı olacak sanıyorum ama izlediğim en iyi dizi finaliyle sona erdi. Öyle ki dizinin final bölümü imdb'de 9.9/10 puan ile dizinin en yüksek reytingine sahip. Sonda söyleyeceğimi de baştan söyleyeyim. Dizinin içinde ailenin babasının ekseriyetle kurduğu öyle cümleler var ki, müthiş aforizmalar olarak not edilesi. Hepsi ve daha fazlası için yazının devamına buyursunlar öyleyse.

Yabancı Kucak | Ian McEwan

"Vay anam Serhat neler dönmüş ya" repliği vardır Adnan Aybaba'nın bir futbol yorum programında kullandığı. Çok şaşırdığım mevzularda ekseri bu tabiri kullanırım yaşıtlarım ve benden küçüklere. Kitabı okurken elim ağzımda kafamın içinde sürekli bu replik tekrarlandı. Müthiş bir kurgu, asla beklemediğim şekilde ilerleyen bir hikaye, gerilim dozu yüksek nefis bir kitap. Hızlıca bir özet geçeyim. Colin ve Mary isimli bir çiftimiz var. Baş başa bir tatile çıkıyorlar. Tatilin mekanı belirtilmemiş olsa da bana İtalya gibi geldi. Otelden çıkılsın, sahile inilsin, bilumum tarihi ve turistik mekanlar gezilsin falan, romantik bir on gün geçirmeyi planlıyorlar. Yolları bir şekilde Robert ile kesişiyor. Robert'in hikayeleri, Robert'in evi, Robert'in eşi falan derken ince ince gerilimi yükseltiyor McEwan. Sonra birden çiftin el ele gezileri, odalarındaki tutkulu sevişmeleri, yeni tanışmış gibi flörtleşmeleri başlıyor ve o gerginliği unuttum zannediyorsunuz. İşte oradan sonra bir ters köşe... Böyle gözümü kırpmadan okudum o son birkaç bölümü. Kitabın en çarpıcı ve beni büyüleyen tarafı bu kadar vukuatı 100 sayfa gibi görece kısa sayılacak bir hacimle anlatıp, tokatlayıp geçmesiydi. Filmleştirilmiş de diğer okuduğum kitapları gibi, hafta sonu akşamlarından birine de planladım. Aslında bir süredir kitap önermenin çok kişisel bir durum olduğunu ve herkese kitap önermenin biraz hadsizlik olduğunu düşünüyorum. Çünkü beni az tanıyan birisi bana kitap aldığında yalnızca hediye ve kitap olduğu için gülümsüyorum. Hayatta şu kitabı okumalısın diyebilecek lükse sahip olduğum tek kişi olduğunu düşünüyorum. Ama bu kitap... Böyle düşünmeye başlayan beni "bu kitap da önerilir be Serap" yoluna sevk etti. Bu kitap okunur be! Sakın ıskalamayın. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 112 sayfa ve indirimsiz fiyatı 80 TL.

Günlerden Galatasaray #30

Kasımpaşa 3 - 4 Galatasaray (Dries, Mauro x2, Carlos)
Maçın zor geçeceği çok aşikardı çünkü Kasımpaşa inanılmaz ofansif oynayan bir takım. Özellikle Aytaç'ın hücuma kattıkları Kasımpaşa'yı çok ileri taşımış, tüm kalbimle kutluyorum. Galatasaray'ın zaman zaman geriye düştüğü anlar olmasına rağmen bu maçı kayıpsız geçmemesi çok önemliydi. Dries'in nefis golü, Mauro'ya çarpıp giren rakibin beraberlik golü, Mauro'nun kaçırdığı penaltı, sonra attığı goller ve artık maçın bitmesine yakın gelen Carlos'un golüyle müthiş heyecanlı ve gergin bir maç oldu. Maçın sadece özeti 15 dakika falan sürer herhalde. Maça damgasını anlattıklarımdan Mauro vurmuş gibi görünse de maçın adamı olarak Victor'u görüyorum. Maçın tamamında defansif anlamda ligin başından beri oynadığı en iyi performanslardan birini koydu ortaya. Abdülkerim ve Davinson'un yokluğunu hiç hissettirmediler Berkan ile birlikte. Maçın ofsaytı ise maalesef Kerem A. oldu. İlk 45 dakikayı salınarak geçirdi. Maçta puan kaybı olmadı Allahtan da millet tepesine çökmeyecek. Hocanın devrede yapması gereken değişikliği 15 dakika gecikmeli yapması da bu maçın negatiflerine yazar. Hep güzel konuşacak değiliz ya, bu da nazar boncuğu oluversin. Kasımpaşa maçını da kayıpsız atlatmanın derin mutluluğu içerisindeyim. Şimdi bir milli takım aramız var. Mart ayını kapattık. Nisan ayında daha rahat galip geldiğimiz maçlarda görüşmek üzere. Hedef 24, yürüyedurun!

Paulo Coelho | Piedra Irmağı'nın Kıyısında Oturdum Ağladım

Bloga yazdığım en uzun isimli kitaplardan birisiyle karşınızdayım. Kitabın arka kapağında, "20 yaşında olsaydım, bu kitapla dünyayı gezmek isterdim" diye bir yorum var. 20 yaşını 1,5 katı aşan biri olarak buna biraz bozuldum. İkiyle çarpınca başarabilecek miyim, bakacağız. Bu arada dünyayı gezmekten kastı da İspanya-Fransa arasında gidip gelmekti, sanırım bu kadar spoiler'dan bir şey olmaz. Kitap, Pilar isimli kadın karakterimizin çocukluk aşkını yeniden bulmasıyla başlıyor. Evet kitaba romantik yaftasını yapıştırabiliriz gözümüzü kırpmadan. Pilar'ın çocukluk aşkı uhrevi dünyaya adım atmış, ben küçükken kırklara yedilere karışmak denirdi hala deniyor mu bilemiyorum, bir arkadaşımız. İçerisinde okuduğum en gerçekçi aşk tanımlarından birisi var ki aşkı uyuşturucu maddelere benzetiyor, dayanamayıp şuraya fotoğrafladım. Aşk zannettiğimiz şeylerin aslında birer bağımlılıktan fazlası olmadığını söylüyor. Realist bir melankoli, evet. Ama yalan yok, son pasajlarında böyle içimi çeke çeke ağlama isteği geldi. Koca kadın olmasam ağlardım da. Sek aşk romanı değil bu arada kitap. Uhrevi demiştim ya, Pilar'ın çocukluk aşkına, kitapta da sıklıkla o uhrevi havaya giriyorsunuz anlatılanlardan. Teslimiyet, kadercilik, Mevlam neylerse güzel eylercilik kitapta sıklıkla karşımıza dikiliyor heybetli şekilde. Eğer kafa silktin şeklinde bakılmazsa bu dini anlatılara, kitaptan hoşlanırsınız. Kitabın bendeki baskısı Can Yayınlarından, 208 sayfa ve indirimsiz fiyatı 176 TL.

Yarının Adamı | Con Sinov

Sosyal medyayı, özellikle twitter'ı, kullanıyorsanız, Con Sinov ismini, rumuzunu, mahlasını, illa ki görmüşsünüzdür. Özellikle tarihin doğru okunmasını sağlamak adına yaptığı paylaşımlar ve hayatının arka planı bir şekilde kendisini bu kitabı hazırlamaya itmiş. Hep tarihçilerden, hocalardan okudum Mustafa Kemal'i bir kez de hiç tanımadığım birinden okumak istedim. Zaten kitabı sıklıkla görüyordum, kitapçıda elime gelince şahane kapağı ve arka kapaktaki Livaneli tavsiyesini gördükten sonra aldım gitti. Kısa kısa anekdotlar ile Mustafa Kemal'in asker olmaya karar vermesinden 1918'e kadar geçen süredeki hayatını anlatıyor. Benim için kitabın öne çıkan tarafı gayet cüretkar biçimde Suriye'deki kayıplardan, geri çekilmelerden, yenilgilerden de bahsetmesiydi. Mustafa Kemal bir günde paşa olmadı, bir günde Atatürk olmadı, bir günde bu ülkeyi ayağa kaldırmadı. Yeri geldi hırsına, yeri geldi öfkesine kurban oldu. Yeri geldi kıskançlık da çekti. Mustafa Kemal, bir ilah değildi. Zaten onu anlayabilen hiç kimse onu ilahlaştırmıyor. Bu bir övgü kitabı değil. Hayranın, ilahlaştırdığı kişiyi anlattığı bir naat okumuyoruz kesinlikle. Akıcı anlatımıyla sıkmadan okutuyor kendini. Beklentiyi yükseltmeden okumaya başladım, gayet keyif aldım. Bence başarılıydı. İkinci ve üçüncü kitabı da varmış onları da zamanla edinip okuyacağım hatta. Kitabın baskısı Masa Kitaptan, 352 sayfa ve indirimsiz fiyatı an itibariyle 220 TL. İndirim kovalayıp denenir. 

Oscar 2024

Bu geceyi yarın sabaha bağlayan saatlerde 96. Akademi Ödülleri dağıtılacak. Bizim bildiğimiz adıyla oscarlar sahiplerini bulacak. Töreni izlemek isterseniz, şöyle sahura kadar falan Disney+ yayınlayacak canlı olarak. Simultane çeviri falan da varsa tadından yenmez. Ben gün içinde uykuya vakit ayırabilirsem biraz izlemeyi düşünüyorum. Öyle bilirkişi edasıyla konuşmak istemiyorum, film gurmesi, sinefil falan da değilim. Kendimce beğendiğim yapımları sıralamak istedim yalnızca. Adaylar ve filmler hakkında birkaç kelam edeyim dedim. Kervan yolda düzülür, haydi başlıyorum.

Günlerden Galatasaray #29

Galatasaray 6-2 Rizespor (Kerem D.x3, Lucas, Derrick, Mauro)
Şöyle arkama yaslanıp maç izlemeyi nasıl özlemişim ama. Size de öyle oldu mu? Nihayet ilk yarıdan oyunu çözdük, hem de farklı çözdük ki sonra aktif dinlenmeye devam edelim. Galatasaray'ın kupaların ikisinden de birer hafta arayla elenmesinin ardından bir gövde gösterisine ihtiyacı vardı ki ilk ayağını derbi galibiyetiyle geçtiğimiz hafta almıştı. İkincisi de Sami Yen'de alınacak farklı bir galibiyet olmalıydı. Allah'ın işine bak ki o da Rize'ye denk geldi. Dün akşama dair söylenecek çok şey yok aslında. Maçın adamını beğenip yazıyorum her maçtan sonra. Artık bu maçta tek kişiyi seçemedim zira herkes çok iyiydi. Oyun şahane aktı. Eh, bunun için de maçın adamı olarak Okan Hoca'yı seçerim ki Kerem'in 3 golüne rağmen diyorum bunu. Bu arada Kerem'in 3 golü derken 3. golde Mauro'nun yaptığı şıklığı da tarihe not etmek lazım. Galatasaray 4-2 öndeyken, Dries ceza sahasında indiriliyor ve penaltıyı veriyor hakem. Normalde takımın penaltılarını Mauro kullanır malum. Ama o ana kadar Kerem'in 2 golü var. Sırf hattrick yapsın diye Kerem'e bıraktı topu. Bu kadar kariyerli olup, takımın yıldızı olup, bencillik göstermeden, sıfır ego ile Galatasaray'ı bu kadar sahiplendiği için Mauro bizim yıldızımız değil mi zaten? Çok şanslıyız biliyorsunuz değil mi?! Cumadan kazanıp puan farkını 5'e çıkardı takım. Şimdi aşağı mahalle düşünsün. Ya da düşünmesin bana ne😋😄 Çok iyi oynayarak, bol gollü bir galibiyetle bu maçı da kazasız belasız geçtik çok şükür. Hedef 24, yürüyedurun!

Normal People | 2020

BluTv'de
İlk ve Son dizisini izlediğimde, büyük etkisinde kalmıştım. Birlikte olmak, severek birlikte olmak, ayrılmak durumunda kalmak, severken ayrılmak durumunda kalmak gibi birçok kaosu "iki iyi insan, birbirlerine cehennemi yaşatırsa yine iki iyi insan olur mu?" sorusuyla anlatan istemeden kendinizden bir şeyler bulabileceğiniz bir işti. Yine BluTv'de, bu sefer yabancı bir diziye denk geldim. Normal People işte o dizi. Yer yer ifrit olarak, yer yer duygulanarak izlediğim bu diziyi elbette bloga da atacaktım. Spoiler vermeden konuşalım biraz, buyursunlar.

Eski Bahçe ~ Eski Sevgi | Tezer Özlü

Tezer Özlü'yü okurken üzerime yılgın bir duygusallık çöküyor. Halbuki kadıncağızın anlattığı da normal birkaç anekdot. Bir tek kendisinin büyüdüğü ve ailesinin yaşlandığı ve insanların öldüğüne dair yazdıkları gerçekten acı gerçeği surata çat diye indirmeli bir tokattı. Büyükannesinin ilerlemiş yaşından dolayı ölümü beklediğini ve beklemekle kalmayıp açıkça istediğini yazmış açık yüreklilikle. Büyüme işini biraz şova döktüğümüz gerçek. Bir yaşa gelseydik de orada hem biz hem de sevdiklerimiz sabitlenseydi keşke. Depresyon hırkamızı asıp kitaba dönecek olursak Tezer Özlü'nün dergilere yazdığı makalelerin bir kitap haline getirilmiş haliymiş. Önce Ada Yayınlarından çıkmış olsa da şimdi Yapı Kredi Yayınları güzel bir derleme ile okurlara sunuyor. Kitabın iç kapağında anekdotlardan bazılarının Almanca yazıldığı ve Tezer Hanımın kardeşi Duru tarafından Türkçeleştirildiği bilgisi yer alıyordu. Bir nevi aile işi yani. Bu arada serseri serbest stil tek başına gezme işine de büyük özendiğimi itiraf etmem gerekiyor sanırım. Bir gün bunları başarabilecek olmayı diliyorum ve evet ellerim cebimde kendi kendime bir Avrupa ülkesinde dolaşabilmeyi bir başarı olarak görüyorum. Çok konuştum, bağlayayım. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 119 sayfa ve indirimsiz fiyatı 80 TL. Şimdi bu kitabı alın okuyun desem de bunalıma girseniz, kabahatlisi olurum. Siz yine de Tezer Hanıma bir şans vermeyi unutmayın.

Günlerden Galatasaray #28

Beşiktaş 0-1 Galatasaray (JK kendi kalesine)
Gerçekten 85 dakika oyuncu değiştiremeyecek kadar kısıtlanan bir kadroyla şu maçtan iyi çıktık. Haftalardır yenilmiyor, gol yemiyor, şöyle uçuyor böyle kaçıyor dediklerinde Beşiktaş'ı hakikaten iyi zannetmiştim bu arada. Oynayamadılar bile yahu. Neyse böyle böyle "İnönü Cimbom'a mezar olacak" zırvalarını da bitireceğiz inşallah. İhtiyacımız olan skoru maçın henüz 2. dakikası bile olmadan hem de Beşiktaş oyuncusunun kendi kalesine attığı golle elde etmek can sıkıcı mıydı? Başka bir maç veya hafta olsaydı belki. Fakat bu hafta, şu durumdayken artık yarım sıfır bile olsa süpürüp götürülmesi gereken 3 puana en ihtiyacımız olan günlerde şova gerek yok. Galatasaray böyledir zaten, ihtiyacı olan skoru alır, arkasına yaslanır. Bu maç özelinde yaslanmamasını diler, daha gollü bir maç beklerdim, en azından herkes hakkını alsın diye, ama olmadı. Kısmetimiz böyleymiş. Maçın en iyisi Kerem Demirbay ile Dries'di benim için. Özellikle Dries; Wilfred, Hakim ve Tete'nin memnuniyetsiz suratlarıyla salındığı yerde 37 yaşında, 85 dakika suratı ekşimeden hem ileride hem geride elinden geleni yapıyor iki gözümün çiçeği. Geldiği güne bin şükür. Eveeet, iki kupadan da elendik, haftada tek maça düştük. 7 Nisan'daki Süper Kupa maçına kadar maçların arasında en az 5 gün olacak. Artık yorgunluk ve yorgunluğa bağlı sakatlık görmeyiz inşallah. Bi zahmet sakatların tamamı da iyileşir ve Hocanın da eli biraz güçlenir. Dünkü maçta niye oyuncu değiştirmedi bu adam diye düşünüp 70. dakika civarında yedeklere bir baktım ve anladım niye değiştirmediğini... Dilerim bir daha bu kadar zorlanmayız. Hedef 24, yürüyedurun!

Doğu Ekspresinde Cinayet | Agatha Christie

Artık bu kitabı okumayıp da polisiye severim diyeni dövüyorlar herhalde. Kült bir kitap zira polisiye türünde. İlk baskısını yanlış bilmiyorsam 1930'larda yapmış, öyle de bir tarihi eser desek yeri. Agatha Christie'nin kurguladığı Dedektif Poirot, Bağdat'ta seferine başlayıp Londra'ya kadar giden Doğu Ekspresinde Belgrad'dan sonra bir cinayet işleniyor. Trenin birinci sınıf yataklı vagonlarında toplam 16 kişi var ve bunların 12si potansiyel suçlu. Son ana kadar kimin katil olduğunu çözmek güç. En azından hasta olduğumdan algıları çok açık olmayan benim için güç oldu. Christie kitaplarında gerilim unsurundan ziyade merak unsuru ön plana çıkıyor. "Katil kim?" sorusunu diğer polisiye kitaplara nazaran daha kıymetli bulduğundan mesela bir Grange okurken hissettiğin, Gerritsen okurken hissettiğin gerilimi hissettirmiyor. Yine de efsanelere saygı kuşağımda yer aldığı için okunmayı bekleyen 2 Christie kitabım daha var. Tamamladıktan sonra bir süre alışveriş listemde yer almayacak. Ki okuduğum onca kitabı arasında benim için zirvede hala On Küçük Zenci var. Bu arada sırf politik doğruculuk uğruna şu kitabın adını değiştirdiler ya, ifrit oluyorum. Allahtan bendeki baskısı değişmeden önceydi. Neyse, Doğu Ekspresinde Cinayet'in bendeki baskısı Altın Kitaplardan, 256 sayfa ve indirimsiz fiyatı 165 TL. Yakın zamanda Konya'ya tiyatro oyunu olarak da gelecek diye okumuştum, onu da izlemeye gidersem yine döneriz buralara.

Günlerden Galatasaray #27

Galatasaray 2-1 Antalyaspor (Kerem A.x2)
Hak yiyenlerden bir farkımız olmadığını düşündüğünüzü biliyorum. Ama şöyle düşünün; bazen namusluların da namussuzlar kadar cesur olmasından dem vurmadık mı hep? Kaldı ki penaltı pozisyonunda Tete'nin gerçekten ayağına vurulmuş. Ofsayt diye saymayıp sonradan verdikleri golde Carlos'un önünde Antalya'nın sanıyorum sol beki olan çocuk var. Ayrıca velev ki iki pozisyon da uydurma olsun, Allah'ın aşkına, sezon başından beri oynadığımız 26 maçta kaç tane aleyhimizde karar verildi? Varsın bir kere de lehimize verilmiş olsun, onların tabiriyle... Kendi kabahatini bastırma çabası içine girenlerin ekmeğine yağ sürmeyip takımınıza destek olun. Unutmayın, bugün on birde başlayacak forvete maçtan 5 saat önce ceza verip bizi ayazda bırakmaya çalıştılar. Perşembe akşamı yaşadığımız devasa hayal kırıklığının akabinde Antalya gibi bir takımdan 3 puanı almak çok kıymetli, unutmayın. Maçın en iyisi Derrick oldu bence. Keşke perşembe akşamı da sahada olsaydı bu çocuk. Sparta'nın bonus kafalı bekini belki de durdururdu. Kısmet. Kerem ikinci penaltıyı direğe nişanlamasaydı hattrick bu maça çok yakışacaktı. Zira her golünden sonra Mauro'nun gol sevincini yaparak Galatasaray'ın bir takımdan daha fazlası olduğunu gösterdi. Maçın en güzel yanıysa Davinson'un kartsız tamamlamasıydı. Biraz çekinerek oynadı belki de kart görüp cezalı duruma düşmemek için. Çok görmemek lazım. Önümüzde Karagümrük ile kupa maçı ve Beşiktaş ile lig maçı var. Kayıpsız geçmek önemli. Hedef 24, yürüyedurun!

Seviş Yolcu | Cemal Süreya

Aslında bu Cemal Süreya'nın yazdığı bir kitap değil. Cemal Süreya adına yazılmış bir kitap. Birhan Keskin tarafından Cemal Süreya'nın şiirlerinin derlendiği kitap, farklı formu ve kapağı nedeniyle benzerlerinden ayrı bir yerde konumlanıyor. Şairin yalnızca şiirlerinin değil, şiirleriyle paralel çizdiği illüstrasyonları da görüyoruz kitapta. Bence Cemal Süreya'yı diğer şairlerden ayıran biraz da bu çizimler. Kitabın sonunda Necmi Sönmez tarafından kaleme alınan bir de makale var. Özellikle bu çizimlere dikkat çeken. Kitapta şaire ait 28 şiir mevcut. Kapakta 54 şiir demiş olsa da "keşke yalnız bunun için sevseydim seni" ile biten şiirleri ben tek saydığım için sayı yarı yarıya düştü sanırım. Bu şiirler de çizimlerle süslenmiş. Kimisi yazdığı mektuplarda, kimisi dergilere verdiği şiirlerle birlikte olan çizimler inceletirken aynı zamanda gülümsetiyor da. En azından bende böyle çalıştı. Huzursuzluğun Kitabı'ndan sonra tek nefeste okuyup bitirmek için bir şiir kitabına ihtiyacım vardı. Hızlı akan, ekseri bildiğim şiirler, yine de tekrar tekrar okumak hiç sıkmıyor tuhaf şekilde. Sırf orijinal kapak tasarımından dolayı bile alırdım, iyi ki de almışım. Kitabın bendeki baskısı Can Yayınlarından, 120 sayfa ve indirimsiz fiyatı 110 TL. Koleksiyon yapmayı severseniz, almanızı öneririm.

Huzursuzluğun Kitabı | Fernando Pessoa

Bıraktım. Hayatımda bir elin parmaklarını geçmeyecek bir şey yaptım ve okuduğum kitabı bitirmeden bıraktım. Bu kitap iyi gelmedi bana. Yordu, yıprattı, akmadı, okumakta en güçlük çektiğim kitap olarak kitaplığımda yerini aldı. Belki ileride başka bir zamanda, başka bir Serap, yeniden dener. Ama 2024 model Serap için bu kitap, okunası değildi. Bir daha hiç okumadığım bir yazarın kitabını alırken bir değil, iki değil, üç kere düşünülmesini öğretti, bu da bir şeydir... Kitapta muhasebeci bir karakterin günlüğünü ve hayatına dair denemelerini okuyoruz. Lizbon'da geçen olaylar, sıfır diyalogla ve yazarın ağzından aktarılıyor. Sanıyorum monolog okumak bana pek iyi gelmiyor olacak ki tam 2 hafta önce başladığım ve gerçekten 2 hafta gibi bir zaman verdiğim kitapta ancak 250 sayfa okuyabildim. Kendi kişisel rekorumu tersten kırdım desem yeridir. Seveni illa ki vardır, daha karanlık ruhlar, daha pesimist insanlar falan... Ama bende çalışmadı. Dediğim gibi, ileride, belki... Kitabın bendeki baskısı Can Yayınlarından, 674 sayfa ve indirimsiz fiyatı 245 TL. Bugünkü ben diyorum ki 245 TL'yi buna vereceğinize YKY'den 2 kitap alırsınız iki yüzer sayfalık, okursunuz. Kaçın :)

Günlerden Galatasaray #26

Ankaragücü 0-3 Galatasaray (Kerem D., Davinson, Mauro)
Yaklaşık on gündür falan futbol camiasının Galatasaray dışında kalan kısmı (özellikle sarı mavi forması olan takımLAR) Eryaman'daki statta (biz ona tarla diyelim) maçın oynanması için canlarını verecek gibilerdi. Sporcu sağlığı, kendi koydukları stadı kötü durumda olan takımlardan puan silme cezası falan kimsenin umurunda olmadı. Galatasaray bekledi. Öğrenememişlerdi ki, Galatasaray'ı bu kadar dürterseniz çıkar 15 dakikada işi bitirir arkasına yaslanır. Yine öyle oldu. Aslında maç önünde Abdülkerim ve Lucas gibi takım iskeletinin defansif anlamda en önemli iki oyuncusunun eksikliğinde ve henüz gelmiş Derrick'in takımla adaptasyonu soru işaretiyken insanların kötü zeminde de kalitesini ortaya koyamayarak puan kaybının beklenmesi doğal. Gel gelelim takımın başında Okan Buruk varken Galatasaray'da alternatif bitmiyor. Sahaya çıkan on birde sürekli değişiklik yapıldığından Hoca'nın eleştiriliyor olmasını abuk buluyorum. Zira Galatasaray rotasyon denediği maçların neredeyse tamamını kazandı ki bu müthiş bir istatistik. Rakip teknik direktör Belözoğlu'nun dediği gibi "Galatasaray bu ligin çok üstünde bir takım". Puan farklı liderliğimiz sürüyor. UEFA'da ilk maçı aldık, ikinci maç tur için perşembe akşamı oynayacağız. Bugünümüze şükür. Hedef 24, yürüyedurun!

Yarın Yokmuş Gibi | 2024

Gain, Tuba Büyüküstün ve Halit Ergenç'in başrollerinde olduğu mini bir dizi çekeceğini söylediğinde büyük heyecan yaratmıştı küçük kalbimde. Neticede dün sükun içinde kalabileceğimi düşündüğüm bir an, kendimi tüm dünyadan soyutlayarak diziyi izlemeye başladım. Mini dizi olmasının verdiği yetkiye dayanarak da hemen izleyip bitirdim. Uğrunda bir şeyler yazılıp çizilecek şeyler oldu mu, bırakamıyorum. Öyleyse biraz dedikodu...

Günlerden Galatasaray #25

Galatasaray 2-0 Başakşehir (Barış Alper, Dries)
İsteyince nasıl güzel oynuyorsunuz değil mi? Şimdi maçtan önce zaten galibiyetle ilgili kafamda hiçbir soru işareti yoktu. Maça başladıktan sonra ve maç içinde de çoğunlukla bize dönüktü oyun. Arada tutukluk yaptığımız dakikalar var, rakibin zorladığı anlar var fakat bu maç üç gün oynansın Galatasaray yine kazanırdı. Maçın en iyi oyuncusunu seçemiyorum bu oyun özelinde. Çünkü takımda herkes mevkiinin gereğini yerine getirdi. İlla bir isim seçeceksek skordan bağımsız Barış Alper derim. Çünkü kaybettiği ikili mücadele yok. Maç içinde tam bir joker. Beke çekersin oynar, açığa koyarsın oynar ve hiç sırıtmaz. Eh, takipçiliğini gösterip golünü de attı. Daha ne olsun?! Elbette buraya Dries yazmamak için kendimi zor zapt ettiğimi fark etmiş olmanız gerekiyor. Zekası, güler yüzü, çevresindekileri organize edişi yetmezmiş gibi bir de üst üste şutlar çekerek o golü arıyor ya, geçen sezon başında geldiğinde "yatmaya geldi, paraya geldi" diye hakkında konuşanlara en güzel cevabı yine veriyor. Keşke birkaç sene önce kesişseydi Galatasaray ile yolu da doyabilseydik... Maça dair yazabileceğim olumsuz tek şey Mauro'nun bu maçı da boş geçmesi. Benlik bir sıkıntı yok, neticede takım gol sıkıntısı çekmiyorsa bu Mauro'nun defansı mıknatıs gibi çekip Barış'a veya Dries'e alan açılmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Fakat kendisi bu golsüzlük durumunu kafaya takarsa, gereksiz düşer performansı. Galatasaray, Başakşehir engelini de takılmadan geçmiş olsa da önümüzde perşembe günü UEFA maçı, akabinde de pazar günü patates tarlasında Ankaragücü maçı var. Yani Mauro'ya da Kerem'e de çok çok ihtiyacımız olacak. Öyleyse her zamanki şekilde bağlayayım. Hedef 24, yürüyedurun!

Issız Kadınlar Sokağı | Canan Tan

Bu leş gibi dünyada kadın olmanın zorluklarını kısa kısa gerçek kadın hikayeleri ile anlatıyor Canan Tan. Eşinden, nişanlısından, abisinden, babasından şiddet gören kadını mı ararsın, cinsiyetinden dolayı kariyer yapamayanı mı yoksa okuyamayanı mı?! Her türlü sıkıntı başınıza taç etmeniz gereken kadınların başında. Amaç o bazılarının burun kıvırdığı yönüyle "feminizm" değil. Gel gelelim artık sıkılmadınız mı yahu kendinizden fiziksel olarak daha güçsüz insanlara zarar vermekten? Mesela bir erkek başka bir erkeğe sen okuyamazsın, sen şununla evleneceksin, sen benim olacaksın ya da kara toprağın gibi cümleler kurabilir mi? Yer mi yani, açıkça sormak gerekirse? Eee kadınların kabahati ne mesela hocam bu noktada? Bazı sayfaları, bölümleri, dehşete düşerek okudum. Bir insanın bir insana yapabileceği kötülüğün hududu olmadığı gibi, bir insanın kendisine yapabileceği kötülük ise bunun fersah fersah ötesine geçebiliyor. Görece şanslı olanlar arkasını dönüp kötülükten kaçabiliyor. Ama ya o kadar şanslı olmayanlar? Tüm kalbimle dilerim ki herkes kalbinin güzelliğince insanlarla karşılaşsın. Kötüler kötülerle birlikte olup yalnızca birbirlerine zarar versinler. Kalpleri güzel insanların karşısına da hep iyi insanlar çıksın. Annelerimizin "Allah iyi insanlarla karşılaştırsın" duası hiç bu kadar anlamlı gözükmemişti gözüme zira. Kitabın bendeki baskısı Doğan Kitaptan, 144 sayfa ve indirimsiz fiyatı 49 TL. Okumak için sıkı bir psikoloji lazım uyarısını düşerek kapatayım. Çünkü beni güzel salladı bu kitabı okumak.

Yılan Avı | John Verdon

Bugün polisiyeyi yaratan rabbin için ne yaptın? Alerjiden zaten fenalaşmış olan zavallı gözlerim şişene kadar kitap okumak da biraz şov, farkındayım. Ama elimden de gelen bir şey yok. İçimdeki meraklı velet, kitabın dibini sıyırana kadar kopamıyor kitaptan. Daha önce John Verdon tarafından anlatılan David Gurney dedektiflik hikayelerinin yedisini de okumuş bir kitapsever olarak, kitapçıda fink atarken "ouuuuuvv yeni kitap" diye yapışmak suretiyle kendisini ağıma düşürmüştüm. Geçen gün ne okusam diye elimi okunmayı bekleyen kitaplar rafına atınca cazibesine daha fazla dayanamadım. Gurney, bu hikayesinde eşi Madeleine'in bir arkadaşı olan Emma'nın yönlendirmesiyle kendisini bir cinayet davasının hem de sonuçlanmış bir cinayet davasının neticesini eleştirirken buluyor. Tabii kafamızda birbiriyle eşleşmeyen onlarca yapboz parçası dönüp duruyordu. Kitabın gelişme ve sonucuna dair spoiler vermemek adına detaya girmiyorum. Gerilim dozu yüksek, merak unsuru ön planda tabii her zamanki gibi. Kalbim ağzımda okudum kitabı, yalan yok. Öte yandan bünyem adrenalin istediğinde hiç pişman etmeyecek kadar güvenmek Verdon serisi için yapabileceğim en net tanım. Gözünü kırpmadan okumak tabiri geçerli olduğundan hedefe, yani adrenaline, ulaştığımı söyleyebilirim. Polisiye seviyorsanız ve hiç Verdon okumadıysanız referansınız benim, ıskalamayın. Kitabın bendeki baskısı Koridor Yayınlarından, 440 sayfa ve indirimsiz fiyatı 190 TL.

Zorba | Nikos Kazancakis

Vay, vay, vay! Arkadaşlar, dostlar, sevgili Romalılar! Erken konuşan horozun başını keserler ama horoz olmadığım için erkenden konuşabilirim sanıyorum. Sanırım bu seneki top 5 kitaplarımdan birisini yılın ilk 5 kitabının içerisinde buldum. Nikos Kazancakis ile o kadar uzun süredir rastlaşıyoruz ki kendisini okumayı çok istiyordum. Geçenlerde kitapçıda dolaşırken göz göze geldik ve yapıştırdım geçtim. Okuma listemde de üst sıralara seri şekilde tırmanarak dün itibariyle bitti. Kitabın anlatıcısının tesadüfen tanıştığı Aleksi Zorba ile geçirdiği günleri okuyoruz. Kitap iki erkeğin patron-çalışan, iki dost, iki ev arkadaşı olarak yaşamlarını anlatıyor, tanıştıkları andan itibaren. Birlikte Girit'e gidiyorlar, anlatıcının para yatırdığı bir maden işletmeye başlıyorlar. Aleksi burada ustabaşı gibi çalışıyor. Akşamları da birlikte yiyorlar, içiyorlar, sonra da hayatı, kadınları, yemekleri, Tanrı'yı, ölümü, yaşamı, hayatta konuşulabilecek ne varsa konuşuyorlar, ne kadar sorgulayabiliyorlarsa o kadar sorguluyorlar. Cevap bulmak her zaman mümkün olmasa da, amaç varılacak yer değil yolculuk neticede. Kitap bende okurken Yaşar Kemal okuyormuşum gibi bir his bıraktı. Bu kez Çukurova'da değil, Ege'deydim. Betimlemeler daha az, diyaloglar daha fazlaydı, bunun sayesinde de çok daha akıcıydı. Nedenini anlayamadığım şekilde beni kıskıvrak yakaladı. Tüm kalbimle öneririm benim gibi okumakta geç kalanlardansanız. Kitabın bendeki baskısı Can Yayınlarından, 348 sayfa ve indirimsiz fiyatı 220 TL. Okuyun!

Günlerden Galatasaray #24

Samsunspor 0-2 Galatasaray (Victor, Barış Alper)
Akşama ne olur inanın bilmiyorum. Fakat gönlümden geçen maçın berabere biteceği ve ligin kırılma anının dünkü bu maçla gerçekleştiği yönünde. Bir dahaki maça ben demiştim demek nasip olur umarım. Son söylemem gerekeni baştan söylediğime göre maça geçebilirim. Şimdi, Galatasaray'ın bir huyu var. Ben 25 senedir bilinçli olarak Galatasaray maçı izliyorum, bu kulübün tüzüğünde falan var galiba, bir bakmak lazım. Bu huy şu; Galatasaray bir maçta erken gol bulursa, o maç rahat geçer. Bulamazsa kafası kopmuş tavuk gibi döneler durur. Bu maçta duran toptan (ALLAHIM DURAN TOPTAN GOL BULAN GALATASARAY MI?!!!) Victor'un henüz beşinci dakikada bulduğu gol ile rahat başladık maça. Hemen akabinde de tak Barış Alper müthiş çabasıyla ikinci golü attı mı? Attı! Transfermiş, yangın yeriymiş, deplasmanmış, oradan sonrası çok da mühim olmadı açıkçası. Samsun çok ofansif oynadı, zevkli bir maç oldu. Fakat dediğim gibi benimkiler golü erken bulunca maç dönmedi. Maçın adamı olarak Victor'u yazarım. Yalnızca attığı gol ile değil. Sahadaki sakinliği ve golden ziyade defansif olarak verdiği katkı şapka çıkarttırır. Sezon başında düştüğü psikolojiden güçlenerek çıkmasına ayrıca hayran kalıyorum. Maşallah. Bir cümle de hakem üçlüsüne, beşlisine, artık kaç taneyse onlara gelsin. Galatasaray'a ısrarla vermediğiniz penaltılara muhtaç kalırsak ligin sonunda, çok çirkinleşme potansiyelim var. Bir değil iki değil zıkkımın dibi artık. Neyse modumuzu bozmuyoruz. Cuma galibiyeti candır. Hedef 24, yürüyedurun!

Cumhuriyet'in 100 İsmi | Emrah Safa Gürkan

Kardeşimin doğum günü hediyesiydi ESG'nin Cumhuriyet'in 100. yılı için yazdığı iki kitap. İlkini, yani yukarıda gördüğünüz Cumhuriyet'in 100 İsmi kitabından başladım. Kapak kırmızı üzerindekiler de sarı olunca beni çağırdı diyebiliriz, evet. Şimdi kitabın konsepti şu; Osmanlı Devleti'nin 19. yüzyıl sonuna gidiyoruz. Oradan Cumhuriyet'in kuruluşuna, ilk meclise, Cumhuriyet'in hemen hemen ilk 30-40 senesine damga vuran yüz ismin hayatlarını birkaç sayfada okuyoruz. İnkılap tarihi olarak öğrendiğimiz dönemi, kendi tabiriyle, muharebe meydanlarından çıkarıp, insanileştirmeye çalışıyor. Tarihin o öğretici sıkıcılığından uzaklaşıp inkılabı top seslerinde değil kağıt hışırtısında aramamızı salık veriyor. Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Mehmet Akif, Tunalı Hilmi gibi hem asker, hem siyasi, hem de fikir alanında Cumhuriyet'i kuran ve yükselten isimler olduğu gibi; Enver Paşa, Vahdettin, Damat Ferit ve Şeyh Sait gibi ülkeyi geri çeken, birilerine peşkeş çekmeye çalışan ama şükürler olsun ki başaramayanların hayatını da okuyoruz. Tüm isimler içerisinde en çok şaşırdığım İsmet İnönü'nün önadının Mustafa olduğuydu. Tüm isimler içinde okumaktan en keyif aldığım isimse, daha önce Kadının Değişen Dünyası kitabında da okuma fırsatı bulduğum Nezihe Muhittin'in hayatıydı. Zamanının çok ötesinde şeyler hayal eden, daha ortada seçme seçilme hakkı yokken kadınların hakları ve hayata katılmaları için bir parti teşkil eden müthiş bir kadın. Okumalarıma dahil edeceğim mutlaka. Kitabın bendeki baskısı Mundi Yayınlarından, 432 sayfa ve indirimsiz hali 170 TL.