
Bi küçük televizyonu vardı babamın. Küçük dediğim 37 ekran bile değil. Bildiğin bi karış, siyah beyaz, radyo kılıklı bişey. Yılmaz Erdoğan tabiriyle "resimli radyo" işte canım, anlayın..
Hastanede yatağımın kenarındaki masanın üzerinde dururdu o televizyon. Bi akşam içim nasıl sıkılıyor anlatamam, şimdi anladığım kadarıyla 25 Haziran'mış o akşam da.. Haberleri açtım. Kazım Koyuncu'yu anlatıyorlardı. Hastaneye yatmadan önce zaten rahatsızlığıyla ilgili tatsız haberleri alıyorduk. Ne oluyor demeye kalmadan kendisini kaybettiğimiz haberi verildi..
Zaten hastanedeyim, bacağımda bi çivi, aşağı doğru ağırlık sarkıtıyorlar ki kırık olan kemik yerine gelsin, ameliyata alınabileyim.. Moralim yerlerde, acıdan kıvranamıyorum çünkü kıpırdandıkça acıyor canım, bi de bu haberi almak mahvetmişti beni. Gel zaman git zaman, ameliyatımı oldum, bacağımda alçıyla eve döndüm. Eve gelir gelmez ilk istediğim şeylerden birisiydi bilgisayarımın yanıma gelmesi. Gülbeyaz'ı izlemek istiyordum. Hani Şevval Sam ile Nejat İşler'in Kanal D için yaptıkları Karadeniz dizisi olan Gülbeyaz yok mu, ha işte onu..

Kendimden sıyrılıp Kazım Abi'ye dönmem gerekirse, kimseye müdana etmeden, doğru bildiğinin peşinden giden yegane insanlardan biriydi. Şair ceketli çocuktu o.. Karadeniz türkülerini bi kez daha yüreğimize kazıyan insandı. Candı, tanımadan sevdiğimizdi, sesini duyduğumuzda içimizin titrediğiydi.. Rafet El Roman der ki Sorma neden şarkısında; "neden derler iyiler çok yaşamaz?" onun dediği olay işte tam da bu. İyiler çok yaşamıyor be blog. Bize biçilen ömür ne kadar kimbilir.. Belki de aldığımız son nefesler bunlar. Hayat karşımıza daha neler çıkaracak bekleyip göreceğiz.

Bi kez daha başımız sağolsun.
ps: Komaya sokmak gibi olmasın da 3 video birden, ard arda :) Gülbeyaz'dan geliyor;

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazın bakalım 😎