Kalemiyeden Mülkiyeye | Carter V. Findley

Okulda ders alırken, Türk Dış Politikası dersine giren hocanın tavsiye ettiği bir kitaptı Kalemiyeden Mülkiyeye. Tatile girmeden önce okumayı kendime ödev addettiğim, gerçekten de izne ayrılmadan bitirdiğim, fakat bir türlü yazma fırsatı bulamadığım bir eser olarak kalmıştı. Bugün bilgisayarı elime alıp blogu açınca artık yazma sırasının kendisine geldiğine kanaat getirerek buralardayım. Kitap bir araştırma eser. Beş bölümden oluşuyor. Findley, bugün künye defteri olarak tabir edebileceğimiz, Osmanlı'nın son döneminde görev alan memurların kişisel bilgilerini kaleme aldıkları sicili ahval defterlerinden yola çıkarak imparatorluğun bürokrasisinin nasıl çalıştığını anlatmaya çabalamış. Yer yer istatistikler ve yorumlarıyla sıkıcı hale gelen kitap, Osmanlı'da şakird olarak isimlendirilen devlet personelinin eğitimlerinden kazançlarına hayatlarının görevlerine etkisinden bahsederken, bir tarih kitabı olmasına rağmen keyifli hale geliyor. İmparatorluğun her döneminin batı için adeta bir cazibe merkezi olması, bu kitabı da yıkılışına yakın döneme bakarak Princeton'da bir akademik çalışmanın konusu olarak karşımıza çıkarıyor. Kitabın bendeki baskısı Alfa Yayınlarından, 536 sayfa ve 59 TL. Osmanlı'nın son döneminde kamu yönetimine dair bir araştırma kitabı arıyorsanız, bilhassa akademik olarak, ıskalamamanızı tavsiye ederim.

Otomatik Portakal | Anthony Burgess

Kitap bir anti-kahraman hikayesi. Baş karakterimiz Alex'in ağzından dinliyoruz öyküsünü. Kendisi tam bir hırt. Lisede okuyor ama her türlü itlik bunda, serserilik bunda. Aslında müzik zevkine falan bakınca, ki kendisi Beethoven ile Mozart hayranı, naif bir insan olduğunu düşünmek istiyorsunuz ama damarlarında kan yerine şiddet dolaştığı için düşündüğünüz insandan çok çok uzakta. Alex'in işlediği bir suç neticesinde hapse girmesiyle kitabın ikinci bölümü başlıyor. Yönetim tarafından suçluları topluma kazandırmak için bir hipnotizma yöntemi kullanmaya karar veriyorlar ve ilk denek de Alex oluyor. Henüz okumadıysanız çok da detay vermeden konu olayını burada noktalayayım. Kitaba dair son söyleyeceğim şey de adına ait. Kitabın adının geçtiği sayfaya kadar düşünüp duruyorsunuz, neden otomatik, neden portakal diye. İşte o çok alakasız bir yerden çıkıyor diye fitili de yakayım öyleyse. Ahlakın yozlaşmasını, gençlerin yetiştiği ortamın ne kadar bozulduğunu, saygı ve sevgi kavramlarının içini nasıl boşalttığını 50 sene öncesinden görüp zamanın ötesine bir eser bırakmış Burgess. Sanıyorum kitabın "klasik" olarak tanımlanıyor olmasının sebebi de tam olarak bu. Kitabın bendeki baskısı yukarıda gördüğünüz gibi İşbankası Kültür Yayınlarından, 171 sayfa ve 16 TL.

Ahmed Arif'ten Leyla Erbil'e Mektuplar

Başkalarının mektuplarını okumak yatak odalarına bir göz atmak gibi geliyor okurken. Hele ki bu mektupların tarafları arasında romantik bir ilişki varsa çekinerek okuyorsun, acaba rızası olur muydu diye... Fakat bu ikili ilişkinin ötesinde fonda Türkiye'nin 50'li yıllarına bir bakış atıyoruz. Bir şair olan Ahmed Arif'in, çiçeği burnunda bir yazar olan Leyla Erbil'e verdiği yazım tüyoları, şiirlerini ilk onunla paylaşması, dönemin yazılar ve şiirleri tanıtma mecrası olan dergilerin aslında ahbap çavuş ilişkisiyle işliyor olması ve bilhassa bir aydının, bir şairin sürgünde olması mektuplarda göze çarpıyor. Ve tüm bunların da ötesinde karşılığı olmadığını düşündüğüm bir aşk... İnsanı nasıl örseliyor ama nasıl da vazgeçilmez olup kendine verdiğin her sözü yemeni sağlıyor... Sanıyorum kitapla ilgili tek ofsayt, aslında büyük bi eksi benim gözümde, Leyla'nın yazdığı mektuplara ulaşılamamış olması. Kitabın önsözünde bununla ilgili bir anekdot var. Mektuplar bulunamamış! Zaten karşılık bulmayan aşkı iyice kırılgan yapıyor bu durum. Belki karşı tarafın sözlerini de okuyabilseydim Ahmed Arif'e bu kadar üzülür müydüm, bilemiyorum. Kitabın bendeki baskısı yukarıda gördüğünüz üzere İş Bankası Kültür Yayınlarından, 208 sayfa ve 18 TL.

Yanılsamalar Kitabı | Paul Auster

Enteresan bir arkadaşla daha karşınızdayım. Kitabımızın baş karakteri David Zimmer. Eşini ve iki çocuğunu bir uçak kazasıyla kaybediyor. Sonra hayata tutunma yolu olarak bir oyuncunun sessiz filmlerini incelemeyi kendine görev ediniyor ve kitap bu kaynaktan gelişiyor. Buralar spoiler değil, zira kitabın arka kapağında birebir bu sözcükler mevcut. Gelelim kitabın enteresan tarafına... Auster öyle bir evren koymuş ki kitabın içine, gerçeklik duygusunu kaybettiren bölümler var kitapta. Okuduğunuz bir bölüm acaba gerçekten var mıydı diye tereddüt ediyorsunuz zaman zaman. Zaten adında da "yanılsamalar" geçen bir kitaptan başka türlüsü zor beklenirdi. Sanırım böyle gerçeklik ve zaman kavramlarının anlamını yitirmesinin sebebi kitabın asıl konusu olan David'in hayatıyla birlikte, David'in incelemeye başladığı oyuncu Hector'un hikayesinin de akıyor olmasıydı. Çünkü Hector'un hikayesi geçmişte, David'in hikayesi kitabın anlatıldığı dönemde geçiyordu ve iki hikaye arasında sürekli bir git gel halinde geçmişti kitap. Benim okuduğum ilk Auster kitabıydı ve itiraf etmem gerekirse "artık Auster ile tanışmalısın" diye bu kitabı bana veren arkadaşım, tanışmak için çok doğru bir kitap seçmişti. Siz de henüz kendisiyle müşerref olmadıysanız, bence bir şans verin, seveceğinizi öngörüyorum. Kitabın benim okuduğum baskısı Can Yayınlarından, 306 sayfa ve indirimsiz fiyatı 44 TL. Iskalamayın.

Mösyö İbrahim ve Kuran'ın Çiçekleri | Eric-Emmanuel Schmitt

Karenina'dan sonra hap gibi bir lokmada yutacağım bir kitaba ihtiyacım vardı. Mösyö İbrahim ve Moiz'in hikayesi işte tam bu noktada ciğerparemin tavsiyesi üzerine okuma serüvenime konuk oldu. İşyerinden çıktım, servise bindim okumaya başladım. Eve geldiğimde kitap bitmiş, gözlerim dolmuştu bile... Kitapta aynı sokakta yaşayan birisi Sufi birisi Yahudi, biri hayatının sonunda biri henüz başında olan iki erkeğin yol arkadaşlığının hikayesi vardı. Şeker Portakalı tadında ama daha kısa bir kitaptı. Bir Fransız'ın gözünden Sufizmi okumak keyifliydi hepsinden öte. Hikaye bir kısmında yol hikayesi olarak aktı, nefisti mesela. Uzun uzun anlatılmayı değil tek nefeste okunmayı hak eden bir kitaptı özetle. Sakın ıskalamayın! Kitabı bulamazsanız filmi de çekilmiş ve başrolünde de Ömer Şerif oynuyor, belki onu izleme fırsatı bulursunuz, ben izlemedim ama sinematografik açıdan da keyifli olacağına eminim. Kitabın benim okuduğum baskısı Bilge Kültür Sanattan, yalnızca 58 sayfa ve satışı varken 7 TL imiş.

Anna Karenina | Lev Nikolayeviç Tolstoy

Başlığı koca koca yazdım ki bu kitabı yaklaşık iki haftada pes etmeden okuyup bitirebildiğimi kendime gösterebileyim... Kitabı benim gibi gözü korktuğundan okumayanlar varsa kısa bir özet geçiyorum; iki tane aşkı merkez konu olarak almış kitap. İlki Anna ile Vronsky, diğeri Kiti ile Lenin. Anna evli bir kadınken Vronsky'e aşık oluyor ve evliliğini dağıtıyor, Kiti ve Lenin ise başta ayrılıp sonradan yolları yeniden kesişiyor. Ama kitap kesinlikle bir romantik komedi değil. Tam aksine geçtiği 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başı dönemi fona alarak hem toplumu anlatıyor hem de Tolstoy'un fikir dünyasının pencerelerini açıyor. Hatta Lenin'in bir nevi toprak ağası olması üzerinden kapitalizme ve feodalizme de yer yer göz kırpıyor. Kitaba belki de haddim olmayarak getireceğim eleştiri ise Anna'ya biçilen rol. Bu tarz olaylarda genellikle kadın suçlu bulunur ve toplumdan dışlanır ya, Tolstoy da o yolu seçiyor yazık ki. Aslında seçeceği yolu "öç benimdir, karşılığını ben vereceğim" cümlesiyle kitaba başlayarak işaret etmiş ama kitabı bitirmeden ben anlayamamıştım elbette. Rus Edebiyatı beni çok yoruyor. Böyle kallavi kitaplar, birbirine benzeyen isimlerin olduğu karakterler, o karakterlerin neredeyse tüm sülalesini barındıran hikayeler... İlk 400 sayfada bu kitabı neden bırakmıyorum sorusunu sıklıkla sordum kendime fakat sonra tempoyu alıp karakter tanıtımları artık nihayete erince akmaya başladı ve kitabın kalan %60'lık kısmını daha kısa sürede okumuş bile olabilirim. Kendinize ve elbette gözlerinize güveniyorsanız başlayın. Kitabın bendeki baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, 1062 sayfa ve 38 TL.