Fanatizm mi Sevgi Körlüğü mü?

Tam da Terim ile ilgili yazdığım yazının akabinde bir özeleştiri olacak galiba beyin fırtınası bölümünün ikinci ayağı. Ama bir süredir bu konu üzerine düşünüyorum. 
İçimdeki "sevgi delisi" kadının ne yapacağı, sevgisini ne ölçüde kime doğru taşıracağı hayatımın hiçbir döneminde belli olmadı. Ben 5 yaşındayken de böyleydim bugün, 35 yaşındayken de böyleyim. Sevdiğim her şeyi ölçüsüz bir şekilde seviyorum. Kimisi bu sevgiden boğulup kaçıyor kimisi de yer yer boğulsa da beni dürtüp benle devam ediyor. Ama bu ölçüsüz sevgi hangi noktada fanatizme bağlar? Nerede zarar vermeye başlar işte tam da bunu konuşmak istiyorum bugün. Hazırsak başlıyorum!
Fanatizmin Türk Dil Kurumu Sözlüğündeki karşılığı "bağnazlık". Bağnazlığın karşılığı ise "bir kimseye veya bir şeye aşırı düşkünlük ve tutkuyla bağlılık". Bugün futbol özelinden gideceğim ekseri olarak. Futbolda fanatizm veya bağnazlık, desteklediği takımın her yanlışını doğru görme, her doğrusunu yüceltme gibi eleştirel bir bağlamda ele alınıyor. Futbolda fanatizm deyince gözümün önüne gelen imge birbirini döven, gırtlaklayan, ellerinde çeşitli delici ve kesici aletlerle birbirlerinin üzerine yürüyen koca koca adamlar geliyor benim. Geçtiğimiz günlerde bu fanatizmin bir örneğini de izlemekten çok keyif aldığım Nejat İşler yaptı. Fenerbahçe'nin Alanya'yı gerçekten güzel bir oyun oynayarak ve hakkıyla 5 gol atarak yendiği maçtan sonra, muhtemelen gaza gelip "Fenerbahçe Cumhuriyeti" falan diye başlayıp amiyane tabirle zırvalamaya başladı. Yazdıklarına şuradan ulaşabilirsiniz. Bunu o gece okurken ne diyorsun be adam yine diye düşünmüştüm. Üzerine uyuyup ertesi gün çeşitli platformlarda haber şeklinde de görünce düşünmeye başladım fanatizm üzerine. Soru şuydu; acaba ben de Nejat kadar fanatik miydim yoksa benimki daha masum görülebilecek ölçüsüz sevme şeklimin bana verdiği yetkiye dayanarak yaşadığım sevgi körlüğü müydü?

Bir insana, biz buna mesela Arda Turan diyelim veya bir şeye, biz buna Galatasaray diyelim yaşadığım aşırı düşkünlükten bahsedelim benim özelimde. Arda Turan Galatasaray'da arzı endam etmeye başladığından beri yani neredeyse 15-20 yıldır takip ederim onu. Manisa'da Fener'e çelmeyi takıp Galatasaray'ı dışarıdan şampiyon yaptığını da gördüm, Hoca'nın üçüncü döneminin başında takım kendisi üzerine kurulurken İspanya'ya gidişini de. 2008 Avrupa Şampiyonasında prens oluşunu da izledim, 2016 Avrupa Şampiyonasında papazlık yapıp turnuvanın en büyük sürprizini bu sefer tersten yapıp elenişini de. Baba oluşunu da takip ettim, bir şarkıcının karısına sarkıp gece yarısı hastane basışını da, güçlünün yanında durmak için siyasal görüşünü videolarla ortalığa döküşünü de... Benim gözümde hepsi Arda'ydı. Çok kızdığım anlarda da oydu, beni çok mutlu ettiği anlarda da. Zaten çok sevdiğiniz birine ne kadar kızarsanız kızın onu gözünüzde aklamaya çalışırsınız zamanla. Ve buna affetmek denir. Her insan gibi Arda da kusursuz değildi, hataları vardı, ofsaytları vardı ama Arda benim için o 66 numarayı giyen, koca kafalı, dişlek, şaşkoloz çocuk oldu hep ve ben Arda'yı hep akladım. Şimdi bu fanatiklik mi? Bence hayır, bu sevgiye dayanarak yaşanan bir kabulleniş. Herhangi bir yüceltme yok, düşkünlük, aşırı bağlılık yok. Onu bir insan olarak sevme var, iyisiyle kötüsüyle tüm insani değerleriyle sevme var yalnızca.

Nejat'ın örneğine yeniden dönersek; iyi bir Atatürkçüdür bilirim. Faşizme karşıdır. Büyük solcudur. Emeğin ve işçinin tarafında kalmayı tercih etmiştir. Bir şekilde dizilere filmlere dahil olmasını "param bittikçe giriyorum bu işlere" diye itiraf etmekten imtina etmez. Futbolla ilgisi yalnızca Fenerbahçe ile sınırlı kalmaz. Bodrumspor'u destekler başkanlığını yapmıştır. Fenerbahçe'yi büyütür, abartır, düşkünlüğü aşırıdır. Aşırı olmasa cumhuriyet içine cumhuriyet kuracak kadar neden inatlaşsın ki? Bu noktada fanatizmle ilgili düşünmeme sebep olan bir twiti paslayacağım. Twitte yazıldığı gibi gerçekten sevmenin dozunu biraz düşürüp hisleri törpülemek gerekiyor galiba. Çünkü fanatizmin bünyede yarattığı şey sevmenin körlüğünün de ötesine götürüyor. Yaptığın yanlışı görememekten daha kötüsü yanlış yaptığın söyleniyor olmasına rağmen ve yanlış yapıyor olmana rağmen bunu inkar etmek. Ve sanıyorum fanatizmin karşılığı da tam olarak bu. Yapılan yanlışın inkarı. Ne Galatasaray'ı, ne Arda'yı, ne Hoca'yı Nejat'ın Fener'i sevdiği kadar kör bir bakışla sevmedim (buna kahkaha atacak biri var, acele etmesin devamını okusun hala buradaysa). Zamanla da olsa eksikleri, kusurları, yanlışları ve kişi yahut kurumun yaptığı hataları görüp "ya keşke böyle yapmasaydı" dediğim anlar oldu, ki bu benim törpülemeyi başararak gerçekleştirdiğim dönüşümümdü.

Birini, bir şeyi sevmek, çok sevmek, mübalağalı bir durum ve içeriğinde abartı yer alıyor. Sevmekten değil de sevginin insana verdiği zarardan uzak durmak lazım. Kimseyi fanatiği olacak kadar sevmemeli ama çok seviyorum ve/veya seviliyorum diye de kimseye sırt çevirmemeliyiz. Ooo subliminal, alırım bi dal. Şaka bir yana şahsen hissettiğim şeyin fanatizm olmadığını ve çok sevmemden kaynaklı bir sevgi körlüğü yaşadığımı düşünüyorum. Öte yandan fanatizmin tanımını yaparken fanatik insan fanatikliğini kabul etmez ki dedim ya işte size kocaman bi açmaz, muamma, ikilem. Artık hangisi hoşunuza giderse :) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yazın bakalım 😎