The Sopranos | 1999 - 2007

BluTv'de birkaç kez reklamlarını gördükten sonra Imdb puanına baktım. Bakmamla birlikte 9.2/10'u gördüm ve büyük bir şaşkınlık yaşadım. 9.2 epey yüksek bir puandı ve hiç duymadığım bir diziyi merak edip izlemeye başlamam için güzel bir sebepti. İlk bakışta bir erkek dizisi gibi görünse de kendi içinde derinliği olan bir iş olduğunu fark ettim ve her akşam bir bölüm izleye izleye diziyi bitirdim. Öyleyse başlayalım mı?
Dizinin bir erkek dizisi gibi göründüğünü söylemiştim ya, bunun sebeplerini şu şekilde sıralayabiliriz; İtalyan asıllı bir aile var dizinin baş rolünde. Bu aile mafya ve ekseri erkek oyuncuların üzerinden yürüyor hikaye. Silahlar konuşuyor. Striptiz kulübü işletiliyor. Kızlar ortada fink atıyor falan. Evet. Bir miktar erkek dizisi gibi. Yalnız o maskülenite yok. Hiç sıkıldığımı hissetmedim tüm bölümler boyunca. Dizinin neden 9.2 puan aldığına ilişkin şöyle bir fikrim var; dizide büyük büyük olaylar yok. Çözülecek gizemler yok. Bölüm sonlarında, "bir dahaki bölümde ne olacak acaba" diye sorduran sürprizler yok. Tony Soprano isimli bir mafya babasının gündelik hayatını izliyoruz. Sabah uyanıp bornozuyla aşağı inip kahvaltısını ediyor. Gündüz şarküteri işi yapıp gece striptiz kulübü işletiyor. Akşam evine gelip yatağında uyuyor. Bazen eşini aldatıyor. Bazen işlerinin önüne çıkan adamları öldürüyor. Dümdüz bir hikaye. Hiçbir sürprizi yok. Ama o dümdüzlüğü sıkmadan öyle akıyor ki, şaşırarak izledim aslında. Oooo yoksa sürprizi de bu muymuş? Bi aydınlanma geldi. Basit güzeldir mottosunun dizi karşılığı gibi.

Basit güzeldir, bu cepte. Fakat diziyi izleyip karakterlerin gelişimini gördükçe şunun ayırdına varıyorsunuz ki aslında Sopranos bir mafya dizisinden ziyade bir psikolojik dizi. Bir bölümde Tony, panik atak geçiriyor ve tüm o "mafya babası" karizmasını elinin tersiyle itip ailesi dahil herkesten gizli şekilde psikolojik destek almaya başlıyor. Psikoloğuyla arasında geçen diyaloglarda da ister istemez zamanla değiştiğini, dışarıdan bakınca argo kullanan, envaiçeşit kötü alışkanlığı olan ve şiddet gösteren kötü adamın içinde iyi bir insan olduğuna inandığını ve kendi kendini böyle aklamaya çalıştığını, bu tarz insanlara paralel olarak psikolojik desteği almanın faydalı olacağına inanmadığını ama o değişimi de gözlemleyebildiğini görüyoruz. Bu psikoloji ve karakter evrilmesi mevzusu yalnızca Tony ile ilgili de değil. Christopher karakteri ki kendisi Tony'nin kuzeni, iniş çıkışları çok olan bir karakter mesela. Keza Tony'nin oğlu Anthony Junior karakteri çok değişmemiş olsa da psikolojik anlamda sorunlu bir çocuk ve bu psikolojik rahatsızlıkların aileden gelip ırsi olduğunu göze sokar şekilde büyüyen bir çocuk oldu.

Karakterlere girmişken biraz da karakterlerden bahsedelim. Klasik bir Amerikan aile tipolojisi var karşımızda. Çalışan bir baba, ev hanımı bir anne, bir kız bir oğlan iki çocuk. Dönen paranın haddi hesabı olmadığı için havuzlu bahçeli ormanlı bir villada yaşıyorlar. Dönemin en iyi arabalarına biniyorlar. Dışarıdan bakınca kusursuz diyebileceğin bir aile. Ama Anna Karenina'nın başında da denildiği gibi "bütün mutsuz ailelerin de kendine has bir hikayesi var". Tony'nin eşi Carmela. Şahane tırnak bakımı, her zaman fönlü sarı saçlarıyla şahsına münhasır bir kadın. Oğlandan bahsettik ama kızları asıl vaka. Ailenin parlak çocuğu olarak görünüyor olsa da hayatına giren erkeklere göre kariyer planı yapan bence silik bir kız. Zaman içinde büyüdü ama hiç değişmeyen tek özelliği buydu sanırım. Tony'nin adamlarından biri olan Silvio favorim. Çamura bulaşmaz tavaya yapışmaz bir tip. Ahenkle dans etmese de briyantinli saçlarıyla ikinci adam olmanın hakkını sonuna kadar verdi. Dizide en ifrit olduğum karakter Ralph karakteriydi. Tam bir göt. Üzgünüm kendisini anlatacak başka kelime yok. Allahtan ömrü vefa etmedi. Sonuna kadar bizimle olan ifritlik karakter ise Paulie. İki yüzlü dingilin teki. Özellikle Chrissy'nin burnundan getirdi hayatı. 

Tony Soprano özelinde ilginç bir anekdot okumuştum. Breaking Bad dizisinde Walter White'ı canlandıran Bryan Cranston, Tony karakterini canlandıran James Gandolfini öldüğünde, bir twit paylaşmış. Tony bir antikahraman. Yani hem baş rol hem de bir beyaz atlı prens masumiyetinde değil, tam aksine insanları öldüren, kadınlara çöp muamelesi yapan, kendi annesiyle, kardeşleriyle bile anlaşamayan görece kötü bir baş rolde. Cranston da "Tony olmasaydı Walter White da olmazdı" demiş o twitte. Müthiş bir oyunculuk örneği göstermiş. Bu rolü oynamak için dünyaya gelmiş derler ya, o türden bir başarı. İtalyan asıllı olmasının da etkisi olmuştur mutlaka ama büyük yetenekmiş gerçekten. Tony karakteriyle ilgili iyi bir özellik gerçekten aklıma gelmiyor ama hiç antipati hissetmedim. Sövdüğüm yerler oldu ama kendi payıma tanıştığıma memnun olduğum bir karakterdi. 

Spoiler vermeden birkaç cümle de dizinin finaline geçeyim. Finale dair bazı okumalar yaptım dün. Herkes farklı şekilde yorumlamış ki bu bile finalin ne kadar başarılı olduğunun göstergesi bence. Kimine göre dehşet bir son olarak değerlendirilirken kimine göre de dizide hiçbir final vaat edilmemiş ve öylece bitmiş şeklinde değerlendirilmiş. Ben ikinci güruhtayım. Öylece bitiverdi. Öyle ki ben dizinin kaç sezon kaç bölüm süreceğine bile bakmamıştım. Bölüm bitince sonraki bölüme geçmesini bekledim bir süre. Geçmeyince "yoksa bitti mi yahu" diye düşünüp imdb'den bölüm sayısına baktım. Evet, tutuyordu. Sopranos'u bitirmişim fark etmeden. Öylece akıp gitti 6 sezon 86 bölüm. Hem de her bölüm bir HBO drama klasiği olarak neredeyse bir saat sürmesine rağmen. Bir diziden ziyade kurmaca bir karakter olan Tony Soprano'nun biyografisini izler gibi bir işti. Öyle doğal akışında sürdü gitti. Çocuklar büyüdü delikanlı oldu. Orta yaşlılar yaşlandı. Doğumlar oldu. Ölümler yaşandı. Bazı karakterlere doyamadım. Bazı karakterlerin vakitlice gidişinden keyif aldım. Dizinin vaat ettiği ne diye soran olursa hiçbir şeyin dayanılmaz sadeliği diyebilirim. Bir aileyle tanışıyorsunuz. Birden o yemek masasının etrafındaki sandalyelerden birinde oturuyormuş, kulüpte bir şeyler içiyormuşsunuz, şarküterinin önünde Paulie ile güneşleniyormuşsunuz hissiyatı oluşturuyor bünyede. Nefis müziklerle de süslenince ortaya 9.2'lik puanı sonuna kadar hak eden bir iş çıkıyor ortaya. Hala izlemediyseniz, bir şans verilir sanki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yazın bakalım 😎