İstanbul...

Geçtiğimiz haftalardan birinde İstanbul seyahatim oldu. Cuma akşamından pazar akşamına kadar 2 gece 2 gün süren seyahati bloga taşımak istedim bi türlü ilham gelmedi. Şimdi birden gözümün önünde cümleler akmaya başladı ve kaçırmadan yazmak istedim. Ön sözü çok da uzatmak istemediğimden direkt geçiyorum yazıya.


Her şeyden önce şunu söylemem lazım; İstanbul yaşanacak değil arada bi gezilecek bir şehir. Kalabalığından falan öte çok geniş bir coğrafyaya yayılmış şehrin trafiğinde geçirdiğiniz zaman ömrünüzden çalıyor resmen. Hani bazı araştırmalar vardır hayatınızın bilmem kaç senesini uyuyarak bilmem kaç senesini yemek yiyerek geçiriyorsunuz diye, İstanbul'da ikamet eden insancıklar bence hayatlarının %72'sini trafikte geçiriyor. Benim İstanbul'da geçirdiğim 2 günün %72'si trafikte geçti en azından. 

İstanbul'a gitme amacım tamamen Galatasaray - Trabzonspor maçını izlemekti. Maçın nasıl geçtiğini ve ufo gören masum köylü gibi nasıl kaldığımı buradaki maç yazısından ve buradaki facebook galerimden özet olarak görebilirsiniz. 2 güne maç dışında sığdırabildiklerim; Kadıköy İskelesi, Eminönü Balıkçıları, Taksim Meydanı, İstiklal Caddesi, Galata Kulesi, Ali Samiyen Stadı (TT Arena değil yalnız) ve Tuzla Sahili. 

Teyzem Tuzla'da yaşadığından ilk adres Ankara'dan Pendik'e giden hızlı tren oldu. Sincan Tren Garından Pendik Tren Garına 3 saat 40 dakikada falan gittik. Eniştem ve kuzenim kardeşimle beni almaya geldiklerinde saat 10 falandı. Cuma akşamı iş çıkışı gittiğim ve yol sürekli karanlıkta geçtiği için turşum çıkmış şekilde eve geldik serilip yattık resmen. Ertesi sabah nefis bir kahvaltının ardından aslında tek vasıta ile gidebileceğim stada 5-6 vasıta ile gittim. Çünkü İstanbul'a gitmiş olmamın sebebi her ne kadar maç da olsa, İstanbul'un da çıkarabildiğim kadar tadını çıkarmalıydım. Tuzla'dan Kadıköy'e Gizem'le buluşmaya gittim. Kadıköy'den de motorla Eminönü'ne geçtik. Hava buz gibi olmasına rağmen motorun üst katında (sadece üstü kapalı) geçirdiğim o yarım saatlik zaman dilimi hayatımın en keyifli anlarından birisiydi.

Eminönü'nde yediğim balık ekmek ve aldığım 2 kavanoz turşuyla birlikte İstiklal'de yürüye yürüye (telefonumdaki navigasyonun da yardımıyla) önce Galata Kulesini sonra da marştaki meşhur Nevizade'yi gördüm. Nevizade'den biraz bahsetmem gerekirse küçücük kıpkırmızı bir sokak. Adımımı attığım an etrafım Galatasaray formalı insanlarla çevrildi. Allahım dedim ait olduğum yer burasıymış (gülücük) Nevizade'den ayrıldığımızda saat 5'ti. Taksim Meydanındaki Güllüoğlu'nda verdiğimiz mini tatlı molasının ardından canım Gizem'le ayrıldık ve  metro ile stada doğru yola çıktık. Metrodaki yapım çalışmaları nedeniyle stattan uzak bir mesafede olan sanayi durağında inip otobüsle stadın yakınında bir yere gittik. Sonra stada kadar yine bir yürüyüş ve merdiven iniş çıkış seremonisi sürdü ve stada geldik.

Burada keyifli bir anekdot paylaşmalıyım. Biraz evvel Eminönü'nden turşu aldığımı yazmıştım. Stada geldiğimizde stadın dışındaki ilk güvenlik görevlisi ekip çantada turşu olduğunu görünce "ya sen Selçuk'a kızarsan yada Muslera'ya yada Burak'a (abim bilmiş de konuşmuş) o kavanozu atarsan sahanın içine, saha kapansa maça turşu karışsa iyi mi olur" dedi. Ankara'dan geldiğimi maçı izleyip döneceğimi ve turşuyu da mecburen yanımda getirdiğimi güzelce anlattım orayı geçtik. İkinci etap güvenlik ekibi çok eşelemedi. Stadın içindeki güvenlik görevlilerinden yine keyifli bi abi elimizde turşu kavanozlarını görünce "bi fotoğrafınızı çekeyim mi bunca zamandır maça gelir giderim ilk kez maça turşuyla geleni gördüm" dedi. Yanındaki güvenlik görevlisi hanım kızımız ise "kısır da getirseydiniz de yeseydik" dedi. Güle eğlene maça girdik.

Maçın sonucu 3-0'lık Galatasaray mağlubiyetiyle sonlansa ve o gece; stattan çıkış, tekrar Tuzla'ya dönüş, yatma hazırlıkları, maçın goygoyu ve yatış derken 2'de bitti. Hayatımda belki de ilk kez Galatasaray'ın yenildiği bir akşam keyifle uyudum. Ertesi gün keyifle uyandım. Böyle mutlu olacaksam her maça gelmem lazım diye düşündüm. Ama kuzularımın içine sinmemiş olacak ki Trabzon maçından beri maşallahları var. (Şimdi ha Hamza Hocamın gelişi ha benim üzülmüş olmam mevzumuz bu değil) Sabah yine nefis bir kahvaltı ardından kısa bir Tuzla turu ve sahilde yapılan yürüyüşün ardından Pendik'e geçtik teyzem ve kuzenimle. Pendik'i de gezmenin ardından trenimize bindik ve yine 3.5 saatlik bir yolculuğun ardından evimize geldik.

Bu seyahatin en keyifli yanı tabii ki stada gitmekti. Bunun yanı sıra, denizi ne kadar seven bir insan olduğumu bir kez daha fark ettim. Bi ara anneme tayin istesem İstanbul'a diye nazlandığımı hatırlıyorum. O trafiğe, kalabalığa ve hengameye rağmen 3-5 adım atıp denizi görebileceğim bir yerde yaşama fikri bile mutlu olmama sebep oluyor. Ankara'yı ve Ankara'daki birkaç kişiyi gerçekten çok seviyorum, kabul. Ama hep birlikte denizi olan bi yerlere gitsek ya, ne güzel olur!

Haa bu arada 2 gün İstanbul tabii ki yetmedi. Mayıs sonu haziran başı daha uzun bir tatil planlıyorum İstanbul'a. Sultanahmet'i, Kız Kulesini, Mısır Çarşısını, Kapalı Çarşıyı, Ortaköy'ü ve tabii ki Büyük Adayı da görmem lazım, malum. Benden bu kadar. Yakın zamanda yeni gördüğüm yerler ile geri dönmek dileğiyle. Gezmeyi seviyorum. Daha çok yer görmek istiyorum. Ütopya olsa da, bana bi karavan lazım :/

ps. fotoğraflar tumblr'dan alıntı. kendi çektiklerimi kullanmak istemedim. teşekkürler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yazın bakalım 😎