Çankaya | Falih Rıfkı Atay

Çankaya, Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki biyografik bir kitap. Mustafa Kemal'in özellikle son 15-20 senesinde yanında olan isimlerden bir tanesi Falih Rıfkı Atay. Ve diğer birçok yoldaşı gibi o da Atatürk'e kendi penceresinden bakmayı, anılarını kaleme almayı ihmal etmemiş. Sofrasına oturan, fikirlerinin çıkmasına şahitlik edebilen, aynı havayı soluyan isimlerden birisi olarak çok da bilinmeyen detaylara vakıf olması kitabın yazarını, Mustafa Kemal hakkında okuduğum diğer kitapların yazarlarından ayrı bir yere koyuyor elbette. Bilhassa kısa kısa anıların yer aldığı Anı ve Fıkralar bölümü gayet keyifliydi. Hastalığının ve ölümünün yer aldığı bölümde ise yine yüreğim dağlandı. Sonunu bildiğin bir olaya bu kadar üzülmenin bir sözlük karşılığı varsa, tarihi kitapları okurken yaşadığım hisleri işte o kelime anlatacaktır. Kitapla ilgili tek sıkıntım akıcı olmaması. Normalde bu kitabı benim bir hafta en geç on gün içinde bitirmem lazımdı. Oysa ki 2-3 haftadır elimde. Evet içinde daha önceden okumadığım, bilmediğim birçok anekdot ve bilgi var fakat anlatım gücünün biraz zayıf kaldığını itiraf etmek gerekiyor. Kitabın bendeki baskısı Pozitif Yayıncılıktan, 656 sayfa ve 75 TL. Eğer okumak için edinmeyi düşünüyorsanız Kitapyurdu.com'da kitap şu an 49,50'den, arşivlik almak isterseniz de ciltlisi 87,50'den satıştaymış, bunu da küçük bir bilgi notu olarak düşeyim. 

Ömrümüzden Bir Federer Geçti

Dün akşam Londra'da düzenlenen Laver Kupası ile tenise veda etti ekselansları. Tam 24 senelik bir kariyer, teklerde 20 Grand Slam şampiyonluğu, en uzun dünya liderliği serisi, en çok Wimbledon kazanma rekoru gibi birçok başarısı var Roger'ın. Fakat onun efsanevi oluşunun nedeni kazandığı başarılardan ziyade müthiş bir insan, kaliteli bir beyefendi ve nefis bir sporcu olmasından kaynaklanıyor. Bunun en güzel göstergesi ise ömürlük rakibiyle gerçekleştirdiği veda maçıydı. Bir devrin sonu olarak nitelendirebiliriz bu maçı, zira onun gibi bir tenisçi belki gelir, belki daha yeteneklisi gelir, rekorları kırılır ama onun gibi müthiş bir sporcuyu zor görürüz. 

Roger'ı, bu kadar efsane yapan biraz da rakiplerinin kalitesiydi belki de. Nadal, en büyük rakibi, en iyi dostlarından birisi, iflah olmaz bir Federer taraftarı olan benim bile saygımı kazandı dün gece. Tüm maç boyunca çift olarak çıktıkları son maçını kazanması için kendisini paraladı. Maç biter bitmez el ele oturup ağladılar. Rakibin bile kalitelisi böyle güzel bir hikaye yazmayı başarabilen Federer'e nasip oldu özetle. Ben ve benim gibi dün geceye şahitlik edenlere ise gözyaşları ve mutlulukla dolu dolu bir tarihi gece kısmet oldu. O an yaşadığım duygu yoğunluğu ile şimdi bile gözlerim doluyor. Şahsen payıma düşen Federer'i izleyebilme şansı için hayatıma teşekkür ederim. İyi ki!

Fanatizm mi Sevgi Körlüğü mü?

Tam da Terim ile ilgili yazdığım yazının akabinde bir özeleştiri olacak galiba beyin fırtınası bölümünün ikinci ayağı. Ama bir süredir bu konu üzerine düşünüyorum. 
İçimdeki "sevgi delisi" kadının ne yapacağı, sevgisini ne ölçüde kime doğru taşıracağı hayatımın hiçbir döneminde belli olmadı. Ben 5 yaşındayken de böyleydim bugün, 35 yaşındayken de böyleyim. Sevdiğim her şeyi ölçüsüz bir şekilde seviyorum. Kimisi bu sevgiden boğulup kaçıyor kimisi de yer yer boğulsa da beni dürtüp benle devam ediyor. Ama bu ölçüsüz sevgi hangi noktada fanatizme bağlar? Nerede zarar vermeye başlar işte tam da bunu konuşmak istiyorum bugün. Hazırsak başlıyorum!

Terim | 2022

2021 yılı başında, Hoca hala takımın başındayken, Netflix için bir içerik üretileceği açıklaması yapılmış, bazı idmanlarda, maçlarda, kampların bir kısmında Hoca'nın peşinde dolaşan kameramanlar ve spikerler görmüştük. Bütün hazırlıklar devam ederken, Burak Elmas yönetimi bize bir sürpriz yaptı ve Hoca'nın görevine son verdiklerini açıkladılar. Bazı kalp kırıklıkları yaşandı, şahsi fikrim sezonu tamamlamasında hiçbir sakınca olmadığı yönündeydi mesela zira kaybedilecek her şey kaybedilmişti ve Galatasaray UEFA'da Barcelona ile eşleşmişti. Kabul edelim ki Hoca'nın takımın başında o maçta olması bir şeyleri değiştirebilirdi. Neyse aynı şeyleri tekrar konuşmak faydasız. İşte tam da bu ortamda hazırlandı Terim belgeseli. Büyük gün ise 15 Eylül 2022'de gelip çattı. Öyleyse biraz konuşalım.

Time | 2021

Netflix evreninden çıkıp biraz da farklı dünyalara ayak basmak maksadıyla GAİN edindim bu hafta sonu. Hazır izin de devam ediyorken ne izlesem kardır mantığıyla yürüyorum. Time, GAİN'de yayınlanan 3 bölümlük bir mini dizi. Ben baktığımda IMDB puanı 8.2/10'du. BBC yapımı. Her bölüm yaklaşık 50 dakika sürüyor. Yani toplamda aşağı yukarı 3 saatinizi alacak izlerken ve bu herhangi bir Baba filminin süresine eşit ki verdiği haz da benzer. İddialı mı oldu? İnanın değil. Alkollü araç kullanırken bir bisikletliye çarpan ve onun ölümüne neden olan Mark, 4 sene mahkumiyetle cezalandırılır. İşte hapishanede geçen o 4 seneyi izliyoruz dizide. Başrolü paylaştığı Eric ise bir gardiyanı canlandırıyor. Dizide anlatılan hikaye aslında suç temalı bir olay. Fakat bana müthiş dramatik geldi. Acıydı. Sertti. Tokatlar gibiydi. Özgürlüğün sağlık ile birlikte bir insanın en büyük zenginliği olduğunu düşündüm sıklıkla. Dizide kafayı kurcalayan soru da şuydu bence; birini öldürmek sizi kötü yapar mı? Diziyi izlemeden önce başka bir hayatı sonlandırmak bir insana yapılacak en büyük kötülük diye düşünürdüm kafadan. Fakat belki de yönetmenin diziyi Mark'ın gözünden anlatmış olması empati kurmamı sağlamıştır ki bu kadar köşeli hissetmiyorum artık. Dizinin 2. sezonu için 2023 tarihi verilmiş. Devam eder mi, bilmiyorum. Ederse bu kez Eric'in hikayesini izleyeceğiz sanırım. 2. sezon gelse de gelmese de size tavsiyem bu 3 bölümü ıskalamayın.

Günlerden Galatasaray #7

Ne maç oldu yahu! Önce rakip. Konya güzel takım. İlhan Hoca geçen sezon yarım bıraktığı iş için bu sezon 6 maç müthiş dayandı. 7. maçı da neredeyse koparıyordu. Yukarıda Allah var, yenildiğimiz Giresun maçı dahil hiçbir maçta bu kadar gerilmemiş ve heyecanlanmamıştım. Bunda Konya'nın payı büyük. Galatasaray'ın ilk yarıdaki baskısını güzel göğüslediler, ilk dakika dolmadan yedikleri gole rağmen oyundan düşmediler, ikinci yarının ilk 15 dakikası bizi neredeyse kendi yarı sahamızdan çıkarmadılar. Tüm kalbimle kutluyorum, zira bize oynayan takım lazım. Defansa otobüsü çekip kapanan Aykut Kocaman takımları değil. İkinci yarıdaki Galatasaray maçına kadar gol yememe serilerinin devam etmesini temenni ediyorum. Öte yandan Galatasaray dün akşam doğru oynamadı aslında. Geçen haftaki maça göre daha tutuktu bir kere kafadan. Maçın başında Sergio'nun golü gelince "nihayet o bol gollü maçı izleyeceğiz" diye sevinmiştim ama olmadı yine. Neyse bu maçtan galip çıkmak önemliydi. Bazen kötü oynadığın maçlarda da kazanırsın ve şampiyonluklar böyle gelir. Her maçta kusursuz oynayamayız zaten. Nazar olur. Şaka bi yana ikinci yarını başı hariç çok istekliydi aslında takım. Fakat Bafe'nin etkisiz kalışı, Kerem'in beceriksizliği, Nando'nun yenilen golde önde oluşu ve bir anlık konsantrasyon kaybı maçın hataları olarak sıralanabilir. Takımda bu hafta en beğendiğim isim ise Lucas. Son olarak bir kaptan, hele ki Nando gibi taraflı tarafsız herkesin takdirini toplayan bir topçuyken, tartışan takım arkadaşlarını ayırmaya geldi diye yalnızca Galatasaray forması sırtındayken kart görür. Bu notu da tarihe düşelim. Sıradaki?

Günlerden Galatasaray #6

Oooo top tepen bir takım, alırım bir dal. Deplasman başarısı devam ediyor. Gol atamama sıkıntısı nispeten çözülmüş gibi duruyor. Kanatlarda yapılan muhtelif hatalar azalmaya başlamış. Takım ufaktan rayına oturmaya başladı diyebilir miyiz? Valla bence deriz. Takımın maça neredeyse gol yiyerek başlaması, fakat buna çabuk reaksiyon göstermesi önemliydi dün adına. Çünkü bu kaybetme fikrine olan alışkanlığın yükünün sırttan atılıyor olduğunu gösteriyor. Maçın geneline baktığımızda Galatasaray'ın üstün bir oyun sergilediğini görebiliriz. Maç esnasında düşen istatistiklerde 77/23 64/36 gibi topla oynama oranlarını görmüştüm ki amacı toplu halde oynamak olan bir takımın bunu başarıyor olması Hoca'ya yazar. Okan, şimdilik bu işi kotarıyor gibi görünüyor ve sanırım bu sezon bu kotarma işini ilk kez Kasımpaşa maçında düşündüm. Takım oyununun oynadığının bir diğer göstergesi neydi biliyor musunuz? Takımda şu topçu öne çıktı diye birini işaret edemiyorum. Bafe ve Kerem golleri attı evet, Yunus ve Sacha yine çok iyilerdi evet, Nando'nun çıkardığı nefis iki aşırtma vuruş var şahaneydi evet, am şu adam öne çıktı diyebileceğim bir isim yok. Takım komple iyiydi bugün. Kerem'in ikinci golü şahaneydi, gerçekten büyücü gibi falsoladı o topu hala nasıl kıvrılıp girdi kaleye şaşırıyorum. Sergio'nun direkte patlayan nefis şutu daha goldü mesela bence. Neticede Kasımpaşa maçını 3-2 kazandı Galatasaray. Kabul iki gol yemek tatsızdı, ama 1-0 kazanılan bir maçtansa 3-2'nin önünde diz çökerim. Sıradaki?

Bir Tarkan Konseri

9 Eylül'de, İzmir'in düşman işgalinden kurtuluşunun 100. yıl dönümü kutlamaları kapsamında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in katkılarıyla Tarkan bir konser verdi. Konserin açıklandığı günden, yapıldığı güne kadar vır vır her kafadan bir ses çıktı. Konser oldu bitti hala tatavası devam ediyor. Ben de dışarıdan bakmaya çalışan bir çift göz olarak işi son zamanlarda yaşadığımız kutuplaşma üzerinden anlatmak istedim. Bu yazı da blogdaki yeni bir serinin "beyin fırtınası"nın ilk ayağı olarak arzı endam edecek. Başlıyorum!

Günlerden Galatasaray #5

Büyük bir iç huzurla başlamak istemiştim bu sezona ve gerçekten hiçbir maçta hakem konuşmayacaktım. Ta ki YKU isimli hakemi Galatasaray - Gaziantep maçına atadıkları anı görene kadar. Acaba şer akan yüzüyle bu maça nasıl damga vuracak diye bekliyordum sağ olsun vurdu da. Lütfen verilen bir penaltı var Galatasaray'a, Allah'ın aşkına Bafe de gitti onu kalecinin göbeğine nişanladı. Bu kadar olur yani! Maçın genelinde üstün taraf, istekli taraf ve yine şanssız taraf bizdik. Bu takımın bu sezon 3-4 farklı kazandığı bir maçı görsem, çocuklara çikolata dağıtacağım gerçekten. Olmuyor yahu. Gidiyor direğe tosluyor top, kaleyi sıyırıp geçiyor, kalecinin kucağına düşüyor ama o üç direğin arasından geçip bir türlü gol ol mu yor! İzlerken tepinerek ağlamak istiyorum hırsımdan bu kısmetsizliğe artık. Ha döndü ha dönecek derken 5 hafta geçti. Temennim 6. maçın dönüş maçımız olması. Maçın ilk yarısında Bafe'nin golüyle beraberliği yakalayıp ikinci yarıda da Sefer'in vuruşunu tamamlayan rakip oyuncunun kendi kalesine attığı golle (teşekkürler superman) 2-1 kazandık maçı. Gollerin ikisinin de asisti Yunus'tan geldi. Geçen maçta Yunus'un sağa çok kapandığından dem vurmuştum. Bu maçta duymuş gibi daha serbest oynadı ve maşallah çok daha iyiydi. Ama Yunus'tan da daha iyisi Sacha oldu. Müthiş bir hız ve ışıl ışıl bir akılla oynuyor. Kocaman bir maşallah da ona. Dilerim oyundan düşmez, dilerim bir yere gönderilmez, ligin altın ayağı bu kez de bir sağ bek olur. Sakatlık kaza bela olmasın, inanın zor değil. Sıradaki?

Maç sonu güzelliğini de paslayıp kaçıyorum öyleyse💖;


Hangi Batı | Attila İlhan

Geçtiğimiz haftalarda Batı'nın Deli Gömleği kitabını okumuştum yazarın. O kitap biraz daha batılı devletlerin Türkiye üzerinde kurmaya çalıştığı tahakkümden bahsediyordu. Hangi Batı ise işe biraz daha içeriden bakan bir kitaptı. Yani Türkiye Batıyı nasıl görüyor, neresinde olmaya çabalıyor ve bunun ne kadarını başarabiliyor? Yahut tam tersi batının bir parçası olmalı mı bunu sorguluyor. Sıklıkla Mustafa Kemal'in batıcı olmaktan ziyade "muasır medeniyet" ifadesine atıfta bulunarak aslında mevzunun batı olmadığını, çağdaşlaşmanın başarılmasını ve ilerici medeniyetlerin gerisinde kalınmaması gerektiğini anlatıyor. Sert ve altı dolu İnönü eleştirileri var mesela ve İnönü'yü Tanzimatçı yönetim ile kıyaslayarak onlara benzerliklerinden dem vuruyor yazar. Günümüzde epey tartışılan İnönü'nün, aslında eleştirilebilir tarafları olduğunu düşündürdü bana okurken. Bugünkü siyasilerle bir kesim düşünürlerin yaptığı gibi yok Lozan'da kaybetti, yok şöyle başarısızdı, böyle beceremedi şeklinde değil. Öte yandan eğitimin ne kadar boş kaldığını eleştiriyor mesela ki günümüzde halen ülkenin en büyük sorunlarından birisidir eğitim bana göre. Farklı bakış açıları sağlayan bir kitap oldu benim açımdan. Ve kesinlikle diğer kitaptan daha tatmin ediciydi, çünkü işe biraz da içeriden bakmamı sağladı. Bu sebeple de kesinlikle, özellikle de bugünlerde kesinlikle okunmasını tavsiye ederim haddim olmayarak. Kitabın bendeki baskısı İş Bankası Kültür Yayınlarından, 323 sayfa ve 64 TL.