Re-cordis

Eğer hayat bizi Eternal Sunshine of the Spotless Mind filmindeki gibi bir noktaya götürmezse unutmak istediklerimizi gömdüğümüz bir bölümü var beynimizin. Benim hayal gücüm böyle ense kökü/geniz civarında, yani böyle diplerde bir yerlerde bi noktayı işaret ediyor bu "gömülecekler" kısmını. 

Bu kısmın çevresinde de tülden bir perde var. Şeffaf, sıkı sıkı kapatılmış gibi görünen... Gel gelelim bi koku, gördüğümüz eften püften bir giyecek, duyduğumuz lanetten bir melodi, herhangi bir ses o tülü bazen tatlı bir meltemle bazen de sert bir fırtınayla uçuruyor. Atlatmak istediğiniz, başkalarından sakladığınız, görünmesinden öcüden korkar gibi korktuğunuz her şey kabak gibi çıkıveriyor meydana. 

Bana bu geçenlerde bir şarkıyı dinlerken oldu. İş yerindeydim, odada çalışıyordum, radyoda o şarkı çıkınca duramadım odada, çıktım koridorda yürüdüm, dışarı baktım, düşünmemeye şarkıyı duymamaya çalıştım. Bu hüzün kaç senede geçer, geçmesi için ne yapılması gerekir henüz bilmiyorum. Ama Vedat Sakman'ın bir bildiği vardır diye düşünüyorum bir yandan da. Belki bu sızıları, bu arada bir yoklamaları hissetmenin de bir anlamı vardır diyorum. Belki "ayrılmanın da vahşi bir tadı var" ama ben henüz o tadı alamıyorum. Bir gün gelecek bunların hepsi tatlı hatıralar olarak kalacak mottosundan sonra alacağım sanırım o "vahşi tadı"...

Şimdi ise dışarıdan bakmaya çalışıyorum bu hislere. Yok sayıyorum. Huzurlu(ymuş) gibi yapıp sevgi pıtırcığı modunda dolaşıyorum; o şarkıları duymamaya çalışsam da gözlerimin dalmasına engel olamadan. Ve tuhaftır artık hissettiğim özlem değil. Sadece o anlara has bir sızı yoğunluğu, beş dakika içinde kaybolan. İçimde haykıran bir yer var: "HAYATTA ÇOK DAHA BÜYÜK KAYIPLAR VAR, ÜZÜLME!" Geçecek. Geçsin. Kalbi delip geçmeden geçsin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yazın bakalım 😎