Chernobyl

Uzun süre öteledim bu diziyi izlemeyi. Gerçek olayların çarpıcılığı beni kurgu işleri etkilediğinin on misli falan etkiliyor çünkü. Binlerce insanın öldüğü, yalnızca yaşandığı yerde değil tüm kıtada hissedildiği ve ülkemizin bir dönemine de yaşattıklarıyla damga vuran Çernobil Nükleer Santralinde yaşanan patlamayı anlatan dizi bu senenin başında yayınlandı biliyorsunuz. Ben de nihayet izleme cesareti buldum. Yazının devamında spoiler olabilir diziye dair. Fakat dizi zaten gerçek bir olayı anlattığından spoiler sayılmaz bence. Yine de siz temkinle devam edin. Başlıyorum.
HBO dizilerinden çok fazla ses getirenler oldu biliyorsunuz. Fakat Çernobil ile ilgili bir dizi çekildiğinin haberi düştüğünde hele bir de "Çernobil'in anlatılmamış gerçek hikayesi" iddiasında bulunulunca ister istemez merak uyandırdı. Ölümlerden, hastalıklardan, vedalardan ve bilumum kötü olaylardan hala çocuk gibi kaçan ben bir yandan merak ederken öte yandan izlemekten adeta korkuyordum bu diziyi. 28 Ekim'in yarım gün 29 Ekim'in ise tam gün tatil olması sebebiyle o 1,5 günü Çernobil'e ayırdım dersek yalan olmaz. Oysa kitap okuyup kutlamaları izlemekten başka bir planım yoktu. Bir anda dizi izlediğim sitede görünce karşı koyamadım sanıyorum. İyi ki de izleme kararı almışım. Zira izlememiş olsaydım kaçırdıklarımdan mahrum kalmış olmak fikri peşimi bırakmazdı diye düşünüyorum. Yaşım itibariyle Çernobil'e olan alakam Kazım Koyuncu kadar. Ona bile ne kadar üzüldüğümü söylersem sanırım kendimi ifade etmiş sayılırım. Üzerinden 33 sene geçmiş bu hikayeyi anlatmak için. Komünist rejim, baskı yönetimi, dönemin şartları derken sanıyorum bugüne kadar beklemiş olmamız en basit tabirle yazık. 


Öncelikle atmosfer... Bundan 33 sene olan bir olayı anlatmanız ve özellikle bir faciayı anlatmanız epey zordur diye düşünüyorum. Ekip çok başarılı bu konuda. Kıyafetler, saç stilleri, evler, iş yerleri, santral, hastane hepsi birbirinden gerçekçi. Santralde olayın oluşu, olaya görevlilerce verilen tepkiler, insanların meraklı şekilde izlemeye gittikleri yer, hastanelerde yaşananlar... Tüm bu detayların gerçekliğinden koparılmadan ekrana yansıtılmaya çalışılması takdire şayandı. İnsanları yormadan verilen nükleer bilgiler de kıvamındaydı. Hani bu neden böyle olmuş acaba diye boş boş ekrana bakmaktan kurtarmış açıkçası. İnsanların çinko tabutlar içerisinde gömülüyor olması, radyasyonlu havayı teneffüs etmiş hayvanların oldukları yerde ölmesi, insanların yaşadıkları yerlerden tahliye edilmesi fakat bunun da kendilerini kurtaramayacağının biliniyor olması ve bilhassa köpeklerin vurulmalarının ardından bir çukur kazılıp içine kamyonla dökülmesi kalbimi bin parçaya ayırdı. Ve tekrar vurgulamakta beis görmüyorum, bu olaylar kurgu değil gerçekti! Oyunculukların ve diyalogların çarpıcılığı da gerçekliğinden kaynaklanıyor elbette. Dizinin bana göre tek ofsaytı ingilizce olmasıydı. Onu da araştırınca HBO'nun marifeti olduğunu okudum bir yerde ve keşke rusça olsaydı diye düşünmeden edemedim. 

Doğayla ilgili binlerce cümle okuyabilir, konferanslara katılabilir, sivil toplum örgütleriyle iş yapabilir yine de istediğiniz mesajı veremezsiniz. Fakat kitlelere ulaşan 5 bölümlük bir dizi yaparsınız Çernobil gibi, herkesin gözüne sokarsınız nükleer enerjinin kontrol edilemeyecek düzeyde kuvvetli ve kontrol edilemediği zaman da aynı seviyede zararlı olduğunu. İnsanoğlu kadar dünyaya zarar veren başka bir canlı yok zaten, bunu biliyoruz. Hala dünyanın sonunu getirmeyi nasıl beceremedik inanın bilmiyorum. Bu dizinin bir de alt metni var bence. Son bölümde görüyoruz ki santralde çalışanlar şeflerini böyle bir sızıntı ile ilgili uyarıyorlar. Fakat adam yılların verdiği tecrübesi ve bu tecrübenin gururu ile siz işinizi yapın ben işimi yapayım kafasında olduğundan reddediyor uyarıları. Sonucu biliyorsunuz. Bazen bir işi gözü kapalı yapacak kadar biliyor olmak da güç körlüğü yaratıyor insanda ve bu körlük Çernobil'deki gibi binlerce insanın hayatına mal olabiliyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yazın bakalım 😎