Türkiye'de Din ve Siyaset | Şerif Mardin

Bir süredir akademik yayınlardan uzaklaşmıştım. Roman denizine çok batmaya başlayıp dünya ile aramdaki gerçeklik algısını kaybederek boğulduğumu hissetmeye başladığımı fark edince, hemen okunacak kitaplar rafımı gözlerimle seri şekilde tarayıp Şerif Mardin Hoca'nın Türkiye'de Din ve Siyaset kitabına yapıştım. Türkçe ve yabancı dilde yazılmış çeşitli makaleler var kitabın içinde. Osmanlı döneminden, Cumhuriyetin ilk yıllarına, yakın geçmişe kadar dinin Türk tarihindeki yerini okuyoruz bu makalelerde. Yakın dönem "dincilerinden" de bahsediyor kitap, dönem dönem dinin iptidai şekilde kullanılıyor olmasından da... Bunu asla eleştirerek, tü kaka diyerek yapmıyor elbette. Tarafsız bir gözle yazılmış makaleler. Aslında din ve vicdan özgürlüğünü sorgulatıyor okurken. Çünkü makale sahipleri ekseri yazdıklarında herhangi bir yergi olmadığından dem vurarak başlıyorlar yazılarına. E hani özgürdük? Akademik bir çalışma içerisinde ele aldıkları konuyu irdeleyen bilim insanlarının bu tedirginliğini nasıl açıklıyoruz o zaman? Eğer bir araştırma içerisindeyseniz, işinizi görecek kadar kalifiye bir kitap. Sosyoloji dalında eğitim alıyorsanız, bilhassa Din Sosyolojisi konusunda fikir edinmek istiyorsanız, işin ehlidir hoca. Kitabın bendeki baskısı İletişim Yayınlarından, 315 sayfa ve indirimsiz hali 135 TL.

Günlerden Galatasaray #13

Galatasaray 4-0 Alanyaspor (Mauro, Dries x2, Wilfred)
Selaaaaam. Biz geri döndük, özlediniz mi? Zamanın ötesine bu maçı şu şekilde gönderiyorum; öyle tempolu bir maçtı ve Galatasaray kaybettiği toplara bile öyle seri şekilde cevap verip, öyle istekli oynuyordu ki, maçın hakemi sakatlanıp kendisini kenara aldırdı. Milli takım arasından önceki Hatay mağlubiyetinin ligin tek mağlubiyeti olmasını temenni ederek bu maçı atlattığımızı söyleyebilirim. Zira o maçta ne kadar ite kaka oynadıysa da takım bu maçta da o kadar arzuluydu. Bunun bence en büyük sebebi 10 numara pozisyonunun asıl sahibinin sahaya inmesiydi. Maçı izleyenler anladı bile çünkü Dries'in orta sahadan hücuma geçerken takımı mıymıylıktan uzaklaştırması (üzgünüm Kerem) bu maçın keyifle geçmesinin en büyük sebebiydi. Nefis oyununu 2 gol ve 1 de asist ile süsleyen Dries, keşke yollarımız daha önce kesişseydi, seviyorum seni! Maçı gol yemeden bitirmek de önemliydi bu noktada. Maç fazlasıyla lideriz. Önümüzde Manchester maçı var. Bu maçı almak gruptan çıkmak için kıymetli. Şimdi odağı oraya çevirmek lazım. Hedef 24, yürüyedurun!

Paranın Cinleri | Murathan Mungan

Kısacık bir Murathan Mungan kitabı Paranın Cinleri. Kendi tabiriyle söylüyorum "otobiyografisinin zorunlu kardeşi"ymiş bu kitap. Otobiyografiyi kotarana kadar bununla idare edersiniz demeye getirmiş. 
Mardin'de köy ağalığının verdiği o zenginlikten İstanbul'da işçi ailesi olmanın yokluğuna uzanan bir ailenin çocuğu olarak, çocukluğunun geçtiği Mardin'den kendisiyle, yakın çevresiyle, ailesiyle ilgili kısa kısa anekdotlar okuyoruz kitapta. On tane anı var. Doğu ile batıyı sentezlemeye çalışması, devleti görüş şekli ve gözünde konumlaması, ilk sevgilisi için teptiği yollar, çocukluğunu gösterdiği aşkı üzerinden yaptığı ve beni çarpan nefis aşk tanımlaması, bir erkek çocuk olarak illa ki babası... Gerçekten kaç yaşına gelirlerse gelsinler erkek çocuklarının sürekli babalarına kendilerini ispat etme çabasını ne yapacağız yahu? Günün sonunda Mungan'ı daha yakından tanımak keyifliydi. Kitabın kapağında Mungan'ın çocukluk fotoğrafı olduğu gibi içinde de ailesinin çeşitli fotoğrafları mevcut. Tek şaşırdığım tarafı ben bu kitabı sabahtan akşama bitirirdim normal şartlarda ama tüm hafta sonumu işgal etti. O da benim tembelliğimden yahu şimdi kitaba suç bulmayalım. Kitabın bendeki baskısı Metis Yayınlarından, 104 sayfa ve indirimsiz hali 80 TL.

Kefaret | Ian McEwan

İkinci Dünya Savaşı İngilitere'sindeyiz. Soylu bir ailenin kızı olan Briony Tallis, ki kendisi 12-13 yaşlarında bir kız çocuğu, ilk oyununu yazmış ve ailenin diğer çocuklarını oynatarak büyüklere bir gösteri hazırlamıştır. Provalar esnasında ablası Cecilia ile ailenin müştemilatında kalan Grace'in oğlu Robbie'nin yakın temasını, yanlış yorumlayarak kız çocuğu şımarıklığı ile oyunu iptal eder ve bu ailedeki diğer çocukların tepkisine neden olur. Gecenin ilerleyen saatlerinde yaşanan bir olayı da Cecilia ile Robbie'nin yakınlaşmasına bağlayan Briony'nin lafıyla Robbie tutuklanır ve Almanya karşısında savaşmak için Fransa'ya gönderilir. Hikayenin ana çatısı bu şekilde. Kitaptaki karakterlerin, birinin değil, ikisinin değil, baş karakterlerin değil, tüm karakterlerin birer birer okura anlatılması ve hepsini etiyle kemiğiyle karşınızda görmenize sebep oluyor. McEwan'ın en büyük başardığı şey de bu sanırım. Kitabı Briony'nin ağzından yazıyor ve ne 12-13 yaşında bir kız çocuğuyken anlattıklarına ne de 85 yaşındaki doğum gününden yazdıklarına inanmakta güçlük çekiyorsunuz. Bir yanlış yorumun birden fazla insanın hayatını nasıl alt üst ettiğini okuyunca iki düşün bir söyle atasözünü anımsatıyor. Kitap Atonement isimli bir filme de uyarlanmış ki akşama da onu izleyeceğim Amazon üzerinden. Kitabın bendeki baskısı Yapı Kredi Yayınlarından, 336 sayfa ve indirimsiz fiyatı 110 TL. 
Güzel kitap bence denenir. İndirim kovalayıp mutlaka okuyun. 

Günlerden Galatasaray #12

Hatayspor 2-1 Galatasaray (Wilfred)
Ve namağlup serisi sona erer! Geçen sezonki Beşiktaş maçından sonra ligde hiç yenilmeyen, Şampiyonlar Liginde elemeler dahil yaptığı 10 maçta da yalnızca Bayern'e mağlup olan Galatasaray'ı yenecek takım Hatay'daymış! Öncelikle kendilerini tebrik ediyor ve maça geçiyorum. Kötü oynayarak kazandığımız, ite kaka kazandığımız maçlar olmuştu, evet, fakat mağlubiyeti bu kadar aradığımız maç ilk kez izledim bu sezon ve bulduğumuzu da gördük. Kağıt üzerinde kurulabilecek en iyi on birlerden birisiyle çıkmış olmakla birlikte bu kalitenin nasıl çalışmadığını anlayabilmek mümkün değil. Şampiyonlar Ligi'ne giderken akıllar orada, Şampiyonlar Ligi'nden dönerken fiziksel ve mental yorgunluk var. Şampiyonlar Ligi'nde olmak istiyorsanız, bunlar olacaktır üzgünüm. Alışmak ve maç maç gidip seri şekilde kafayı lig-şl arasındaki odakta geliştirmek gerekiyor. Yeni bir takımız fakat ekseri bunları başarmış, tecrübeli oyunculardan oluşan bir takımız. Bu tarz problemleri yaşamamak gerekiyor artık. Maçın sonundaki pozisyon, hakem falan konuşmak istemiyorum zira bu maçın kaybedilmesinin sebebi -ve artırıyorum son birkaç maçın sancılı geçmesinin- gole çevrilemeden harcanan pozisyonlardır. Son vuruş çalışması lazım takımın. Gol atamadıkça lüzumsuz bir elektrik yükleniyor. Bu maç da böyle geçsin bakalım. Milli takım arasına kendimizi 3 puanla atabilseydik iyiydi ama, kısmet. Hedef 24, yürüyedurun!

Aşka Övgü | Alain Badiou

İncecik bir felsefe kitabı bulmuşken kaçırmamak için aldım ve gün içinde de bitirdim. Kısacık, hap gibi, Zweig kitapları gibi, çok tatlı oldu. Badiou, Rabat doğumlu bir felsefeci. Fransa'da sevgililer gününde bir konferans düzenleniyor. Bu konferansa Badiou'yu konuşmacı olarak çağırıyorlar. Truong isimli bir de yayıncımız var. Badiou ile söyleşi yapıyorlar. Soru cevap şeklinde yapılan bu paneldeki konuşmayı da kitaplaştırmışlar. Serap da dayanamamış almış okumuş. Kitap, sunuş ve son söz hariç altı bölümden oluşuyor. Aşkı sanatla, siyasetle, felsefeyle eşleştirerek kendince anlatıyor. Benim en yakın hissettiğim bölüm "Sevgililerin Kurduğu" isimli olandı. Çünkü uslanmaz bir romantik olduğum için siyaseti, felsefeyi falan değil sevdiceğe duyulan aşkı anlatıyor. Sarkozy'nin Fransa Devlet Başkanı iken aldatılmasına ilişkin yazdığı kitaptan da bahsedilen yerler vardı. Kesinlikle magazin değil, ama örnek verdiği şekilde okumak keyifliydi. Ben okurken keyif aldım. Denemek isterseniz, biraz felsefeye ilginiz varsa, bence çalışır. Kitabın bendeki baskısı Tellekt Yayınlarından, 72 sayfa ve indirimsiz fiyatı 72 TL. 

İkiz Bedenler | Tess Gerritsen

Ne kitap yazmış be! Polisiye türünü okuduğumda beklediğim; sürükleyici olsun, yeterli miktarda gerilim ve şiddet içersin, beni şaşırtan öğeler içersin, tatmin edici bir sonu olsun tamam işte. Kitaba başladığım gün neredeyse yarılamıştım, yani sıraladığım kriterleri fazla fazla karşıladı. Gerritsen kitapları, özellikle dedektif Rizzoli ve adli tıp hekimi Isles ablalarımın serisi, beni tam manasıyla gerilimden heyecana sürüklüyor. Okuduğum kitapları arasında boşu yok. Şu kitaba tertemiz 8 puan verirsin bitirdikten sonra fakat işte polisiye olması zaten amacı akıp gitmek olan bir kitabı arşa çıkarmalı övmeme engel oluyor. Keşke seriyi sırayla okusaydım da karakterlerle ilgili şaşırtıcı şeylerle karşılaşmadan önce haberim olsaydı (yazar burada spoiler vermek istemiyor). Farklı kitaplarda farklı cinayetler anlatılmakla ve o kitaptaki cinayet o kitapta bitmekle birlikte, ana karakterlerimiz Maura ve Jane'in hikayesi ilerlediği, hayat devam ettiği için kitaplar da çıkış sırasıyla okunsaymış tarafımdan, daha sağlıklı olurmuş. Neyse arada atladığım kitabı sepete ekledim. İlk fırsatta buralarda görürsünüz. Kitabın özet hali şu; hamile kadınlar teker teker ortadan kaybolur ve cesetleri bulunur. Bir seri katilimiz mevcut fakat kim, neden ve ne zaman sorularının cevabı ortaya çıkmıyor bir süre. İşin içinde Isles'ın farklı bir yönden dahil olmasıyla kitap kendine kilitleyiveriyor. Eğer polisiyeden ve adli tıpla süslenmiş polisiyeden hoşlanıyorsanız ıskalamayın. Kitabın bendeki baskısı Doğan Kitap'tan, 376 sayfa ve indirimsiz fiyatı 185 TL. Daha ucuza bulun, kampanya kovalayın, ama okuyun.

Dil İçgüdüsü | Steven Pinker

Çok çok uzun bir süreden sonra ilk kez bir kitabı ite kaka okudum ve bitirebilmek için gerçekten çaba sarf ettim. Akmıyor kitap. Çevirisi çok başarılı değil. Örnekler ekseri kitabın anadili olan İngilizce üzerinden verildiğinden sürekli tekrara düşmüş gibi hissettiriyor. Chomsky'nin -ki kendisi dil üzerine çalışan bu alandaki en ünlü dilbilimcilerdendir- savunduğu dilin sonradan öğrenilen bir şey olmasından ziyade içgüdüsel olarak insanda var olduğu fikrini savunuyor Pinker. Chomsky'nin kendisi de bu kitapla ilgili olumlu değerlendirmelerde bulunmuş hatta. Bu güzel tarafı. Bu kitabı İngiliz Edebiyatı veya İngilizce ile ilgili herhangi bir bölüm okuyan bir arkadaş okusa, büyük faydasını görebilir. Fiil çekimlemelerinden tut da birleşik kelimelerin nasıl türetildiğine dair envai çeşit bilgi veriliyor. Bak bunu çeviri olarak değilse de Türkçe halini yazan olsa, yutar gibi okurdum. Fakat bu kitaba odaklanmakta aşırı zorlandım ki pek vaki değildir bu kişisel okuma tarihimde. Fikir güzel, denenmesi güzel, kendi dilinde eminim başarılıdır, ama çevirisi ı ıh. Hani klişe bir laf vardır, orijinali iyi de çevirince özelliğini kaybediyor diye, işte tam da onu hissettim okurken. Neyse bu da böyle olsun bakalım, yapacak bir şey yok. Kitabın bendeki baskısı Bilge Yayınlarından, 544 sayfa ve indirimsiz fiyatı 225 TL. Alan çalışması falan yapmıyorsanız, bence gereksiz masraf. Fakat alandan bir çalışma için okumanız gerekiyorsa sitelerden indirim kovalamanızı öneririm.

Günlerden Galatasaray #11

Galatasaray 2-1 Kasımpaşa (Wilfred x2)
Hafta içi oynanacak Bayern maçından önce akılların yine Şampiyonlar Liginde olduğunu umduğum bir maçtı. Zira oynanan oyun pek de tatmin etmedi. Bu çocuklar ya böyle ite kaka oynuyorlar her maçı ya da yaldır yaldır oynayıp gol atamıyorlar. Gerçi bu maçın da ilk 15-20 dakikasında Wilfred'in tek başına mundar ettiği en az 3 pozisyon saymıştım ama sonra öyle bir gol attı ki kendini affettirdi desem yeri. İkinci yarının da hemen başında yine Wilfred ile golü atınca maç 2-0'a geldi. Hemen akabinde yediğimiz golle fark bire inmiş olsa da maçı 2-1 kazandık neticede. Bunlar işin tatlı tarafları. Bu maça dair kalp kırıklığımız ise Nando'nun sakatlanıp hepimizin gözyaşları arasında sahayı terk etmesiydi. Bu çocuk hala hepimizin kıymetlisi. On küsur yıl sonunda artık bizden birisi. Akşam twitter'da okuduklarıma göre dirsek çıkmış sonra sahada Yener Hoca ilgileniyordu ya, orada oturtmuşlar anladığım kadarıyla. Kol askısıyla çıkıyordu stattan akşam. Acı çekiyor gibi de değildi pek, çok şükür. Son olarak Victor. Bir süredir oynayamıyorum diye trip atıp duruyordu ortamlarda. Dün akşam ilk on birde başlayınca yüzü de gülmeye başladı. Kendini hazır tutması açısından epey kıymetli. Bu da güzel haber. Son olarak peki Mauro'nun kaptanlığı??? Aşşşırı yakışmadı mı?💑 İyisiyle kötüsüyle bir haftayı daha bitirdik bu maçla. On bir maç on galibiyet 31 puan. Vallahi razıyız! Hedef 24, yürüyedurun!

Kuru Otlar Üstüne | 2023

Ahlat Ağacı'nı sinemada izlediğimde büyülenmiştim. Havası, tarzı, şahane oyunculuklar... Sonra tüm Nuri Bilge Ceylan külliyatını izleyip tamamladım ve hepsinin birbirinden kıymetli işler olduğunu gördüm. Bu referansla da Kuru Otlar Üstüne çekim aşamasından gösterime girene kadar heyecanla beklediğim bir film oldu. Nihayet salı akşamı bir anlık kararla, vizyondan da çıkar korkusuyla, iş çıkışı 20.00 seansına bilet alıp izledim filmi. Eksik kalmasın kişisel tarihimden diye de üstüne uyuduktan sonra başladım yazmaya.