"Bu bir kafa toplama yazısıdır."

Kış için dolabı yeniden düzenlemek dünyada en sevmediğim işler listesinde zirveye oynar. Kıştan yeterince nefret etmiyormuşum, yorganların altında boğulmuyormuşum gibi bir de o yorgan gibi kıyafetleri giymek zorunda olmak beni çok kızdırıyor. Neyse, dolabı düzenlemeye başladım ve iki pantolonumdan kurtulmak zorunda kaldım. Zira aldığım kilolar sebebiyle iki yakası bir araya gelmiyordu. Bir süredir dolapta nasılsa kilo veririm kafasıyla beklettiğimi fark ettim bu iki arkadaşı. Boşuna beklediğimi anladım bugün. Neden mi?


Çünkü ben çikolata, antep fıstığı ve soslu leblebi cipsi (adı bu mu acaba) yemeyi asla bırakamam. Dolayısıyla da kilo falan veremem. Artık 38 değil, 40 beden pantolon ve etekler alıyorum. Pantolonlarla kafayı bu kadar bozmamın sebebi uzun süredir beklettiğim bir şeyim daha olması: Kalbimdeki sevgi. Düzelir mi, toparlanır mı, diye beklerken bi anda pantolon için kurduğum "olmuyorsa zorlamasana kızım" cümlesi kafamda avizeler yanmasına neden oldu. Sabretmek, insana yaşlanmaktan başka bir şey getirmiyor. 3 senelik sabrın sonunda, toplam 6 (yazıyla ALTI) ayı onunla geçiremediğimi anladığımda fark ettim bunu. Ve zaman hiçbir şeyin ilacı değil, sadece seni daha çok kızdırıyor. Bu yazıyı okurken kendinden bir şeyler mi buluyorsun? İşte sana vereceğim tek öğüt: Üzgünüm ama düzelmeyecek. Beklemeyi bırak ve devam et. Zira sen zorladıkça hayat sana nanik çekiyor. Ben bırakmayı deneyeceğim. Sevgimi değilse de beklemeyi... 


Kilo vermeyi beklemekten vazgeçtiğim gibi onu beklemekten de vazgeçeceğim. Bu kararı almanın zamanı geldi de geçiyor bile. Geçen hafta 10 aylık Ankara maceramın en zor günleriydi, yalnızdım... Bu hafta ise daha rahat bi psikolojideyim ve sanırım rahat battığı için sabah ona geri alamayacağım, aslında almak da istemeyeceğim, şeyler söyledim. Geri alamayacağın şeyler söylediğinde sanırım asla eskisi gibi olamıyorsun. Saçlarımı kestirmeden evvel son kez eski usulle (bigudi) sararken düşündüğüm şeylerden birisi de bu oldu. Vakit geçirme çabasının getirdiği 3 şeyden 2'sini yaptım sanırım. Biiiir karışık olan kafa yerine dolabı düzeltme, ikiii kafadaki sorunları çözmeye uğraşmak yerine kafadaki kıllarla uğraşma ve üüüüç alışverişe çıkma. 3'te 2 ile vakit geçirebilmeye close enough (yeterince yaklaşmak) aşamasındayım. Bu kafayla dışarı çıkarsam maaşın bir kısmı ile reddettiğim kış için yeni hazırlıklar yapmak yerine evde bu işlerle uğraşmak daha mantıklı geliyor. Kimi kandırıyorum ki? Hayatımın hiçbir döneminde mantıklı biri olamadım zaten.


Bir metre boyumla iki ay sonra 27 yaşıma gireceğim diye ortalarda dolaşıyorum. Ve herkesin bir gün yüzleşeceği o sorunsal ile burun burunayım: Olmak istediğim kişi bu muydu? Cevabım hayır, tahmin edeceğiniz gibi. Ama bundan şikayetçi değilim. Burada, onun peşinden geldiğim Ankara'da, onsuzken, düşündüğüm kadar, olmam gerektiğim kadar, mutsuz değilim. Boş kalmadığım sürece kendimi de onu da yormuyorum aslında. Bu yazıyı gördüğü anda "işte yine yazmışsın" diyecek. Ona göre hissettiğim şeyleri halka açık yerlere yazmam kötü bir imajdan öteye gitmiyor. Bana göreyse açık yada kapalı, hissettiğim şeyi asla içimde yaşayamıyorum. Şeffaflıkta üstüme yoktur hissettiklerim konusunda. Çok seviyorsam da, pek hoşlanmıyorsam da, seviniyorsam da, üzülüyorsam da... 

Değişemediğim için üzgünüm sevgilim, burada olamadığın için de... Umarım bi gün....... yada boş ver, artık beklemeyeceğim :) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yazın bakalım 😎