Biraz beni bilen herkes kıştan ve kardan ne kadar hoşlanmadığımı bilir. Kitabı bu yazdan kalma son sıcak günlerde elime ilk alırken hissettiğim şey, karı ne kadar özlemediğimdi. Fakat tabii ki üstüne üstüne gittim. Orhan Pamuk okurken kendimi kaybolmuş hissederim hep. Kar okurken de aynı şeyi hissettim. Hiç gitmediğim Kars sokaklarında kara basarak yürüdüğümü düşünerek ve elbette soğuktan ürpererek okudum kitabı. Baş karakterimiz Ka'nın ikilemlerinde, İpek'in gönlünün hercailiğinde, Kadife'nin tutkusunda, Necip'in inancında anlatılan hikayenin gerçekliğini sorguladım hep. Bana sanki 28 Şubat dönemini anlatılıyor gibi geldi bölümler arasında ilerlerken. Genç kızların intiharları, türbanların çıkarılmaması yüzünden okuldan uzaklaşmaları, eski askerlerin kar yüzünden ulaşılmadığı Kars'ta darbe yapma çabaları falan hep çocuk kafamla hatırladığım o döneme göz kırpıyordu sanki. Kitabın sonunda Orhan Pamuk tarafından yazılmış son söz bölümü var. Bu bölümde yazar kitabın "siyasi bir roman" değil tam aksine bir "aşk romanı" olduğunu söylüyor. Kitabın herkese düşündürdüğü şey farklı olabilir elbette, bana da 28 Şubat dönemini düşündürdü. Tam da bu gerçeklik hissiyatı yüzünden Orhan Pamuk bu ülkenin yetiştirdiği ve benim okuma fırsatı bulduğum en iyi romancılardan birisi bence. Kitabın bendeki baskısı Doğan Kitap'tan, 405 sayfa ve 35 TL.

Yeni sezon dün itibariyle bizim için başladı. İlk maç Samiyen'de oynanan Gaziantep maçıydı. Ne mutlu ki "üç puanı üç golle aldık" yazmak kısmet oldu. Takım beklediğimden çok daha formdaydı ilk maç olmasına rağmen ki bu üç puanı da takımın diri halini de Scott Piri'ye borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Hiç gevşemeden, taş gibi, oyundan düşmeden, 94 dakika cayır cayır mücadele etti sahadaki herkes ki forması ıslanmayan yoktu. En hantal dediğimiz, forma girdi mi acaba diye düşündüğümüz futbolcular bile oyundan zerre düşmediler. Takımın üç golünün ikisi Radamel'den biri de Emre Kılınç'tan geldi. Ben üç gol içinde en çok Emre'nin golünü sevdim açıkçası. Çünkü yeni bir takıma gelip ilk maçtan gol atmak bir orta saha oyuncusu için zordur, lükstür, hele ki böyle güzel bir dokunuşla atıyorsanız o golü daha da çarpıcı oluyor. Sahada en çok Taylan'ı beğendim. Geçen sezonu çoğunlukla yedekte geçirmesine rağmen bugünkü performansını sürdürmeyi başarırsa ben formayı alacağını düşünüyorum ki Hocam'ın yıllardır hayali olan takımı gençleştirme operasyonunun baş aktörlerinden olabilir. Bir küçük parantez de Koca Kafaya açayım. Arda'yı ne kadar çok sevdiğim, şu blogun sol sütununda da apaçık ortada diye düşünüyorum. Bugün zorlanır mı diye endişelenmiştim ama, sanıyorum 65 dakika sahada kaldı, hiç sırıtmadı. Ve evet, ben bu durumdan çok memnunum (şair bu cümleyi sırıtarak yazdı)! Nasıl başlarsak öyle gider dileğimle yazıyı kapatıyorum. Hedef 23!

Kitabı bambaşka biri yazmış gibiydi. İskender Pala, Ahmet Ümit, belki Namık Kemal'in elinden çıkmış gibiydi. Ayşe Kulin kitabı diye okumaya başladım ama Ayşe Kulin'i gördüm mü? Hayır. Bambaşka bir tarz yakalamış olmak bir yazar için olumlu bir özellik olsa gerek. Kitap Sultan Abdulaziz'in tahttan indirilip V. Murat'ın tahta çıkarıldığı dönemi anlatıyor. Osmanlı'nın yükselme devrindeki padişahların hayranı olan benim için pek parlak bir dönem değil yazık ki adı geçen padişahların yaşadığı dönem. Hatta üzücü bile sayılabilir. Zira güçlü bir padişahın yönetilemediği için muhtelif taht oyunlarıyla önce hükümdarlığının sonra da canının alınması çok acı. Maalesef tarihimiz bunun örnekleriyle dolu. Devletin yönetim kademesindekilerin hırsı, açlığı, gösteriş merakı, devletin bekasından daha önce gelmiş hep. Belli makamlara gelemese açlıktan sürünecek adamlar, koltuk sevdaları yüzünden memleketi idare eden tüm dinamikleri kökünden söküp atmışlar. Yüzlerce yıl da geçse, durumun değişmediğini, bugün de aynı durumda olduğunu görüyor ve bunu değiştiremiyor olmak da sanıyorum bizim bu dünyadaki cehennemimiz. Kitabın bendeki baskısı Everest Yayınlarından, 301 sayfa ve 30 TL. Tarihi roman seviyorsanız ıskalamayın.

Zweig'in beş tane dini hikayesi varmış kitabın önsözüne göre. Bunlardan Rahel Tanrıyla Hesaplaşıyor, Üçüncü Güvercinin Hikayesi ve Ölümsüz Kardeşin Gözleri bu kitabın üç bölümünü oluşturuyor. İlk hikayede Rahel, Hz.Yakup'un eşi ve Tanrının gazabından yeryüzünü korumak için Tanrıyla olan konuşmalarını okuyoruz. İkinci hikayede Hz.Nuh'un dünyanın sular altında kalmasının ardından suların çekilip çekilmediğini anlamak için gönderdiği üç güvercinin hikayesi anlatıyor, sonu revize edilmiş bir hikaye ve sanırım bence daha başarılı olmuş. Okuyunca anlayacaksınız, spoiler yok. Ölümsüz Kardeşin Gözleri isimli son hikayeyi ise daha önce farklı bir yayın evinden okumuş ve şuraya yazmıştım. Açıkçası İşbankası Kültür Yayınları baskısı olduğunu bilseydim, buradan okumak isterdim. Zira çevirmen Gülperi Sert'in cümleleri -benim algıma göre- artık Zweig'in cümleleri oldu ve zihnimde farklı bir çevirmen Zweig'i tam karşılamıyor, yadırgamama sebep oluyor sanki. Kitabın bendeki baskısı Türkiye İşbankası Kültür Yayınlarından, 80 sayfa ve 8 TL. Iskalamayın, üç hikaye de birbirinden güzel.

Kitabı yaz tatilinde, deniz kenarında, o güzel kokuların, sıcak ışıkların, tatlı meltemin tenime vurduğu anlarda okumak için bekletmiştim. Sonra denize gittim fakat elimdeki kitabı bitirip bir türlü başlamak nasip olmadı. Yaz'ın hüznünü hissetmişim gibi.. Yaz benim için cıvıl cıvıl zamanlar anlamına geldi hep. Fakat Başar'ın bu kitabı, içimi burdu. Elbette olumlu şekilde. Ben bir yaz aşkı beklerken, ömürsüz bir aşk hikayesi okudum ön kapaktan arka kapağa kadar. Yer yer gülümsedim, yer yer hüzünlendim gözlerim doldu. Bazı sayfalarda sevdiceğimin hikayesini okur gibi tanıdıktı. Sanki Murat ve Emel'i değil de bizi anlatıyordu. Birlikte olduğumuz anları, ayrılış sebeplerimizi, uzakta geçirdiğimiz günleri, o günlerde nasıl hissettiğimizi... Bir kitabı okurken kendimi bulursam o kitaba karşı duyduğum bağlılık daha yoğun oluyor. Aslında dağınık bir hikaye örgüsü var kitabın. Bir an çocukluğunu dinliyoruz yazarın, bir sayfa sonra bugüne dönüyor. Nerede kaldığını şaşırtıyor insana. Fakat nasıl sonunu bildiğiniz bir olayın akışına engel olamadığınız gibi, bu kitabı okumaktan da kendinizi alamıyorsunuz. Kürşat Başar, üslubu ve kurgusuyla bunu bana sıklıkla yapıyor, onu okuduğum her kitabında. Ben de o beni şaşırtıp "bu olmamış" diyeceğim ilk kitabına kadar onu alışveriş listemden eksik etmiyorum. Şimdi oluşturduğum listeye de bir kitabını ekledim bile. Yaz'ın bendeki baskısı Everest Yayınlarından, 328 sayfa ve 26 TL.
